Kıbrıs iktibasYonca ÖzdemirŞampiyon Melekler, İnşaat ve Ahbap-Çavuş Kapitalizmi - Yonca Özdemir
diğer yazılar:

Şampiyon Melekler, İnşaat ve Ahbap-Çavuş Kapitalizmi – Yonca Özdemir

Yeniçağ podcastını dinleyin

Orjinal yazının kaynağıkibrisligazetesi.com

Şampiyon Meleklerin aileleri ne zaman konuşsalar, ne zaman eylem yapsalar, ne zaman haykırsalar “katillerin peşini bırakmayacağız” diye, gözlerim doluyor, boğazıma kocaman bir şey düğümleniyor.

Benim de biri lisede, diğeri ortaokulda iki çocuğum var. “Ya aynısı benim başıma gelseydi?” diye düşünmeden edemiyorum.

Sanırım herkeste aynı keder. Her çocuğun ölümü bize kendi çocuklarımızı kaybetme korkusu yaşatıyor. Elimiz ayağımız buz kesiyor. Kendi çocuklarımız iyi diye sevinemiyoruz dahi. Yakınlarını kaybedenlerin acısı hepimizin acısı oluyor.

Yavrusunu kaybetmiş anne-babalardan daha azimli bir kuvvet olamaz herhalde. O yüzden bu anne-babalar da büyük bir kararlılıkla davalarının peşindeler. Ben de bu yazımda bu davalarının ne kadar büyük bir dava olduğunu anlatmaya çalışacağım.

İNŞAAT ÇILGINLIĞI

İnşaat sektörü Türkiye’deki herhangi bir ekonomik sektörden çok daha öte bir yere sahip. Hatta Tanıl Bora’nın derlediği “İnşaat Ya Resulullah” kitabında yazıldığı gibi, inşaat AKP iktidarının ekonomi-politiğini çözümlemek için en kilit alan.

Sebeplerine gelince…

Öncelikle AKP döneminde Türkiye’nin koca bir şantiyeye dönmüş olması herkesin malumu. (Kuzey Kıbrıs’ın da aynı yolda ilerlediğini hemen hatırlatayım.) Hem popülizmden hem de görüntüde kalkınmacılıktan alınan gazla yapılan koca koca blok binalar, bol şeritli otobanlar, devasa alışveriş merkezleri ve havaalanları Türkiye’de siyasi platformlarda gururla ifade edilen ve göğsü kabartan ve ayrıca da oy kazandıran unsurlar haline geldi.

Türkiye’de inşaat sektörü kalkınmanın, refahın ve zenginliğin sembolü olarak gerçek değerinin çok daha üzerinde bir önem taşımakta. Hatta, bazı uzmanlar AKP dönemi ekonomi politikalarını “inşaata dayalı kalkınma” diye nitelendirmekte.

Tabi inşaat sektörünün yarattığı yarar sadece görüntüde değil. Kullanılan makine, teçhizat ve malzemeleri düşününce, bu sektörün desteklediği ve canlandırdığı birçok başka sektör var. Emlak kredisi veren finans sektörü de bunlardan biri. Dolayısıyla ekonominin motor sektörü olarak görülen inşaat sektörüne büyük değer atfedilmekte. Aynısı başka ülkeler için de geçerli olsa da AKP rejimi altındaki Türkiye’de inşaat sektörü daha da abartılı bir şekilde, sanki tüm ekonomiyi toparlayacak sihirli bir güç gibi görülmekte. Oysaki inşaat sektörünün ekonominin verimliliğine, ekonomideki katma değere ve uzun dönemli kalkınmaya olumlu etkisi fazla değil.

Ne var ki inşaat sektörü vasıfsız ve güvencesiz milyonlarca işçiye iş umudu veriyor. Yani toplumun en alt kesimlerinin geçimi için önemli bir sektör. Devlet inşaat sektörünü canlı tutarak işsizlik oranlarını düşürebiliyor.

Yani, hükümet olarak kısa vadeli bir vizyonunuz varsa, inşaat sektörü sayesinde hem büyümeyi yüksek hem de işsizliği düşük tutabilirsiniz. Bu yüzden inşaat sektörünü büyütmek, krize giriyorsa da vergiler ve teşvikler yoluyla desteklemek, ucuz kredilerle emlak talebi yaratmak, arz fazlası atıl binalar yaratmak pahasına yeni inşaat yapımlarını desteklemek, hatta ortaya çılgın inşaat projeleri atmak AKP iktidarı için önemli bir politika oldu.

Yeni yasa ve düzenlemeler, güçlendirilmiş TOKİ aracılığıyla devletin konut piyasasına doğrudan müdahalesi, kamu arazilerinin özelleştirilmesi, eski orman arazileri ve diğer koruma altındaki arazilerin satışı, Mortgage Yasası, Toplu Konut Yasası, imar afları vs. derken suni yöntemlerle şişirilen inşaat sektörü AKP modelinin temeli haline geldi.

Kentsel dönüşüm projeleri de bu ekonomik modelin önemli bir parçası olup bu modelin meşrulaştırılması için kullanıldı. Ne gariptir ki, kentsel dönüşüm uygulamasıyla deprem riski azaltılacak ve binalar depreme dayanıklı duruma getirilecekken ortaya tam tersi bir durum çıktı ve 2023 depremi de bu durumu açıkça gözler önüne serdi.

AKP’NİN “AHBAP-ÇAVUŞ KAPİTALİZMİ”

İnşaat sektörü AKP’nin Türkiye’de kurduğu “ahbap-çavuş” kapitalizminin de bel kemiğini oluşturuyor. Bunu anlamak için, öncelikle inşaat sektörünün özelliklerine bakmamız lazım. İnşaat sektörü kısa sürede kâr etmek için uygun bir sektör. Yani hızlı kâr peşindeki sermayedarlar için biçilmiş kaftan. Fazla sermaye yatırımı ya da vasıflı işçi de gerektirmiyor. Üstelik inşaat işçileri güvencesiz ve örgütsüz. Tüm bunlar inşaat sektörünün AKP’nin en büyük destekçisi ve çoğu bir zamanlar KOBİ olan MÜSİAD’lı şirketler için çok uygun bir sektör olduğuna işaret ediyor. Nitekim AKP döneminde inşaat sektörüne giren MÜSİAD’lı KOBİ’ler hızla dev şirketler haline geldiler.

Sadece sermaye birikiminin değil, siyasetin çarkları da inşaat sektöründe dönüyor. AKP’lilerin ve AKP destekçilerinin nasıl hızla zenginleştiğini inşaat sektörüne bakmadan anlamanız mümkün değil. AKP kimi veya hangi firmaları zengin etmek istiyorsa bunu inşaat sektörü üzerinden yapabiliyor. Şeffaflıktan uzak yapılan kamu ihaleleri yoluyla AKP rejimi senelerdir hem partinin önde gelenlerini hem de partinin destekçilerini devletten büyük kaynak aktarımları yaparak zenginleştirdi. Bundan en çok büyük projeleri kapan MÜSİAD’lı firmalar faydalandıysa da bazı ihalelerin daha küçük firmalara veya yerel taşeronlara gitmesiyle AKP’nin nemalandırdığı kesimlerin daha da genişlediğini anlayabilirsiniz. İnşaat, AKP rejiminin devlet eliyle en büyük sermaye transferlerini gerçekleştirdiği sektördür ve dolayısıyla AKP’ye bağımlı zengin bir sınıfın oluşturulmasında da en büyük rolü oynamıştır.

Dahası, haksız yollarla ve devletin verdiği ödeme güvenceleri ile de herhangi bir risk almaksızın ihaleleri alan firmalar tabi ki bunun karşılığını sadece AKP’ye karşı siyasi sadakatle değil partiye ve partiyle bağlantılı dini örgütlere yapılan “bağışlar” yoluyla da vermektedirler. Bu bağışların bir kısmı sosyal yardımlar adı altına AKP tarafından yoksul kesimlere transfer edilse de bir kısmının birilerinin cebine gittiği de yine malumunuz.

Yani, inşaat sektörü AKP’nin ahbap-çavuş kapitalizminin merkezidir. AKP rejiminin kendini yeniden ürettiği alandır.

İşin ucu Şampiyon Meleklere nerede dayanıyor?

Şurada: AKP kendisine bağlı sermaye gruplarını daha da zenginleştirmek için bürokratik denetimleri de zayıflatmış ve toplumun geniş kesimlerince heyecanla karşılanan imar afları yoluyla güvenli olmayan binalarda konut sahibi olma fırsatları da sağlamıştır. İşte bu yüzünden ortaya ruhsatsız binalar, ruhsatsız katlar, dere kumu karışmış betonlar ve kullanım izni olmayan binalar çıkmış ve bu binalar depremde on binlerce insana mezar olmuştur.

Dolayısıyla ne İSİAS otelin sahibi Ahmet Bozkurt’un otel binasının üzerine Erdoğan posteri asmış olması şaşırtıcıdır, ne Adıyaman TÜGVA Yüksek İstişare Kurulu üyesi olması, ne de otelin diğer ortağı Efe Bozkurt’un AKP Gençlik Kolları Ekonomi ve Mali İşler Komisyonu üyesi olması. Bunlar AKP rejiminde çok alışık olduğumuz ilişkiler yumağıdır.

AKP DÖNEMİNDE YARGI

Durum buyken ister istemez tek ümidimiz yargı kalıyor, fakat AKP rejiminde yargıya güvenemeyeceğimizi de biliyoruz.

AKP’nin iktidarda olduğu bu 22 yıl içinde Türkiye’de tek bir kişinin yönettiği bir rejim kurulmuştur. Hukukun üstünlüğü ortadan kalkmıştır. Yargı, bağımsızlığını yitirmiş ve yürütmenin emrine girmiştir; yürütme dediğimiz de aslında tek kişidir. İktidar üzerinde herhangi bir denge veya denetleme mekanizması kalmamış, ortaya adeta bir keyfiyet rejimi çıkmıştır. Özerk olması gereken kurumlar siyasallaştırılmış ve yandaşlaştırılmıştır.

Medya ve demokratik sivil toplum örgütleri de ya kontrol altına alınmış ya da sindirilmiştir. Muhaliflere yoğun baskılar uygulanmaktadır. Bu koşullar altında ne etkin muhalefet yapmak ne de hakkını aramak mümkündür.

Kısacası, Şampiyon Meleklerin yakınlarının verdiği savaş çok büyük bir savaştır, otoriter bir rejimin büyüttüğü yozlaşmış rant sistemine karşı verilen bir mücadeledir.

Ama çocuklarını, yakınlarını kaybedenlerin acıları ve azmi tabi ki daha büyüktür. O yüzden ümidimizi kesecek miyiz? Tabi ki hayır. Aksine inatla mücadele edilmesi, inatla ölen o gencecik canların hatırlatılması, inatla katillerin katil olduğunu haykırmak gerekiyor.

Ben Ahmet Bozkurt ve Efe Bozkurt’un AKP rejimi için vazgeçilmez kişiler olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla mutlaka ceza alacakladır. Ama alacakları cezanın ne kadar caydırıcı olacağı sadece var olan yasalara değil, verilen tepkilere ve davanın gündemde tutulmasına da bağlı olacaktır.

Kaybedilenler geriye gelmez ama başka çocuklar, başka canlar yitmesin diye hayatın ranttan daha değerli olduğu bir sistemin oluşması gerekiyor Türkiye’de ve her yerde. Böyle insani bir sistemin oluşabilmesi için demokrasinin ne kadar elzem olduğunu hatırlatmak isterim. Demokrasinin olmadığı ortamlarda yasaların nasıl tek kişilik bir iktidarın emrine geçtiğini gösteren en güzel örneklerdendir bugün Türkiye. Elbette ki ranttan çıkar sağlayan kesimler de bu rejimi ayakta tutmak için çabalıyor. Ancak bağımsız yargı, güçlü sivil toplum örgütleri ve özgür medya gibi sadece demokrasilerde bulunan etkenler iktidarlar üzerinde kontrol ve denge mekanizmaları kurabilir. Yoksa her yerde iktidarlar gücüne güç katmaya, iş insanları da ranta ve sermayelerine sermaye katmaya heveslidir. Yasalar ancak demokrasilerde toplum lehine işleyebilir.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
248AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin