yazılaryaklaşımlarKapitalist üretime inat yaşasın Patronsuz Kazak! - Mine Kanol
yazarın tüm yazıları:

Kapitalist üretime inat yaşasın Patronsuz Kazak! – Mine Kanol

Yeniçağ podcastını dinleyin

minekanol8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nün kadın emekçilerin isyan ve başkaldırı günü olduğu bilinciyle, bizler de bu 8 Mart’ta YKP-fem olarak “Özgür Kazova” tekstil işçilerinden iki kadın arkadaşımızı bizimle direniş süreçlerini paylaşmaları için adamıza davet ettik. Konuğumuz olan Aynur ve Ezgi iki gün boyunca bize başka bir dünyanın kapılarını aralama fırsatı tanıdı.

Her geçen gün daha da hırçınlaşan kapitalist düzene inat, İstanbul’un ortasında inşa ettikleri alternatif üretim modeli ve yaşadıkları öz yönetim deneyimleriyle ileriye dönük nasıl bir yol yürümemiz gerektiği sorusuna adeta ışık tutar gibiydi.

“Ne yapmış ki bu insanlar?” diye soruyorsanız eğer, anlatalım. Onlar Özgür Kazova işçileri, yani direnişin sembolleri. Ocak 2013’te Kazova tekstil fabrikasında çalışan işçiler 4 aylık maaşları ve kıdem tazminatları ödenmeden işten çıkarıldılar. Şubat 2013’te mücadeleye başlayan işçiler, bir süre fabrika önünde çadır kurarak eylemlerine devam ettiler. Gezi Parkı direnişi’nin Haziranı’na rastlayan bu çadır eylemi, onları bir anda Gezi’nin vazgeçilmez bir parçası haline getirdi. Onları da sarıp sarmalayan Gezi’nin ruhuyla kendilerini bir anda destekçilerle çevrilmiş bulduklarını söylüyorlar.

Fakat bir müddet sonra salt çadır kurmak ve halay çekmekle daha ileri bir noktaya varamayacaklarını anlayan işçiler, dayanışma ağlarının da mücadelelerini güçlendirmesi sonucunda fabrikayı işgal ettiler. İçeri giren işçiler, yerlerde atıl halde duran boş koliler ile dağıtılmış ve motorları alınmış makineleri görünce ilk olarak umutsuzluğa düşmüşler, fakat yılmayıp fabrika içerisinde buldukları artık iplikler ve numune kazaklar ile yeniden üretime başladılar. İlk patronsuz ürünleri olan bu kazaklarla 28 Eylül’de fabrika önünde bir defile düzenlediler. Defile, sanatçı bir dostlarının yardımı ile ilk kez ana akım medyanın da radarına takılıyor ve bu şekilde adları ilk kez Türkiye çapında ve dışında da duyuluyor.

Bu arada işgal ettikleri fabrika satılıyor. Olaylardan habersiz olan fabrikanın yeni sahibi işçilerin alacaklı olduğunu öğrenince onlara destek çıkıyor ve yaptıkları kazakları bir müddet orada satmalarına izin veriyor. Ancak bir süre sonra işçilerden binadan çıkmalarını istiyor ve başka bir yer tutmak ve makineleri taşımak için onlara finansal yardımda bulunuyor.

Bir dükkân tutuluyor, sonra başka bir yere geçiyorlar. Bu arada ekip arasında anlaşmazlıklar çıkıyor ve grup ikiye bölünüyor. Hazır kazak alıp satmaya başlayan ekibin ismi “Diren Kazova” oluyor. Kendi emeğiyle, kooperatif olarak yola devam etmek isteyenlerin ise “Özgür Kazova”. 27 Ocak’ta hacizli makinelerinin satışı yapılıyor ve gerçekleştirdikleri internet kampanyası dayanışması ile gerekli parayı toparlayan “Özgür Kazova” ekibi, yıllardır başkaları adına çalıştırdıkları iş makinelerinin sahibi oluyor ve “ %100 koton, %100 yün, %100 patronsuz ürünler” sloganıyla üretim yeniden başlıyor.

Aynur ve Ezgi işte bu mücadelenin iki öznesi. Aynur bugüne kadar emeğini satarak yaşamış bir emekçi kadın. Sabah 8 akşam 9 durmaksınız çalışmış, üniversiteye gitmemiş. Fakat elitist bir bakış açısıyla “okumuş” olarak tanımlanan birçok insandan daha bilinçli. O eğitimini kitaplardan değil direniş yolunda almış bir işçi ve kapitalist düzen için artık tehlikeli. “Ben artık Türkiye’de patronlar için, devlet için bir tehlike unsuruyum, sektör bile değiştirsem hiçbir fabrikada iş bulamam ki!” diyor.

Ezgi bu mücadeleye sonradan katılmış. O sanatçı, Marmara Güzel Sanatlar Fakültesi’nde öğretim görevlisi ve doktora öğrencisi. Fakat kendisi gibi bu sıfatları taşıyan ve kendini işçilerden farklı ve onlardan üstün gören kesimin kibirli halinden tamamen arınmış, toplum içinde oluşan hiyerarşik yapıları reddediyor. Kendisinin de aslında aynen Aynur gibi sosyal güvencesi olmayan bir emekçi olduğunun farkında. Ve bu düzene salt dayanışarak değil birlikte yaşayarak ve üreterek başkaldırılacağını biliyor.

“Patronsuz Kazak” henüz bir kooperatif olarak kayıtlı değil. Türkiye’de üretim kooperatifi olarak kayıt yaptırabilmenin maddi yükü ağır, sadece yıllık vergisi 15 bin TL. “Devlet tüketim kooperatiflerine izin veriyor ama üretim kooperatiflerinin yolunu yasalarla kesiyor, çünkü üretim araçlarının işçinin eline geçmesini istemiyor” diye açıklıyor Aynur bunun sebebini.

Kooperatiflerin tarihçesine kısaca değinecek olursak, ilk kooperatif topluluğu İskoçya’nın Fenwick köyünde 1769’da kurulmuş. Daha sonra 1844’te İngiltere’nin Rochdale kasabasında içlerinde 10 dokuma işçisinin de bulunduğu 30 vatandaş birikimlerini bir araya getirerek mum, yağ, şeker, un ve yulaf ezmesi satan küçücük bir dükkân açıyorlar ve böylece bireysel olarak mali güçlerinin yetmediği temel ihtiyaçlarını karşılamaya başlıyorlar. Bu başarı öyküsüyle yeni bir hareketin filizleri atılıyor ve Avrupa’nın diğer bölgelerinde ve dünyanın dört bir yanında birçok kooperatif kuruluyor.

Şu anda kooperatif tanımı çok geniş bir yelpazeyi içine alıyor olsa da kooperatiflerin özü, ortak mülkiyeti ve demokratik karar alma mekanizmalarını teşvik eden, pazar ekonomisinin yarattığı rekabet ortamına, bölünmeye ve eşitsizliğe karşı duran bir ekonomik modele dayanıyor.

“Patronsuz Kazak” da tam da bu prensipleri benimseyerek kendini var etmeye çalışıyor. Bunun yanı sıra gündelik pratikleri ile Özgür Kazova işçileri Marx’ın yabancılaşma kavramı ile açıkladığı durumdan günbegün uzaklaşıyorlar. Şöyle ki, Marx’ın yabancılaşma teorisine göre kapitalizm koşullarında modern endüstride çalışan işçiler kendine, emeğine, ilişkilerine, dünyaya ve yaşama yabancılaşır. Üretim araçlarını ve karar alma mekanizmalarını ele geçiren Özgür Kazova işçileri ise bir kazağın tasarımından, dokunmasına, ambalajlanmasından satılmasına kadar tüm süreçlerini birlikte deneyimleyip, gerçekleştiriyorlar. Ürünlerine “Aynur” veya “Muzo” gibi kendi isimlerini vererek yeniden işçi ve ürün arasındaki o bağı kuruyorlar ve kendi iş koşullarını kendileri belirleyerek emeklerine sahip çıkıyorlar. Böylece işçiler devasa bir makinanın bir dişlisi, makinanın basit bir parçası konumundan sıyrılıyorlar.

Kendi ekonomik kuramını mutlak doğru olarak lanse eden neoliberalizmin kurallarını da böylece yıkıyorlar aslında. O çok meşhur ekonomik akıl ile yürünen yolda insanlar arasında oluşan eşitsizlik ve adaletsizliklerin, doğal tahribin ve diğer birçok sorunun farkındalığıyla, aldıkları kararlarını bu tek tip akla dayandırmıyorlar. Mesela, yaptıkları hesaplardan robotik makinalarla daha seri ve daha ucuza kazak üretebileceklerini bildikleri halde kendi makinelerini satmamaya karar veriyorlar. “Bu makineler bizim çocuklarımız, biz bu yola onlarla çıktık onlardan vazgeçmeyiz” diyor Aynur. Kârı azami seviyeye çıkarmayı hedefleyen anlayıştan uzak, ekonominin merkezine insanı koyan bir bakış açısıyla yaklaşıyorlar olaylara.

Bu yüzden de uzun dönemli hedefleri daha fazla para kazanmak değil. Esas amaç, kooperatif işçileri için kendi istedikleri şeyleri yapabilecekleri daha fazla boş vakit yaratmak. Bunun yanı sıra elde ettikleri kâr ile de kooperatiflerine yeni üyeler kazandırıp başka insanların da hayatına dokunmayı ve ayrıca yeni kurulan kooperatifler olursa onlara maddi destek sağlamayı amaçlıyorlar. Kısacası daha fazla para için değil, insanca yaşamak ve yaşatmak için emek veriyorlar.

Dayanışma ağları Türkiye ile sınırlandırılmış değil, enternasyonalist dayanışmayı birebir yaşıyorlar. Ezgi ağzından dökülen şu cümlelerle özetliyor bu durumu: “Enternasyonalist dayanışma ile var oluyoruz. Ortak değerlerle yürüyen insanlar dünyanın neresinde olursa olsun birbirine destek olmanın bir yolunu buluyorlar. Dayatılan düzen herkes için aynı aslında ve bu hegemonya pratikle aşılıyor. Bu pratiği bize ekonomik kriz koşulları dayatıyor bir anlamda. Arjantin’deki işçi ile Türkiye’deki işçiyi benzer çözümlere sürüklüyor. Öz yönetim deneyimleri enternasyonal dayanışmayı gündelik hayatta şaşırtıcı bir hızla örüyor”. Dayanışmanın somutlaşması ise başka ülkelerde benzer süreçleri yaşayanlarla fikir alış-verişinde bulunmakla, onların deneyimlediklerinden öğrenmekle, işgal fabrikalarına gözlem ziyaretine gitmekle ve karşısındakinin ürününü kendi ülkende satışa sunmakla oluyor.

Birkaç günlüğüne de olsa insanca yaşamayı gün geçtikçe zorlaştıran bu kapitalist düzenin içerisinde kendini var eden bu yapının iki öznesi ile birlikte olmak, yaşadıklarını birinci elden dinlemek bizler için paha biçilmez bir deneyimdi. Özgür Kazova işçileri attıkları sloganların altını attıkları adımlar ve gündelik pratikleri ile doldurmayı başarmışlar. “Patronsuz Kazak” gibi kooperatif örneklerinin dünyanın dört bir yanında çoğalmasıyla içinde bulunduğumuz düzenden kurtulabilir miyiz, o ayrıca irdelenme kaldıran bir konu. Fakat sosyolog Erik Olin Wright’ın da dediği gibi, kooperatifler demokratik alanları genişletmede ve sivil toplumu güçlendirerek, var olan düzenin çatlaklarına kök salmasına yardımcı olmada hayati önem taşıyor. İşçiler arası ve işçi ile ürünü arasındaki ilişkileri yeniden tanımlamaya olanak yaratıyor. Ve böylece bir kazak artık kazak olmaktan çıkıyor, bir direnişin ve başkaldırının sembolü, daha eşit, daha adil bir dünya için somutlaşan bir umut oluyor. “Patronsuz Kazak” oluyor.

Patronsuz Kazak: Diren senin de olur…

 

Bu yazı Gaile’nin 309. sayısında 14 Mart 2015 tarihinde yayınlandı

http://www.yeniduzen.com/Ekler/gaile/309/kapitalist-uretime-inat-yasasin-patronsuz-kazak/2245

 

Kaynakça

Ellwood, Wayne. “Can co-operatives crowd out capitalism?” New Internationalist Magazine. Temmuz 2012. Web. 10 Mart 2015

“Bu Kazaklardan Film Olur” Onedio. Mart 2015. Web. 10 Mart 2015. <http://onedio.com/haber/bu-kazaklardan-film-olur–465540>

“Marx: Capitalism and Alienation” Web. 10 Mart 2015. <http://faculty.frostburg.edu/phil/forum/Marx.htm>

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
234AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin