arşivUlus IrkadTürkiye’de bir tabu aralanırken Mustafa Suphi olayı-2- Ulus Irkad
yazarın tüm yazıları:

Türkiye’de bir tabu aralanırken Mustafa Suphi olayı-2- Ulus Irkad

Yeniçağ podcastını dinleyin

1917 Şubat Devrimi, 1. Dünya Savaşı’nda bir hayli güç durumda bulunan Osmanlı Devleti için büyük bir umuttu. İlk dönemlerde iktidarda olan İttihat ve Terakki Cemiyeti liderleri kesin istihbarat yokluğu nedeniyle bu konuda bir açıklama yapmakta acele etmiyorlardı. İttihat ve Terakki Cemiyeti hükümeti gidişatı izlerken, bir yandan da ciddi ön hazırlıklar yürütüyordu. Hükümetin talimatıyla Rusya’da baskı altındaki Müslüman topluluklar çevresinde propaganda faaliyetleri yürütülüyor, onların yaşadığı bölgelere Türk eylemciler gönderiliyor ve İttihatçı rejim dikkatini Kafkaslar üzerinde yoğunlaştırıyordu. İttihatçı liderler yenilgiden sonra mücadeleyi, 1913’te Gümülcine’de takip edilen taktikle yürütmeyi planlıyordu ancak mevcud koşullarda böylesi bir mücadelenin dış destek olmadan örgütlenmesinin mümkün olmadığının da farkındaydılar. Almanya ve müttefiklerin yenilgisi gün be gün daha da kaçınılmaz göründüğünden, bu tür bir desteğin farklı bir kaynaktan gelmesi gerekiyordu.Bu plana göre, destek sağlayacak ülke öncelikle İtilaf devletlerine rakip olmalıydı. Bu koşullarda, Bolşevikler tarafından ilan edilen savaştan çekilme yönündeki ilkeler ve İtilaf devletleri tarafından Bolşevik idaresinin tanınması, İttihatçıları, Bolşevikleri muhtemel müttefikler olarak kabul etmek yönünde harekete geçirdi. 13 Kasım 1917’de Vakit gazetesi, “Halihazırda Rusya’da İtilaf devletlerine düşman olarak kabul edilen yeni bir idareyi  müttefik olarak kabul edilebiliriz” diye yazıyordu. Bolşeviklere karşı duyulan güven, bilhassa Osmanlı Devleti’ni paylaşma amaçlı gizli antlaşmaları yayımlamalarından sonra arttı. Bolşevikler hakkında büyüyen ilgi o dereceye varmıştı ki, basın “Bütün Kafkas Ermenileri Bolşevik oldu” gibi haberlerle kaygılarını dile getiriyordu. Bolşeviklerin izlediği siyaset ve Brest-Litovsk Antlaşması, İttihatçıları Sovyet Rusya’nın Anadolu’da yürütülmesi planlanan milli mücadeleyle ilgili adımlara destek sağlayacak ülke olduğuna kesin olarak ikna etti. İstanbul’u terk ettikleri sırada İttihatçı liderler Bolşeviklerle ilişkiye geçip onların desteğini almak için yeterince plan yapmışlardı. Enver Paşa, İstanbul’u terk etmeden bir gün önce Kuruçeşme’deki yazlığında, Teşkilat-ı Mahsusa’nın reisi Hüsamettin Bey’e (Ertürk) bu konuda şöyle diyordu: “Moskova’dan kendimize yardım yaptıracağımızı ümid ediyorum. Bolşevikler bu kapitalist ve muzaffer devletlere düşmandırlar. Bizi tutacaklardır”.

Kuruçeşme’deki bu görüşme iki açıdan önemlidir. Öncelikle Enver Paşa, Hüsamettin Ertürk’e Teşkilat-ı Mahsusa’nın yalnız kağıt üzerinde lağvedildiğini söylemiş, ancak gerçekte varlığını sürdürmesi ve milli mücadelede önderliği ele alması yönünde kati emirler vermişti. Böylece, Enver Paşa kendisine bağlı ve temelde kendi yandaşlarından oluşmuş bir gizli örgütü milli mücadelenin temel gücü haline getirmeyi amaçlıyordu. İkinci olarak da, Enver Paşa, tam da bu Teşkilat-ı Mahsusa’nın temeli üzerine, salt bir isim değişikliğiyle- kendini Bolşeviklere bir devrimci olarak sunabilmesi için elzem olan- Umum Alem-i İslam İhtilal Teşkilat’ını tesis  etti. Daha sonra Moskova’da kendini bu örgütün lideri olarak sunacaktı. Enver Paşa bu örgütle , Bolşeviklere bütün İslam ülkelerinde teşkilatı olan çok güçlü bir Müslüman girişimini takdim etmeyi amaçlıyordu.

Şunu da belirtmek gerekir ki, Enver Paşa diğer İttihatçı liderlerden farklı olarak İstanbul’dan ayrılır ayrılmaz Bolşeviklerle bağ kurmaya çalışıyordu ve Berlin yerine Moskova’ya gitmek amacıyla Kırım ve Kafkaslar üzerinde birkaç denemede bulundu.

Anadolu’da ise İttihatçılar Mustafa Kemal’i daha sonra liderlikten değiştirme planları kurmaktaydılar.Bolşevikler İttihatçıların itibarının düşmüş olmasını ve özellikle savaş yıllarında işledikleri katliamları dikkate alarak İttihatçılarla Kemalistler arasında ayrıma gidiyor, Kemalist hareketin bir halk hareketi özelliği gösterdiğini ve İttihatçılarla bağı olmadığını kabul ediyordu.1919 ve 1922 yılları arasında Kemalistler ve Bolşeviklerin birbirlerine ihtiyacı vardı ve bu yüzden bazı bariz gerçeklerin üstünü örtüyor ya da farklı yorumluyorlardı. Ancak 1926’dan sonra Türkiye ile Sovyetler Birliği ilişkisinde sorunlar su yüzüne çıkmaya başlayıp, Türkiye’nin Avrupa yanlısı tutumu belirginleştiğinde Sovyet DİK (Dış İlişkiler Komiserliği) yazışmalarında milliyetçi hareket hakkında daha gerçekçi yorumlara yer verilmeye başlandı. Örneğin, 15 Ekim 1927’de Rusya AK komiseri yardımcısı Lev Karahan’a ilettiği raporda Türkiye büyükelçisi Surits şöyle yazar: “Türkiye’de halk ihtilali askeri mücadele sonucunda elde edildi. Milli güçler başından beri askeri unsurların altında birleşmişlerdi. Halk kitleleri bu ihtilalde pasif bir rol oynuyorlardı”.

Bülent Gökay adlı tarihçi, Mustafa Suphi önderliğindeki bir grubun 22 Ocak 1919’da Kırım’a varmasını –daha sonra Moskova’ya geçtiklerini ve bunu Türklerle Bolşevikler arasındaki ilk temas olarak kabul eder. Aynı yazar, 12 Haziran 1919’da Amasya’ya giden Mustafa Kemal’in Bolşeviklerle ilişkiye geçmenin uygun olup olmayacağı konusunda bir mektupla Kazım Karabekir’e başvurduğunu, Karabekir’in de bu ilişkiyi “şimdilik resmi olmayan, kişisel bir düzeyde tutmak ve Türklerin Sovyet yardımına mahkum olduğu izlenimini vermemek koşuluna” bağladığını yazar.16 Mart 1920’de İtilaf devletleri tarafından Meclis-i Mebusan’ın kapatılması da Kemalistlerle Bolşevikler arasında doğrudan ilişki kurulması için önemli bir itici güç oldu.Daha sonra yapılan görüşmelerde Türk Heyeti bir yandan Kafkaslarda işbirliği çağrısı yaparken, bir yandan da Ermenileri Bolşevizmin yayılması önündeki yegane engel olarak gösteriyordu. Milli Mücadelenin başlıca düşmanlarının Yunanlar ve Ermeniler olduğu göz önünde bulundurulduğunda dikkat çekici olan bir nokta da, Mustafa Kemal hükümetinin Osmanlı topraklarında yaşayan Ermenileri ve Rumları “Türk emekçi sınıflarını ezen büyük burjuvazi” olarak göstermek istemesidir. Enver Paşa Komünist görünmek için bir de Komünizmi öven broşür çıkarmıştı. Tabi buna karşı ilk engel Mustafa Kemal’in başkanlığını yaptığı Komünist grup buna karşı çıktı. Bakü’da 1920 Eylülünde toplanan 1. Doğu Halkları Kongresi’nde Türk komünistlerin Enver Paşa’nın konuşma yapmasını engellemeleri oldu.

Baku Kongresi sonrasında Enver Paşa Moskova üzerinden Berlin’e, bir “İslam İhtilali” örgütü kurmak için gitti, fakat aynı dönemde esas amaçlarından biri, Anadolu’ya geçtiğinde ve ilerde kendisine asıl desteği verecek olan İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin tekrar canlandırılmasıydı.

Bolşeviklerle başarılı bir işbirliğinin sürdürülmesi açısından hem Enver hem de M. Kemal için en azından sosyalist görünmek ve komünist fikirlerin kullanılması zorunluluğu açıktı. M. Kemal, Enver Paşa’ya olduğu gibi, Mustafa Suphi’nin liderliğini yaptığı Türk komünistleri grubuna da şüpheyle bakmaktaydı. Bakü Kongresi’nin acı deneyimini göz önünde bulunduran Enver Paşa, Türkiye’deki yandaşları aracılığıyla bir komünist partisi kurma deneyimine girişiyordu, ancak daha başarılı durumda olan M. Kemal de benzeri düşüncelere sahipti. Böylece, M. Kemal’in girişimiyle Türkiye’de, Hakkı Behiç başkanlığında “resmi” bir komünist Partisi kuruldu ancak bu M. Kemal’in Bolşeviklerle olan ilişkilerde kullanacağı bir oyun kartından başka şey değildi. Surits bu partinin kurulmasını,”Eğlencemiz için M. Kemal tarafından kurulmuş resmi Komünist Partisi” şeklinde ifade ediyordu. Diğer taraftan, bu adımla M.Kemal, Anadolu’da bulunan ve Rusya’ya bağımlı durumdaki gerçek komünistleri etkisizleştirmiş oldu.

NOT:

-Yukarıdaki yazı;

Arsen Avangyan’ın Toplumsal Tarih Dergisi’nin,159. ve 160. Sayılarında “Kurtuluş Savaşı’nda Ankara Sovyet İlişkileri” ve “Mustafa Kemal’e karşı Enver Kartı” adlı yazılarından faydalanarak hazırlanmıştır.

-DEVAM EDECEK-

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
216AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin