yazılariktibasSürdürülebilir kalkınmanın sonu mu? - Jem Bendell
diğer yazılar:

Sürdürülebilir kalkınmanın sonu mu? – Jem Bendell

Yeniçağ podcastını dinleyin

Orjinal yazının kaynağıbraveneweurope.com
alıntı yapılan kaynakdunyadanceviri.wordpress.com

2022’nin dumanı tüten Kuzey yarımküre yazı, dünya liderlerinin Dünya Zirvesi için Rio De Janeiro’da bir araya gelmesinden bu yana gelen otuzuncu yılı damgaladı. Brezilya’da yüzlerce ülke, yoksulluğun ortadan kaldırılması ve çevrenin korunması için gelecekteki tüm siyasa oluşturma süreçlerine rehberlik edecek “Sürdürülebilir Kalkınma” fikrini benimsemeyi kabul etti. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonraki dönemin heyecanıyla hükümetler, şirketler ve NGO’lar, daha iyi bir yarın için ilerleme yürüyüşünü hızlandırmak için bir araya geldi.

Ancak, Sürdürülebilir Kalkınma için işbirliği çağının otuzuncu yılında bu model, hem yoksulluk hem de ekolojik koruma için kavramsal olarak kusurlu ve başarısız bir çözüm olarak ortaya çıkıyor. Modelin uluslararası kalkınma ajansları üzerindeki neredeyse hegemonik etkisi, toplulukları yeni yeni başlayan iklim çöküşüne karşı daha savunmasız bırakırken daha radikal alternatifleri bastırarak yarardan çok zarar vermiş olabilir. Bu nedenle, hem çevresel hem de toplumsal konularda çalışmak üzere istihdam edilen bizlerin artık Sürdürülebilir Kalkınma ideolojisini bırakmasının ve insanları, esneklik oluşturmak ve toplumsal refahı beslemeye daha elverişli kendi çerçevelerini eklemlemeleri için desteklemenin tam zamanı.

Sürdürülebilir Olmayan Kalkınma

Sustainability Dergisi için yazdığım son makalemde, sürdürülebilir kalkınma ideolojisinin, ona dayalı uluslararası kabul görmüş hedeflere doğru ilerlemedeki başarısızlık nedeniyle görgül olarak altının oyulduğunu savunuyorum. BM Genel Sekreteri António Guterres, bu yıl insanlığın “Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerinin çoğuna göre geriye gittiği” konusunda uyardı. Örneğin, Sürdürülebilir Kalkınma Hedefi (SKH) 1 yoksulluğu ortadan kaldırmayı amaçlıyor, ancak 2020’de aşırı yoksulluk oranı arttı ve yoksul insan sayısı 119 ila 124 milyon arasında arttı. SKH 2 açlığı sona erdirmeyi amaçlıyor ama dünya nüfusunun dörtte birinden fazlasının 2019’da orta ya da şiddetli gıda güvensizliğinden etkilenmesiyle 2014’ten bu yana dünya açlığı artıyor. SKH 6 herkese su ve hijyen sağlamayı hedefliyor ama su kullanımı sürdürülemez bir şekilde artıyor ve su stresi artıyor; milyarlarca insan temiz suya ve hijyene erişimi olmadan yaşıyor. Bunların hepsinin COVİD-19 pandemisine yönelik siyasa müdahalelerinin olumsuz etkilerinden önce olduğunu belirtmek önemlidir.

Bu verileri BM’deki eski meslektaşlarımla tartışırken, bir şaşkınlık ve açmaz duygusu hissediyorum -olumlu değişime kendini adamış, çabalarının boşuna ve paradigmalarının gereksizliğine tanık olan profesyoneller. 90’ların ortasından beri sürdürülebilir kalkınmayı teşvik etmek için çalışan biri olarak, son verilerin bize neyi açıkladığını kabul etmek zor oldu. Bu, SKH’lerdeki geri dönüşün tesadüfi olmadığıdır. Aksine, onları destekleyen iktisadî ve teknolojik varsayımları eleştiren insanlar tarafından tahmin edildi. Araştırmaları, sınırlı kaynaklara sahip bir dünyanın, sürekli genişleyen bir ekonomiyi beslemeye devam etmeyi umamayacağını defalarca göstermiştir.

Bu ekolojik gerçekle yüzleşme korkusu, siyasetin hem solunda hem de sağında bazı insanları teknolojik atılımların dünyanın kaynak sınırlarını aşmamıza izin vereceği fantezilerini benimsemeye yöneltti. Bu “ekomodernistler”, iklim çöküşünün önlenmesini, daha iyi kaynak yönetimiyle birlikte yeni teknolojilerin beslenmesini gerektirdiğini düşünüyor. Ama kaynak tüketimini büyümeden ayırmanın ve ekonomiyi karbondan arındırmanın pratikliklerinin daha yakından analizi, aynı tüketim kalıplarını sürdürmenin tüm dünya için olanaksız bir fikir olduğunu gösteriyor.

İktisadî büyümeyle artan iklim salımları ve ekolojik yıkım arasındaki ilişki artık inkar edilemez ve bu ilişki sürdürülebilir kalkınmanın kalbindeki ideolojiyi gereksiz kılıyor. Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri, bizi iktisadî büyümenin sınırlarından uzaklaştırmaya devam ederek, insanlara ve doğaya karşı atılan bir hedef haline geldi. Terk edilmesi ya da gözden geçirilmesi gereken sadece bu hedeflerin sistemleştirilmesi değil, onları destekleyen kapitalist, büyümeci ve ekomodernist ideolojilerdir.

Geleceğe Uygun Çerçeveler

Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri’nin kuluçkaya yatırıldığı koşullar bugün dünyanın karşı karşıya olduğu koşullar değildir. Şimdi, sarmal halinde ilerleyen bir iklim çöküşü çağında yaşıyoruz. Bunun en bariz örneği, küresel ölçekte tanık olduğumuz iklim felaketlerindeki artıştır. Sürdürülebilir kalkınma, ekolojik çöküşle mahvolmuş bir dünya için tasarlanmamıştı. Sonuç olarak, iktisadî faaliyete ve küreselleşmeye dayanması geleceğe uygun değildir.

Sürdürülebilir kalkınma, maddi ve teknolojik ilerlemenin hem iyi hem de kaçınılmaz olduğu; insanlığın maddi olarak ilerlemek için toplumsal, iktisadî ve çevresel konuları dengeleyeceği ve kurumsal iktisadî çıkarları ön plana çıkarmanın bir öncelik olduğu bir dünya görüşünü nakletti. Bu dünya görüşü iklim çöküşü karşısında yıkılıyor.

Bunun yerine, yirmi birinci yüzyıl, tüketim uğruna tüketimi sürekli genişletmek yerine, gereksinime dayalı esnek ekonomiler inşa etmeyi ön plana çıkaran bir yoksulluğun azaltılması modelini talep ediyor. Uygulamada bu, zorunlu olarak, çevresel değişimden kaynaklanan artan bozulmayla karşı karşıya kalan topluluklara daha iyi yanıt verebilen ve onları güçlendiren daha yerel iktisadî ve siyasi sistemlere geçiş anlamına gelir.

O halde son 30 yıllık uluslararası kalkınma yardımını şekillendiren çerçevenin yerini ne almalı? Yerelleştirme gereksinimi, yeni normale tepkilerini şekillendirmede farklı toplulukların farklı gereksinimleri olacağı fikrini ciddiye almamız gerektiği anlamına geliyor. Dünyanın geri kalanına ihraç edilecek tekil bir yoksulluk azaltma modelinin dayatılmasını reddetmeliyiz. Birleşmiş Milletler’i sürdürülebilir kalkınma gündeminde büyümeci ideolojiye bağlılığını bırakmaya çağıran bir açık mektubunu imzalayan 100’den fazla akademisyenden biri, Malika Virah-Sawmy, bunu şu şekilde açıklıyor: “iktisadî olarak gelişmiş toplumlardan birine doğru ‘sürdürülebilir kalkınma’ fikrini teşvik etmek için Çoğunluk Dünyası’nda toplumsal ve çevresel zorluklara yönelik topluluk liderliğindeki girişimleri kullanmaktan daha dikkatli olalım. Bunun yerine, kendi motivasyonlarını, özlemlerini ve gereksinimlerini daha fazla dinleyelim”.

Bu mektup, afet riskinin azaltılması konulu büyük bir BM konferansıyla aynı zamana denk gelecek şekilde yayınlandı. Bunun nedeni, ben de dahil olmak üzere imzacıların, afet risk yönetiminin bir unsurunun gelecekteki uluslararası işbirliğini bilgilendirmesi gerektiğinin farkında olmalarıdır. Bu, geleceğin kesinlikle daha fazla afet ve afet riski içereceğini kabul etmenin bir sonucudur. Mektup ayrıca iklim değişikliğine yerel olarak öncülük eden uyarlanma için daha fazla destek çağrısında bulundu. Bu fikirler bir zamanlar “sürdürülebilir kalkınma” öyküsü gibi iyimser bir mesaj vermese de, insanların uluslararası profesyonellerin iyimser görüşlerinden ziyade pratik yardıma gereksinimi var. Bizim çağımızın “sonuçlar çağı” olduğunu kabul etmenin zamanı geldi. Toplumsal ve çevresel konularda çalışanlar bunu ne kadar erken kabul eder ve odağımızı güncellerse, önümüzdeki çalkantılı zamanlarda o kadar etkili olabiliriz.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
236AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin