yazılariktibasKrizde rota belirleme: korona salgını ve dönüşüm perspektifleri - Alex Demirović
diğer yazılar:

Krizde rota belirleme: korona salgını ve dönüşüm perspektifleri – Alex Demirović

Yeniçağ podcastını dinleyin

alıntı yapılan kaynakAyrıntı Dergi

Korona virüsünün hızla yayılması ve bunun neden olduğu çok sayıda ölüm, durumun dramatik terimlerle tartışılmasının yolunu açıyor. Haftalardır haberlerin, talk-şovların gündemi, bir güvenlik ve düzen krizi. Virolog Melanie Brinkmann “kazanılması gereken bir savaş”tan bahsediyor. Fransa devlet başkanı Macron da askeri terminolojiyi kullanıyor: “Düşman görünmemekte ama burada. Fakat savaşı kazanacağız.” ABD’de Demokrat Parti aday adayı Joe Biden, virüsün bir düşman saldırısı olarak görülmesini, ordunun konuşlandırılmasını ve halkın savaş zamanında olduğu gibi birlikte durmasını istiyor. Askeri yardım teklif ediliyor, sıhhiye birlikleri seferber ediliyor, askeri hastaneler kuruluyor. Askerlerin sivil kamyon şoförlerinin yerini alacağı söyleniyor. Savaş, yaşam ve ölümle ilgili son kararların siyasi süreçleri belirlediği anlamına gelir. Eleştiri ve kamusal müzakere araçları ortadan kaldırılır ve bu çok küçük bir azınlığın yararına olacak şekilde yapılır.

Virüs Çin’den başlayarak birçok ülkeye yayıldı. Avrupa Birliği virüsün ağırlık merkezi haline geldi. Yetkililer burada virüsle mücadele için Çin veya Güney Kore’den farklı bir strateji izliyorlar. Tarihsel deneyim, hızlı önlemlerin virüsün yayılımını, hastalıkların şiddetini ve ölüm sayısını önemli ölçüde azaltabileceğini gösterse de başlangıçta, etkilenen AB ülkeleri sosyal hayata derinlemesine müdahale etmekte tereddüt ettiler. Ardından alarm seviyeleri yükseltildi ve kapsamlı önlemler alındı. Fakat, hiç kimse yeni enfeksiyonların oranının böylece hemen düşmesini beklemiyor. Mesele, yayılımı yavaşlatmak, eğriyi düzleştirmek, zaman kazanmak. Bu, hastaların hastanelerde bakımlarına yardımcı olabilmek için gerekli kabul ediliyor. Böylece izolasyon istasyonlarında yeterli yatak bulunacak, tıbbi personel, solunum cihazları veya diğer tıbbi malzemelerin yeterince tedariki sağlanacak. Yine de bunların hiçbiri şu anda garanti edilemiyor. Zira, sağlık sisteminin neoliberal çerçevede yeniden yapılandırılmasının, hastanelerin kâr ve kâra endeksi tıbbi önceliklere önem verecek şekilde yeniden düzenlenmiş olmasının, personelin azaltılması ve sürekli aşırı yüklenmesinin faturası bugün çok daha ağır biçimde ortaya çıktı.

Hastane yataklarının üçte birinin kozmetik cerrahi için ayrıldığı İspanya örneği, ABD veya İtalya’nın sağlık politikaları bunu gösteriyor. ABD’de test yaptırma olanakları şimdilik çok az ve çok pahalı. Kuzey İtalya’nın Bergamo şehrindeki doktorlar kaynakların kıtlığı sebebiyle triyaj uygulamak zorunda kalıyorlar, yani kimin öleceğine ve kime yardım edebileceğine dair en zor etik kararları vermek zorunda bırakılıyorlar. Etik çatışmalar başka yerlerde de ortaya çıkıyor. Örneğin, Almanya büyük miktarda koruyucu maske veya solunum cihazı ihracatı yapılmasını engellemek istedi. ABD’nin pandemiden etkilenmeyeceğine inanan ve ABD sağlık sistemini haftalarca öven Trump, sonra şaşırtıcı bir şekilde ulusal acil durum ilan etti ve “Çin virüsünü” önlemek için sınırları kapattı. Trump’ın da Çinli şirketler gibi, aşı araştırmalarını yapan Alman şirketlerini etkilemeye çalıştığı bildirildi. Bunlar şaşırtıcı bir şekilde ulus ötesi değil de, ulus devlet bazlı çözüm arayışlarının uç örnekleri: bir yerlerde kapana sıkışmış olan yolcular için sınırların kapanışı, yurt dışından gelenler için karantina. Siyaset oldukça bölünmüş durumda. Bazıları (Trump, Salvini) bir süreliğine, gerçek durumu dikkate almadan, virüsün kendi devletlerine sadece dışarıdan bulaştığını öne sürdüler. Otoimmün bir ulusal topluluk, sağlıklı bir devlet organı kimliği ortaya atıldı. Bu yüzden ulusal sınırların radikal bir şekilde kapatılması, toplu taşımaların durdurulması önerildi. Aldatıcı bir şekilde yeterli hastane yatağı bulunduğunu iddia eden Almanya Sağlık Bakanı Spahn gibileri ise, devletlerarası, Avrupa çözümlerini savunuyor. Bir Avrupa Robert Koch Enstitüsü gibi. Buna rağmen, AB’de önlemler ulusal düzeyde alınıyor ve devletlere göre farklılık gösteriyor. Bu noktada Mike Davis haklı olarak küresel bir sağlık altyapısının gerekli olduğuna dikkat çekiyor.

Altyapı komünizmi yardımcı olacaktır

Mevcut pandemi, sağlık hizmetlerinin ticarileştirilmesinin, kemer sıkma politikasının, sağlık personelinin sömürülmesinin, iki sınıfa ayrılmış sağlık sisteminin ve hastalık riskine karşı özel sigorta tarafından korumanın birer skandal olduğunu bir kez daha ortaya çıkardı. Aslında, her bireyin aynı haklara sahip olup, hiçbir ek sigortaya ihtiyaç duymadan tıbbi sağlık hizmetlerine tam erişiminin gerekliliği açıkça görünür hale geldi. Özel tamamlayıcı sigortanın kaldırılması bir zorunluluktur. Bu “acil” durum sırasında ve sonrasında, Wolfgang Streeck’in “Altyapı Komünizmi” önerisi ciddiye alınmalıdır. İnsan hayatını riske atan kriz yönetiminin kapitalist biçimlerinden kaçınmak için başka bir toplumsal zenginlik yaratılmalı ve farklı bir şekilde kullanılmalıdır.

Korona virüsü ile savaşmak adına mevcut hükümet ve sağlık politikası araçlarının cephaneliği dikkate değerdir ve sosyal yaşamın tüm alanlarını kapsamaktadır: hijyen önerileri, anaokullarının, okulların ve üniversitelerin kapatılması, yabancılar için sınırlar, büyük etkinliklerin askıya alınması, gece kulüplerinin, restoranların ve müzelerin kapatılması, profesyonel işlerin olabildiğince evden yapılması ve daha az toplu taşıma kullanma çağrısı vb… Birkaç hafta önce kutsal bir fikir olan ‘kara sıfır’[1] artık geçerli değil. İnsanlardan, başkalarıyla dayanışmak için, kendilerini sınırlamaları ve sosyal ilişkilerini azaltmaları isteniyor. Mesele, virüsün kendi davranışlarımız aracılığıyla yayılmasını önlemek.

Kendini optimizasyon, istihdam edilebilirlik, rekabetçilik ve tüketim, daha düne kadar bireylerden toplum adına beklenen erdemler iken, başkalarının savunmasızlığını idraka dayanan dayanışma, öz disiplin ve gönüllü vazgeçme, şimdi devletin etik eğitim hedefi haline geliyor. Almanya henüz Çin veya Güney Kore gibi katı devlet düzenlemelerinden ve hatta gözetimden kaçınıyor. Ancak otoriter enstrümanlar AB’deki çeşitli devletler tarafından kullanılmaya başlandı: Parlamentolar artık toplanmıyor (tam olarak), din, meslek ve ticaret özgürlüğü, hareket veya toplanma özgürlüğü askıya alındı, sokağa çıkışlar kısıtlandı veya engellendi, asker veya polis tarafından gözetlenen tüm şehirler ve bölgeleri kapsayan karantina ve kapatma uygulandı (ve böylece iltica hakkı da ortadan kaldırıldı), bireylerin hareketlilikleri denetim altına alındı. Çin, Güney Kore veya İsrail’de bireyler akıllı telefonları aracılıyla izlenerek takip edilmekte, hareket profilleri oluşturulmakta ve riskli yerlere referansla hareket önerileri yapılmakta. Güvenlik vaadi lehine, demokratik haklardan ve özgürlüklerden feragat hızı gerçekten şaşırtıcı.[2]

Durumu yeni uzmanlar belirliyor

Siyasi liderlerin olayla başa çıkamadığı açık. Büyük bir zaman baskısı altında karar vermeleri gerekiyor ki bunu sadece virologlar, epidemiyologlar, doktorlar gibi uzmanların tavsiyesi temelinde yapabilirler. Bu danışma organları aynı ölçüde yeni. Herhangi bir şirkete yakın olan normal danışma kurumları, hukuk firmaları veya lobi dernekleri değiller. Onaylanmış ve uygulamalı bilgi (henüz) mevcut değil; epidemiyologlar dahi sadece önceki deneyimlerini güncelleştirebiliyor. Yeni ve hiçbir şekilde açık olmayan ölçütler ile geçerliliğin iddia edilmediği yeni bir bilgi/iktidar dispositifi oluşuyor.

Müdahaleler, kapitalist ekonomi üzerinde hassas etkiye sahip oldukları için ciddi sonuçlar doğuruyor. Şirketler ve borsalar büyük kayıplar yaşarken, tedarik zincirleri risk altında veya çöküyor, tüketim büyük ölçüde azalıyor. Esnaf ve serbest çalışanların durumları da hesaba katılmalı. İflaslar, konkordatolar ve işsizlik… Kapitalist ekonomi ve iktidara kendini adamış politikacılar önce hastalığı küçümseyerek, işlerini ‘her zamanki gibi’ sürdürmek istediler. Başta acil durumun sonuçları açık ve net değildi ve hâlâ da değil.

Akılcı panik mi?

Toplumda da anlaşılır biçimde normallik arzusu var, pandemi çok gerçek dışı gibi görünüyor. İlk başta, diğerleri risk altında kabul edildi: fakir ülkeler, yaşlı insanlar, daha önce hastalığı olan bireyler. Virüsün sonuçları hakkında bilgi, bireylere yavaş yavaş nüfuz ediyor. Mesele, fikirler ve beklentilerle ilgili: Bunun, grip vakası kadar kötü veya bundan daha kötü olmayacağını mı varsaymalı? İlginç bir şekilde, grip ölümüne yapılan referans daha ziyade, koronavirüs ile ilişkili enfeksiyonu küçümsemek için kullanılıyor – bu enfeksiyona bağlı ölümlerin ve neden bu ölümcüllüğün bu kadar normal kabul edildiğini sorgulamak için değil. Peki panikten kaçınmak için tehlikeyi önemsiz mi göstermek gerekir? Ekonominin uzun vadeli idamesi için artık acilen gerekli olmayan, özellikle yaşlılardan oluşan toplam 20.000 veya daha fazla ölüyü onaylamalı mıyız? Yoksa hızlı, kapsamlı ve kararlı bir şekilde hareket etmek mi gerekli? Eğer öyleyse panik, insanları hızlı hareket etmeye teşvik eden tamamen rasyonel bir tepki midir? Tabii ki burada sonuçların da göz önünde bulundurulması önemlidir: panikle alışveriş ve böylece ortaya çıkan arz sıkıntıları; insanlar daha fazla evlerinde kaldıklarında aile içi şiddetin artması; insanlar arabalarda daha sık hareket ettiğinden ölüm ve (tedavisi yapılamayan) yaralanmalardaki artış. Koruma vücuda yöneliktir. Haftalar ve aylar sürecek karantinanın psikolojik sonuçları, depresyon ve intiharlardaki artışlar yeterince dikkate (ya da olsa olsa çocuklar için) alınmamaktadır. Yapılan şey yanlış olabilir: bir tarafta mantıksız, panik teşvik eden ruh halleri ve davranışlar, öte yanda mantıksızlığa varan önlemler ve kontroller. Buna göre akla yatkın olan şey, çok kapsamlı güvenlikleştirme tedbirlerinden ve tıbbi-hijyenik-polis kontrol aygıtının oluşumundan korkmak gerektiğidir. Mevcut kriz, gelecekte kapsamlı kontrol mekanizmalarının kuruluşu veya var olanların daha da genişletilmesi için yapısal bir çerçeve sunabilir.

İstisnai devlet ile kolektif akil arasında

Giorgio Agamben, belki bunu beklemiyordu ama, uzun zaman öncesinden böyle bir gelişmeyi söylüyordu (ayrıca bkz. Sebastian Lotzer). Uzun zamandır İtalyan hükümeti tarafından alınan önlemleri istisnai bir devlete doğru giden bir gelişme olarak yorumluyordu. Ona göre, istisnai devlet yönetim tekniği enstrümanı olarak kullanılmaktadır. Bölgeler ve belediyeler kamu güvenliği ve hijyen için askerileştirilmekte ve sosyal yaşam kısıtlanmaktadır. Agamben, bu acil durum önlemlerinin aslında nesnel olarak gerekli olmadığını düşünüyor ve bunu, İtalyan Araştırma Konseyi rakamlarına dayandırıyor ki buna göre, [Korona] vakalarının yaklaşık yüzde 80 ila 90’ında hafif semptomlar, yüzde 10 ila 15’inde zatürre, ve yüzde 4’ünde yoğun tedaviye ihtiyaç duyulmaktadır. Konuya ilişkin yorumlarında, özgürlük arzumuzu, kamu güvenliğimiz için tereddüt etmeden bıraktığımız iddiası var. Ancak İtalya’daki gerçek enfeksiyon oranı ve ölüm sayısı Agamben’in yorumunu desteklemiyor ve insanların pratikleri de farklı bir tutumu bizlere gösteriyor: Dikkat-korku sadece egemen siyasetin sonucu değildir.

Açıkçası, pek çok kimse şimdi kendini ve diğerlerini korumak için, önerilere belirli bir derecede (kendi kendine izolasyon ve fiziksel mesafe) uymanın mantıklı olduğu fikrini paylaşmaktadır. Özgürlük ve güvenliğin liberal diyalektiği burada tekrar ortaya çıkabilir: siyasi cemaatin güvenliği için özgürlük feda edilir. Fakat, bununla birlikte müşterek üretilmiş koruma arzusunda özgürlük anının kendisi de mevcuttur. Virüsün maddiliği, sağcı propagandanın sahte üretim hileleriyle rezil olduğu bir nesnellik yaratmaktadır. İktidarın sol eleştirisi de biyopolitik bir eleştirinin meydan okumasıyla karşı karşıya. Çünkü iktidar ve hakim bilgi uygulamalarına yönelik meşru bir güvensizlik olsa bile, virüsün maddiliği inkar edilemez.

İnsanların mevcut kriz anında, onu aşmak için, krizin ortaya çıkışına çokça katkıda bulunan ve büyük ölçüde belirli çıkarları temsil eden politikacılara ve ekonomik aktörlere güvenmeleri bir talihsizliktir. Bu politikacılar ve iktisadi aktörler, merkezi kapitalist kurumlara savaşlarda olduğu kadar az dokunuyorlar: üretim araçları üzerindeki mülkiyet, borsalar, bankalar…

Üretim ve tüketim ciddi şekilde kısıtlansa da para “gerçek topluluk” (Marx) olarak kalmaktadır; ödenmesi gerekir. Şu anda bir virüse karşı savaştan bahseden Macron, Blackrock tarafından tasarlanan emeklilik reformuna karşı protesto gösterileri yapan insanlara ağır şiddet uygulatarak kendi yurttaşlarına karşı savaş veren kişidir; [Alman Sağlık Bakanı] Spahn sağlık sektöründe hastane şirketlerinin, tıbbi teknoloji endüstrisinin veya özel sigorta şirketlerinin kârlarına dayanan bir politika izlemeye devam etmektedir. Böyle bir pandemi için yeterince hazırlık yapamazsınız, ancak sadece eğrinin düzleşmesine güvenmenin hayati önem taşıması da, hastane sektöründeki kesintilerin sonucudur. Binlerce insanın AB sınırlarında çürümesine izin veren bu politikacılardır. Demokratik anti-faşistleri sağcı katillerle eş tutanlar; kendi karantinalarından söz eden, ancak yaşam alanı ya da kendilerini korumak için en basit koşullardan yoksun birçok insanın olduğunu görmezden gelenler yine bunlardır.

Emekçiler, çalışma koşullarını iyileştirmek ve daha iyi korunmak için haklı olarak greve gidiyorlar. Hastane çalışanları, riskli çalışma durumlarının ve kendileri ve aileleri hakkındaki endişelerinin ciddiye alınmasını talep ediyorlar: Risk zammı, çocuk bakımı, daha iyi kriz tedbirleri, daha fazla personel ve yeterli oranda uygun koruyucu giysi.

Daha az Biyoiktidar…

Michel Foucault’nun biyopolitik iktidar kavramına atıf yapmak mantıklıdır, çünkü mesele yaşam-gücü ile ilgilidir. Klasik anlamda egemen bir saldırı durumunda kendini savunduğunu iddia eder. Bir savaş yürütülür. Bu, egemene yaşam ve ölüm hakkında karar verme hakkı verir; Foucault’nun (1977, 165) dediği gibi, “öldürme ya da hayatta bırakma” hakkı. Donald Trump bu güç biçimini uygulamaya çalışıyor gibi görünüyor. Disiplinci iktidar ise, bireysel bedeni, katı bir disiplini ve hareketlerini izlemeyi hedefler. Çin’de uygulanan model budur. Buna karşılık, biyopolitik iktidar bir yaşam gücü bağlamında karakterize edilir. Bu yeni güç ise “yaşatma ya da ölüme bırakma” kararının sahibidir. Ölümden sakınılmalıdır, ondan kaçınmak gerekir. Bir sınıra dayanır; çünkü iktidardan kaçıştır o. Foucault biyopolitika hakkındaki bu düşünceyi, güvenlik ve güvenlik dispositifi konusundaki bir konferansta derinleştirir (2004). Biyo-iktidarin özelliği, bireylerin pratiklerine karşı çıkan ve onları terbiye eden bir etkiye sahip bir norm olmaması, aksine gerçeklik aracılığıyla esnek bir şekilde gelişebileceğini iddia etmesidir. Bu, artık, diğer iktidar biçimleri gibi, bir kıtlık, salgın ya da aşırı mal arzının felaketini önlemek istemez. Böyle bir toplumsal ortak yaşam düzenlemesi sadece gerçekçi olmamakla kalmaz, beraberinde aynı zamanda hatırı sayılır bir katılık da getirecektir. Biyoiktidarin özgünlüğü daha ziyade, bu tür büyük olayları öngörmesi; ortalamaları ve normallik katsayılarını ortaya çıkararak hesaplanabilir hale getirmeye çalışmasıdır. Bunu yapmak için, olasılık ve risk hesaplamalarının, yani doğum ve ölüm oranlarının, trafik kazalarında ölüm oranlarının, [bedensel] engelliliğin veya salgın hastalıklardan etkilenenlerin temeli olabilen “nüfus” ile kendi nesnesini yaratır. İktidar belirli normallik varsayımlarına ve normallik eğrilerine dayanır.

Bu tür esnek normallik varsayımları temelinde öngörülebilir sapmalar beklenir ki böylece müdahale etmek mümkün olsun – ancak amaç vakaları dışlamak ve önlemek değil, uygun önlemlerle bu sapmaları yine normallik eğrisine geri getirmektir. İktidar, istatistiksel düzenleri ve her defasında yeni krizleri kontrol ederek kendini yenilemeye çalışır.

…Sınırlandırılmış İktidar Tekniği Olarak

İlk bakışta, mevcut durumun bu biyo-iktidar modeline karşılık geldiği izlenimi edinilebilir. Benim görüşüme göre, durum tam olarak böyle değil veya sadece sınırlı bir ölçüde böyle, Bu iktidar uygulama biçimi, bir bakıma başarısız oldu. Çünkü Agamben’in de gündeme getirdiği soru, mevcut kriz reaksiyonlarının, düzenli olarak meydana gelen çok sayıda ölüme sebep olan grip salgınları durumundakinden neden farklı olduğudur. Korona virüsün daha tehlikeli olduğu, çünkü grip virüsünden daha bulaşıcı ve ölümcül olduğu iddia ediliyor. Ama bu bir tahmin. Agamben’in sorusunun cevabı, korona virüsü daha tehlikeli kabul ediliyor zira onun riski şu ana kadar hesaplanamamış olması ve toplumun iyi prova edilmiş normallik beklentilerine karşılık gelmemesidir. Başka bir deyişle, mevcut güvenlik sistemini denormalizasyon yoluyla sorguluyor olmasıdır. İnsanların neoliberal yönetiminin risk hesaplamalarının tasarlandığı hiçbir şey artık etkili değildir: Belirli bir şekilde tanımlanabilir nüfus gruplarında, belirli sayıda hastalık (kalp ve kan dolaşımı, şeker hastalığı) ve operasyonlar (diz, kalça)… Korona virüsü, her şeyden önce özel risk gruplarıyla ilgili göründü: Daha önce hastalığı olan veya belirli bir yaştan olanlar. Ancak prensipte herkesin etkilenebileceği açıkça görülüyor. Foucault’nun iktidar analizine göre, bu sadece bir biyo-politika meselesi değil. Bu, daha ziyade, dışlama ve hapsetme iktidarı ve disiplinci iktidar ile birleştiriliyor: Yeni inşa edilen hastaneler, izolasyon istasyonları, kendi kendine karantinalar, apartmanlarda, evlerde, şehir mahallelerinde birbirinden fiziksel mesafe ve ayrılma. Küresel toplum, dijital kontrol mekanizmalarıyla iç içe geçmiş karmaşık bir güç teknolojileri karışımına doğru gidiyor gibi görünüyor.

Bir patojenin sosyal süreçlerde tetiklediği rasyonalizasyonun gücü ve şiddetini, yani virolojik ve epidemiyolojik bilginin günlük ve politik eyleme güçlü bir şekilde tercüme edilmesini, Foucault’nun terimleriyle anlayabiliriz. Bununla birlikte, Michel Foucault’nun analizlerinde, Sotiris’in de işaret ettiği gibi, sık sık eleştirilen bir zayıflık ortaya çıkıyor. Foucault, hastalığın kendisinin yayılmasına karşı alınan önlemlerin ne ölçüde rasyonel olduğunu ve iktidar-eleştirisi açısından ne yapılması gerektiğini analiz etmek ve değerlendirmek için herhangi bir düşünce ve terim sağlamıyor.

Korona virüsünü ortaya çıkaran şimdiki kriz, kısa bir sürede art arda gelişen dördüncü denormalizasyon krizidir. Bunlardan ilk akla gelen, politikacıların ve ekonomistlerin tamamen olasılık dışı olarak düşündüğü 2008 mali krizidir. Bankacılık ve sigorta endüstrilerinin risk hesaplama modellerine inanıyorlardı. Küresel risk dağılımı nedeniyle, 2008 gibi bir krizinin meydana gelmesinin asla mümkün olamayacağı söylenmişti. İkinci denormalizasyon, Akdeniz’de ve Güney Avrupa sınırlarında, herhangi bir güvenlik veya perspektif olmaksızın çıplak yaşamlara, pek çok yaralanmaya ve ölüme yol açan, ancak Avrupa’da günlük yaşamdan tekrar tekrar gizlenen mülteci ve göç hareketleridir ki bunların aynı zamanda Avrupa’daki kapitalist merkezlerin politikalarının bir sonucu olduğu da unutulmamalıdır. Bir başka denormalizasyon, iklim değişiminde yatmaktadır. Fırtınaları, şiddetli yağmur ve selleri, kuraklığı, orman ve [Avusturalya] çalı yangınlarını normalleştirmek ve bunları normallik eğrilerine karşılık gelen olaylar olarak sunmak için sürekli çaba gösterilmektedir. Radikal eylem şarttır, çünkü iklime zarar veren eser gazların emisyonları, muhtemelen insan yaşamı için [Korona] virüsün mevcut tehdidinden çok daha büyük bir tehlikedir. Salgının üstesinden gelmek için mevcut stratejiler, devlet kurumlarının ve özel şirketlerin ne kadar bunalmış olacağı hakkında bir fikir vermektedir. Ekolojik gelişmeler için yapılması gereken müdahalelerin kapitalist yeniden üretim kalıpları üzerinde ciddi sonuçları olacaktır. Bu nedenle projeksiyonlar oluşturulsa da buna uygun çok az pratik hamleler yapılmaktadır. Enfeksiyonların nedenleri, kapitalist birikim dinamiğinin doğa ile metabolizmayı bozmasından kaynaklanan patojenler olduğundan[3], bu pandeminin diğerleri tarafından takip edileceğine dair bazı göstergeler vardır ve şu soru ortaya çıkmaktadır: demokratik bir toplum, böyle haftalarca ve aylarca süren kaç “savaş” ve “olağanüstü hal”‘in üstesinden gelebilir? Burada, çok temel bir sınır teorisi sorusu sorulmalıdır. Gelecekteki krizlerin üstesinden gelme işi, krizden sonra hemen sermaye birikiminin iktidarının normalliğine ve “yeniden yapılanma”nın denetimine dönecek olanlara bırakılabilir mi? Krizden kâr elde etmek için faydalanacaklara? Çokluğun özgürlüğü ve özerkliği, azınlığın piyasa özgürlüğüne karşı savunulmak zorunda değil mi? Pandemiler enfekte olmuş insanlara, hasta ve ölülere neden oluyor. Kararlar, bunların sayılarını küçük tutma kabulü üzerine veriliyor. Bu sebeple önemli kısıtlamalar, önlemler, kontroller ve yeni iktidar aygıtlarının oluşumu kabul ediliyor. Fakat toplumlar, özgürlüklerini savunup, koşullarını yeniden düzenledikleri takdirde daha büyük kurban sayısından kaçınıp kaçınamayacakları sorusuyla karşılaşacaklar. Sosyal serveti yöneten ve temellük eden bir azınlık olduğu gerçeği dikkate alındığında, üzücü bir alternatif.

Denormalizasyonu dönüştürücü şekilde tersine çevirmek

Tüm denormalizasyon süreçleri, belli bir an için dönüşümsel eylemi tetiklemiştir, fakat bunlar her defasında ve her şeyden önce nüfusun küçük bir azınlığının güç ve kâr heveslerine karşılık gelen alışıldık bir normalleşme eğrisine geri döndü. Sürdürülebilirlik, yeterlilik ve herkes için geniş çapta refahı garanti eden, farklı bir normallik modeli, farklı yasalara yol açan değişiklikler sağlamak için bu krizlerin dinamiklerini kullanma çabaları son yıllarda sürekli olarak başarısız oldu. Momentum kullanılmadı, zaman kaybedildi, yıkım göze alındı, insan yaşamı tehlikeye atıldı. Korona virüsünün yol açtığı talihsizlikle spekülasyon yapmak pek hoşnut etmese de, bunun yeniden umut etme ve dönüşümsel değişiklikler yapmaya çalışma olanağını sunduğunu da söylemek gerek. Sonuçta, kapitalist “çarka” derinlemesine müdahale etmenin, üretim ve tüketim hacminin azaltılmasının mümkün olduğunu gösteren, inanılmaz önlemler alındı. Marx bir keresinde Kugelmann’a[4] yazdığı bir mektupta “bir yıl demiyorum, bir kaç hafta dahil, çalışmayı bırakan” her ulusun gebereceğini yazdı. Kapitalist merkezler şimdi böylesi gerçek bir deneye yaklaşıyor. Görünüşe göre Marx prensip olarak değil ama zaman ufku açısından yanılıyordu. Bunun sebebinin, toplumun muazzam zenginliği olduğu düşünülebilir. Büyümenin refah ölçüsü, birikim baskısı veya demokratik, sürdürülebilir ve yeterli ekonomik döngülerin gerekliliği hakkında eleştirel olarak söylenen her şey doğrulanmıştır. Aslında, tükettiğimiz şeylerin çoğu veya çalışma ve yaşama şeklimiz (bu ölçüde) gerekli değildir. Üretici güçlerin gelişimi, yeni refah biçimleri geliştirmek ve doğayı ve insanları muhafaza etmek, korumak veya restore etmek için, doğanın sömürülmesi ve metabolik döngülerinin tacizinin azaltılabileceği üretim koşullarına uzun süredir izin vermekte. Mevcut durum, üretim ve tüketim kalıplarını eleştirel olarak gözden geçirme, demokratik revizyona tabi tutma ve döngüleri yeniden düzenleme fırsatı olabilir.

Mevcut krizde dayanışma gerekli ve insanlar bunu mahallelerde, komşular arası yardımlaşmada, işsizliğin korunmasına yönelik grevlerde, ücretlerde, iş güvenliğinde, (ABD, İspanya, İtalya, Fransa’da) beklenmedik ölçüde yaratıcı dijital faaliyetlerde kendi kendini örgütleyerek gösteriyor. Medya ve hakim siyaset – pek çok kişinin mültecilere destek için örgütlendiği gibi göç yazından[5] sonra olduğu gibi- bu dayanışmayı yok etmeye çalışabilir. Bu nedenle, bu dayanışma uygulamalarını savunmak önemlidir: Buna, komşular arasında destek ve otonom çocuk bakımı, yeni eğitim ve tartışma formatları, acil tıbbi personelin uzun vadeli istihdam olanaklı hızlı eğitimi, üretimin dönüşümü, ekonomik süreçleri tamamen çarpık bir şekilde yansıtan ve tüm ekonomiyi iflasa sürükleme tehlikesi olan borsada hisse alıp satımının askıya alınması, bankaların bundan fırsat çıkarmasına izin vermeden işsizler, şirketler veya serbest meslek sahipleri için kamu desteği, ödeme yükümlülükleri (kiralar, perakende faturalar gibi) için gerekirse bir moratoryum, koşulsuz temel gelir, zenginler ve çok zenginler için aşamalı bir dayanışma ek vergisi (ve bunun yani sıra sermaye kontrolleri) ve ECB [Avrupa Merkez Bankası] politikalarının yeniden düzenlenmesi dahildir.

Mesele her şeyden önce, şu anda sosyal organizasyonda ortaya çıkan değişiklikleri hesaba katmakla ilgili olacak. Krizden çıkış yolu geleceğin kendisi için önemli hale gelecektir. Otoriter stratejiler ve kurumsallaşmalar, bir kez yaratıldığında, dahil olanlar fark etmeden, güçlü aktörlerin amacına uygun devam edebilir. Bunlar şu an dikkatleri dağılmış olan kamuoyunun gözden kaçırabileceği gelişmelerdir.

Ancak mevcut gelişmeler de dönüşüm talebi için beklenmedik perspektifler yaratmaktadır. Toplumsal yaşamın seviyesi bu kadar azaltıldıktan sonra, krizden kaçınan ve krize dirençli olan, insanların tam katılım ve karar verme yeterliliklerine dayanan, onların ihtiyaçlarına yönelik bir toplumsal üretim ve tüketim tarzını savunma fırsatı ortaya çıkmıştır. Bu, krizleri birçok kişinin zararına olacak şekilde fırsatçılığa çevirecek çıkarların gelişmesini de engeller.

 

ÇEVİRİ: ÇAĞRI KAHVECİ

NOT: Rosa Luxemburg Vakfı bilimsel danışma kurulu başkanı Alex Demirovic’in mart ayında kaleme aldığı makalenin orijinaline şu adresten ulaşabilirsiniz: https://www.zeitschrift-luxemburg.de/in-der-krise-die-weichen-stellen-die-corona-pandemie-und-die-perspektiven-der-transformation/DİPNOTLAR

[1] Ç.N. Harcamanın geliri aşmadığı ve kamu borcunda artış olmadığı, yani yeni bir borcun gerekli olmadığı dengeli bir kamu bütçesini belirtir

[2] René Schlott: Virusbekämpfung und die sozialen Folgen, in: Süddeutsche Zeitung, 17.3.2020; vgl. taz vom 18.3.2020.

[3] Zur Ursache von Pandemien der vergangenen Jahrzehnte s. Sonia Shah: Woher kommt das Coronavirus?, içinde: Le Monde diplomatique, Mart 2020.

[4] Karl Marx, Kugelmann’a 11 Temmuz 1868.

[5] Ç.N. Yüzbinlerce mültecinin 2015 yazında Avrupa’ya gelmesi kastediliyor.

 

KAYNAKÇA

Foucault, Michel, 1977: Sexualität und Wahrheit, Bd. 1, (Cinselligin Tarihi 1. kitap), Frankfurt/M

Foucault, Michel, 2004: Geschichte der Gouvernementalität I: Sicherheit, Territorium, Bevölkerung, (Güvenlik, Toprak, Nüfus). Frankfurt/M

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
211AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin