iktibasgenelBelli ki yanlış bir Leyla - Ulaş Gökçe
yazarın tüm yazıları:

Belli ki yanlış bir Leyla – Ulaş Gökçe

Yeniçağ podcastını dinleyin

Kıbrıs’ta sol bir partinin mensubu olmak ve sol bir gastede yazıları yazmak iyiden iyiye herhangi bir nitelik veya ölçüt  gerektirmeyen uğraş hale geliyor. Kıbrıslı Türklerin sol siyaset alanı solda durup solla yani aslında emekle, paylaşmayla, dayanışmayla, ideallerle, hümanizmayla ilişkisini yıllar önce kesenlerden, binbir türlü haltlara ortak olup solcu olduğunu iddia edenlere varacak kadar renkli simalarla dolu. Hatta bazen çoğunluğu ele geçirdiklerini dahi düşünüyorum. İşte gastelerin köşelerine tüneyen renkli bir grup adam bir tatsız didaktik üslubla bizlere sol nedir, solcu nasıl olunur, çağdaş solcular ne yapmalıdır, çağdaş bir sol Kıbrıs sorununa nasıl bakmalıdır, sendikacılık aslında nedir, nasıl sendikacılık yapılır gibi konularda öğütler vermektedir. Bu didaktik üslub, kendi kendine ideolog misyonu çizmişlikten, kendini yeni Kıbrıs’ın yeni solunu kuracak düşünce adamları olarak görmeye başlamadan tezahür ediyor olacak. Neyse işin şeklini geçip özüne gelelim.

Gaste ve siyaset köşelerini kapanlarda bir ortak özellik gözleniyor: bu ideologlar kendilerini, nasıl solcu olunuru solculara, nasıl sendikacılık yapılırı sendikacılara anlatmaya adamış adeta. Ancak buradaki temel sıkıntı bu adamların ideolojik ve ruhsal olarak karşıt bir yere kayıp solda duranlara, emeğin örgütlülüğünden şikayetçilerin yanında durup sendikacılara dertlerini doğal olarak anlatamayışıdır. Bize Avrupa’da nasıl solcu, sendikacı olunuru anlatıyorlar. Onlara, duru gerçeklerle, bunun hiç de böyle olmadığı anlaşılır bir dille aktarılıyor. Ama onlar hala solun ve sendikacının işte “öyle” olması gerektiği savlarına devam ediyor.

Esas sorun bu ideologların bu argümanları anlamayışı değildir. İşin özü onların bu argümanları kabul etmeyişinde, yani aslında soldan ve sendikal hareketten gelen argümanlara sıcak bakmayışındadır. İşin detayını yüzeysel olarak olsa da girelim. İdeologlar, Kuzey Kıbrıs’ta gerçekleştirilen asimilasyon politikasına, ekonominin kıbrıslısızlaştıma çabalarını, çözümsüzlüğü mümkün olduğunca uzaklaştırmak için sürerdurumun devam ettirilmesi, daha az masraflı hale getirilmesi ve hatta yenisinin inşa edilmesi, iş yaşamında önemli kazanımlar olan örgütlülük ve toplu pazarlık hakkının ortadan kaldırılması gibi olguları reform ve değişim olarak adlandırmaktadırlar. Bunda bir sakınca var mıdır? Bunda bir sakınca yoktur çünkü isteyen istediği ruhsal veya ideolojik kaymayı yaşayabilir. Ancak bu açık kaymaya rağmen başkomutan edalarında, her şeye rağmen emekten, barıştan ve halkların kardeşliğinde ısrar edip kaymayanları hem de onların tarafında durur gibi yapıp suçlamakta, onları olması gerektiği olduklarından suçlamaya, sonra da sözde nasıl olmaları gerektiğini söylemelerinde sakınca vardır. Sakınca vardır çünkü yaşadıklarımızı içselleştirme, bununla barışma ve uyum içinde yaşamın yöntemini arama yerine onunla, gücü yettiği ölçüde, savaşmayı tercih edenlere bunu söylüyorlar. Sakınca vardır çünkü onlar var olan değil istediği bir solu ve sendikayı görmemiz için bizi zorluyor. Sakınca vardır çünkü yalnız onların dünyasında var olan bir solu ve sendikayı kabul etmeyenleri soğuk savaştan kalmalar olarak adlandırıyor. Ama onların istediği sol düpedüz garip, sığ bir sağ ve istedikleri sendika bir sardunya sevenler derneği. Bu heriflerin kaydığı nokta sol liberal çizgi olsa acısı daha az olacak ancak adamlar neoliberal sağa sığınmış. Onlar gibi didaktik olma niyetinde değiliz ancak Ahmet İnsel’in hegemonyanın yeni dili tarifini de hatırlatmak isterim. İşte adamlar bu yeni hegemonik dille, sosyal devletin tüm özellikleriyle ortadan kaldırılmasıyla rahatlayacak sürerdurumun devamını savunmaktadırlar. İşte bu ideologlar bu hegemonik dille “sizin bildiğiniz sol ve sendika öldü; başınız sağolsun. Bakın size cebimizdeki şirin ve sürerduruma da uygun elbiseyi vereceğim” demektedir.

Solcu ve sendikacı olmak zor, zahmetli ve yorucu bir iştir. Soldaysanız iktidardayken bile sürekli muhalifsiniz demektir. Soldaysanız ve hatta küçücük bir ülkenin, küçücük bir toplumunun, küçük bir kesiminde solcuysanız ve karşınızda kocaman ülkelerin koruduğu bir sürerdurum varsa işiniz çok yorucu ve hatta tehlikeli demektir. Solcuysanız, yurttaşlarınızın kendi memleketlerinde kalabilmeleri için kamu dahil tüm alanların genişmelesi istiyorsunuz demektir. Solcuysanız refah getirip getirmediğine bakmaksızın halkların kardeşliği, savaşların kalıcı olarak önlenmesi adına sürerduruma karşısınız demektir. Emeğe küresel ve yerel saldırının en şiddetlisinin yaşandığı bu günlerde sendikacıysanız kelle koltukta gidiyorsunuz demektir. İnsanlar işlerinden olurken, çalıştığınız kurumlar ya kısmen ya da tümden özelleştiriliyorsa sendikacılık kolay değil. Bunlar zor iş. Böyle solcu, sendikacı olmak da zahmetli bir iş. Ama kolay olan solun ve sendikanın içini boşaltıp içine kendi söylemini koyup yola devam etmektir. Erasmus, Adagia isimli eserinde “In regione caecorum rex est luscu” yani körlerin memleketinde tek gözlü kral olur demektedir. Bu adamlar solcuların ve sendikacıların kör olmadığını bilmelidir. Hatta solcuların şu hikayeyi bildiklerini de unutmamalıdır. Hikayede körlerin el yordamıyla fili tarif edişlerinden bahsedilmektedir. Buna göre körler fili, fil dışında farklı şeylere benzetmektedirler. İdeolojik ve etik yön tayinlerini kaybedenler de öyledir.

Bu renkli ideologlar, halkımızın nefes almasına izin vermeyen sürerdurumu savundukça, kamusal zenginlikleri yabancı veya yerli sermayeye peşkeş çekilmesi ile yurtdaşların tek istihdam imkanı olan kamusal alana ve emeğin örgütlülüğüne saldırıları, Kuzey Kıbrıs’ın anadolulaştırılmasını “reform” olarak nitelendirdikçe hala solda ve sendikalardan yana olduğunu düşünüyor. Ama körlerin hikayesinde olduğu gibi bu adamlar farklı bir “şey” tarif ediyorlar. Tarif ettikleri de ne sendika, ne sol, ne de etikdir.

Her şey bir yana yazılarından anladığımız kadarıyla yarıaydınlıktan müzdarip ve hayatında hiçbir hak ve emek mücadelesinde yer almamış, toplumu için kılını kıpırdatmamış bu adamların Kıbrıs Türk soluna ve sendikal hareketine başöğretmenlik yapmaya entellektüel durumu müsait değildir. Ülkenin solu ve sendikaları bu adamlardan sorulmuyor. Şükür ki bir ideoloji olarak sol da öyle. Ülkenin solu, solu da solcuyu da biliyor. Emeğiyle geçinenler nasıl bir sendika istediklerini de iyi biliyorlar. Bu yüzden bu heriflerin racon keymeyi bir kenara koyup kendini özgür bırakmaya başlaması lazım. Nasıl mı? Sürerdurum, kendini düşünsel olarak idame ettirmesi için her türlü geçmişten insana ihtiyaç duyar. Tavsiyemiz bu iki arada bir derede kalmışların, hazır sürerdurum kendine reformist arıyorken, ona köşelerden, biraz mahçup bir halde değil bizzat ortasından destek vermeye başlaması yönündedir. Bu, hem onları, hem Kıbrıs Türk solunu ve sendikalarını özgür kılacaktır.

Eğer tavşan gibi kulakları varsa, tavşan gibi besleniyorsa, tavşan gibi koşuyorsa ve doğurduğunda minik tavşanlar ortaya çıkıyorsa o şey bir tavşandır. Bu adamlar sağ tarihsel analiz yapıyor, neoliberal iktisadi öğretinin yaptırımlarını övüyor, sağın doğası gereği sürerdurumu yeniden üretmenin formüllerini açıklıyor, “reformlara” direnenleri çağdışı ilan ediyor, sedikaların konumunu yıpratmak için türlü şaklabanlıklar yapıyorlar. Doğal olarak da bu herifler soldan ve sağdan bakınca neoliberal çizgide ve emeğin karşısında görülüyor. Bunda bir sakınca var mıdır? Elbette yoktur. Ama herkesin kendi safında durmasını isteme hakkımız var.

Vesselam belli ki bu yanlış bir Leyla…

(Bu yazı facebook’ta yayınlandı)

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
233AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin