yaklaşımlarAlpay DurduranKeçiboynuzu münasip bir yere – Alpay Durduran
yazarın tüm yazıları:

Keçiboynuzu münasip bir yere – Alpay Durduran

Yeniçağ podcastını dinleyin

Yönetimin istatistikleri yurdumuzun meyvesinin adını bile unuttu. Yerine harnıbı tanımayan Türkiyelilerin uydurduğu keçiboynuzu lafını kullanmaya başladı. Eskiden halk harnıp derdi edebi dilde ise harup denilir ve istatistiklere öyle geçerdi. Türkiyeye 1953’te gittim. Pek bilinmezdi. Bilenler de harup derdi. İstatistik tutulmayan ağaçlardandı. Bizdeki gibi yeni cinslerle harup tarımı yapılmadığı için pekmezini yapan da sadece duyulurdu. Yeme ise tercih edilmezdi. Antalya’da bulunca bu yenir dedim ama bana güldüler. Bu iş bir dirhem bal için bir kantar odun yeme deyiminde anlatılır. Gerçekte de Türkiye’nin harupları bizim yabani dediğimiz haruplar gibi idi. Balı çok azdı.

Harnıp önemsenen ve hala daha toplanma günü yasaya göre belirlenmesi ve her yıl ilan edilmesi gereken devlet denetiminde hasadı yapılan bir narenciyedir. Lakin yasa yapılacak kadar önemsenen harnıp artık köylüyü tavlama ve doğal yeşilliği koruma meraklılarının uğraşı oldu.

Gazetenin biri harnup deyip de adını tartıştırınca yabancılaşmanın nereye vardığını çarpıcı bir şeklide gördüm. Harnup diye bir şey yoktu. Harup ve harnıp vardı.

Eskiden lise mezunu bulmak zor ünversite mezunu bulmak çok daha zordu. Amma harnıp diyen bir ahali ve harup diye yazan bir okuryazar kısmı vardı.

“Eskiden folklor” diye bir dert yoktu. Şimdi üniversitelilerin ülkesinde folklor araştırmaları yapan ve tarih yazanlar vardır ama harnıp keçiboynuzu oldu. Devlet istatistiklerine göre keçi boynuzunun ihraç edildiği miktarı bulabilirsiniz ve dertlenirsiniz. Tabii isterseniz.

Bir ara Serdar bakanlığı sırasında harnıbın ihracatı için devlet desteği sağlayarak iyi fiyata sattırdı. Hemen ertesi yıl etkisini gördük. Üretim (toplama daha iyi yapıldı) arttı. Birileri harnıp ekmeye başlayacağını ilan etti. Amma protokole göre devlet desteği vermek kısa bir süre için olabilirdi. Bu destek kesildi ve harup gene öksüz kaldı.

İddiamı gene tekrarlayım. Para politikası değişmeden kârlı bir üretim sektörü veya alt sektörü yoktur. Üretim isterseniz Lira’dan kurtulacaksınız ve bir para politikası ile fiyatlar genel seviyesini belirleyeceksiniz. Ancak o zaman mukayeseli üstünlüğü olan üretim alanlarını ortaya çıkarıp desteksiz ayakları üstünde yaşayan üretim alanları sahibi olursunuz.

Harup da mukayeseli üretim alanının içindedir diyebilirim ama ihracat dövizini Lira’ya çevirme sonunda sürdürülebilir değildir. Serdar cırladı harup bitti.

Tabii ki teknik bilgi eksikliği iddiasıyla profesörler gelecekti. Geldiler ve Ada’mızı Zeytin adası yapacaklar iddiasıyla yerli zeytinlerimizin yanına tatsız ama büyük Gemlik zeytinlerini diktirdikleri gibi başka öneriler yaptılar ve gittiler. Dünyanın en iyi zeytinini rezil ettikleri gibi harnıplarımızı da rezil ettiler.

Folklorcularımıza sorsak “folklor da ne” diye nakaratlar ve halk türküleridir demezler. Kitaplardaki tanımını verirler. Lakin araştırmalarında harup mu harnıp mı harnup mu keçiboynuzu mu diye birşey aramazlar. Bildiğim kadarıyla Servet Sami Dedeçay ilgilendi. Halbuki harnıp geleneksel ve etrafa göre farklı olarak ele alınan bir üretim dalının konusudur. Onun için gerçek folklorcuların konusuna girer ama yazık ki bir dans veya şarkı değildir.

Asimilasyonun devam etmekte olduğu koşullarda harnıp da keçi boynuzu oldu ve insanımız sahip çıkmadı. Buna durup bir bakmak gerek. Etrafımızda hala bol bulunan bir ağaçtır. Her yıl toplanacağı tarih açıklanır. Yol kenarında dev gibi binalarda depolanır ve öğütülerek veya öğütülmeden torbalanıp ihraç edilir. Fiyatı az görüp çoğunu toplamayan insanlar şikayet ederler ve patates veya portakal gibi basının konusu olur. Nasıl olup da insanlarımız adını bile unutur?

Beş yaşında hemen tümümüz okula gitmeye mecburuz. Ondan önce de okul öncesi veya kreş dediğimiz okul veya yarı okullara gideriz ama bize ağacımızın adını bile öğretmezler.

İlk duyduğumda şaşıp kalmıştım. Birisi bana portakalın kurtarılması adına devlet gerekeni yapmalıdır diyordu. Bu “adına” deyimi de nereden çıkmıştı. O güne kadar birinin adına bir şey yapmak ona mal etmek için yapmak demekti. Türkiye’de birileri çarpıtmış anında buraya da gelmişti. Asimilasyon devam ediyordu. Buna açık bir toplum olmuştur ama eğitim yerlerinde bu kadar eğitilen bizler başkalarının maskaralıklarına kapılmama direnci kazanmamıştık. Eğitimimizin karakteri çevremizle ve hatta kendimizle ilgili olmadığı için hep boya olarak kalmıştı ve savunacak bir şeyimiz kalmamıştı.

Eğitim bizi bizden uzaklaştırıyordu. Bu devam edecek ve Kıbrıs’ta yaşarken Türkiye’den gelen saçmalıklarla zamanımızı harcayacağız.

Omorfo’da oturan portakalı limondan ayırt edemeyecek. Harupların arasında büyüyen Aykuruşlu keçi boynuzu deyip ağaca düşman olacak.

Neyleyim yahu ben sizin okulunuzu? Ülkeme yaramayan bilgilerle kafalarımızı doldurmak için bu kadar masrafa ne gerek var? Bunu anlayamadıktan sonra ve eğitimin yerelliğini ve müfredatın okulun bulunduğu ortamı içermesi gerektiğini okul yönetimi, aile ve öğrenci ile beraber tespit etmedikten sonra ve isyan edip Türkiye’nin eğitim yardımını reddetmedikten sonra hayır etmeyeceğiz. Hayırlı öğrencileri ihraç edip eğitiminde yardım etmediğimiz insanlarla başbaşa yaşamaya devam edeceğiz.

Tamam saçma tarih anlayışını terketmemiz gerektiğini anladık ve değiştirmeye de çalıştık. Amma portakal ağaçlarının arasında yaşayan insanımızın çocuğuna limonla portakal yaprağını ayırt etme bilgisini vermeyi düşünmedik. Harnup tartışması içinde olan gazete ekonomik ekinde keçi boynuzu istatistikleri verecek ama ayırdına varamayacak duruma düştük. Ayırdına varma deyimini Türkiyeli entelin hızında ithal ettik ama yargıda savcıya suç duyurusunu yapmanın savcı bana değil polise gidin demesine rağmen devam ettik ki folklorun bir toplumun kendisine mal olmuş ve başkalarından farklı bir uygulaması olsa da reddedilmemiş.

Eğitim düzeyi bize bizi tanıtamamış. Bol üniversitelerde hukuk bile öğretilir ama bize avukat olacak olanlar bizi öğrenmemiş. Ne üniversiteler ne liseler ne tarım meslek lisesi ne bilmem neler etrafta ne var bakmaya alıştırılmamış. Onun için müfredat yerelleşmelidir. Müfredat yani ne okutulacağı aile, yöre halkının temsilcileri, öğrenciler ve eğitim kurumu ile beraber elden geçirilmelidir. DAÜ, avukatlarımızla yargı sistemimizi incelemeye almalı, onlarla öğrencilerin etraflarını tanımalarını sağlamalıdır. Burada  bir hukuk öğrencisinin görmekle bilgisini zenginleştireceği bir farklı sistem Türkiye hukukunu basın ve medya yoluyla izleyen bir halka uygulandığını görebilecektir. Merak ederim kaç mastır veya doktora tezi bu incelemeye konu edilmiştir?

Ülkemize yabancılaştırılmak için maksatlı bir çaba varken biz de ona yardım ediyoruz.  Başarılıdırlar ki bize harnıbı bile unutturdular.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
218AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin