arşivUlus IrkadMilliyetçilik gerekli miydi? -4- Ulus Irkad
yazarın tüm yazıları:

Milliyetçilik gerekli miydi? -4- Ulus Irkad

Yeniçağ podcastını dinleyin

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları ve Ulusal Kurtuluş Savaşları başta olmak üzere, son iki yüzyıldaki savaşların neredeyse tamamının, hatta “sınıfçı” olduğunu iddia edenlerin bile çoğunun, milliyetçilik temelinde yapıldığı göz önüne alınırsa, milliyetçiliğin çok tekinsiz olduğu, insanlığı adeta bir cin gibi çarptığı, lanetiyle öldürdüğü görülür. Dünya tarihinin en kanlı yüzyılında neredeyse bütün savaşlar ulus bayraklarıyla yapılmışlardır.

Ama lanet burada bitmez.

Eğer Sosyalizm insanlığın ve ezilenlerin umuduydu ise sosyalist partileri, hareketleri, enternasyonalleri, devletleri her seferinde milliyetçilik çökertmiştir.

İkinci Enternasyonal’i çökerten neredeyse bütün sosyalist partilerin kendi devletlerinin yanında yer almasıydı, yani fiilen milliyetçiliğe teslim olmalarıydı.

Sovyet devrimi ve Üçüncü Enternasyonal -ki kaderi Sovyet devrimine bağlıydı- milliyetçi “tek ülkede sosyalizm” parolasıyla çökmüştü.

Ekim devriminin kalıntısı son gelenekler, İkinci Dünya Savaşı’nda, “dünyanın lanetlileri”yle başlayan Enternasyonal yerine, “Büyük Rus ulusunun perçinlediği, özgür cumhuriyetlerin parçalanmaz birliği” sözleriyle başlayan SSCB marşının almasıyla ve buna eşlik eden Üçüncü Enternasyonal’in lağvıyla yok olmuştu.

Sosyalist Blok”, Sovyetler Birliği veya Yugoslavya çökünce onun yerini daha iyi bir sosyalizm için kendini ulus veya ulusçu olarak tanımlamayan toplumlar ve hareketler değil, artık aşıldığı söylenen uluslar, ulusçuluk ve ulusal katliamlar aldı.

Sadece bu örnekler bile milliyetçiliğin nasıl sosyalizmi lanetiyle çarptığını gösterir.

Bu kadar olsaydı gene de iyiydi. Aslında sosyalizmin her yerde milliyetçiliğe teslim olmuş ve birçok yerde uluslar ve ulusal devletler yaratmış veya en azından önceden oluşmuş ulusları ve ulusal devletleri yönetmiştir.

Örneğin bu günkü bütün Orta Asya uluslarını Sovyetler yaratmıştır. Sovyetler, ulus yaratmada tıpkı Afrika’daki sömürge imparatorluklarının yaptığını yapmıştır. Sovyetler Orta Asya ve Kafkasya cumhuriyetlerinin sınırlarını başka çizip, başka isimlerle adlandırsaydı bu gün ortada başka uluslar ve ulusal devletler olacaktı.

Bunun yanı sıra sosyalist iktidarlar daima kendilerini bir ulusla ve ulusal devletle tanımlamışlardır: Bulgaristan, Macaristan, Polonya, Çin, Küba vs.. Ve Bu ülkeleri kuran ve yöneten sosyalistlerin kastettikleri, nötr bir toprak parçası adı değil, tarihe ve dile dayandığı ileri sürülen bir ulustur.

Ve bu tabloyu şu gerçek belirtilmeden eksik kalır. Sosyalistler nerede başarılı oldularsa, orada  aslında fiilen bir ulusal hareketin başını çektiklerinde, yani fiilen bir ulusçu gibi davrandıklarında başarılı olmuşlardır: Çin, Vietnam, Yugoslavya, Küba vs.

Özetle sosyalizmin ulusçulukla ilişkisine ilişkin olarak, sosyalizmin kendi iddialarından hareketle değil, gerçek durumdan hareketle söz etmek gerekirse, sosyalizm ve ulusçuluğu ayıracak bir fark bulmak zordur. Ya sosyalistler ulusçudur veya sonundan fiilen bir ulusçudan farkları kalmamıştır ya da ulusçular sosyalizm bayrağıyla hareket etmişlerdir: Örneğin Afrika’daki Kurtuluş hareketlerinin çoğu gibi. Sosyalizm ve ulusçuluğu birbiriden ayırmak mümkün değildir.

En kısa ifadesiyle sosyalizm her yerde ulusçulukla imtihanını kaybetmiştir. Sosyalizm ulusçuluk hayaletinin lanetiyle çarpılmıştır. Neden böyledir? Araştırılması gereken budur.

Marks ve Engels geçen yüzyılın başında, “Avrupa’da bir hayalet dolaşıyor, Komünizm Hayaleti” demişlerdi Komünist Manifesto’nun ilk satırlarında, ama gerçek tarihe bakarsak, “İki yüz yıldır dünyada bir hayalet dolaşıyor, Milliyetçilik Hayaleti” demek gerekiyor.

Ama Sosyalizmin Uluslar ve Ulusçuluk hayaletinin lanetiyle çarpılması sadece bu kadar da değildir.

Bir araştırma ve açıklama nesnesi (konusu) olarak milliyetçilik de, en azından milliyetçiliğin kendisi gibi, başta Marksizm ve Marksistler olmak üzere, iki yüz yıldır kendisini açıklamaya kalkanları çarpmıştır. Lanetli ve tekinsiz bir konudur.

Milliyetçilik ve milletler konusu ile ilgilenmiş en ileri ve ciddi tarihçi ve sosyologlar arasında, milliyetçiliğin ve milletlerin ne olduğunun bilinmediği yolunda ortak bir kabul vardır.

Örneğin Eric J. Hobsbawm şunları yazar klasikleşmiş Milletler ve Milliyetçilik’in girişinde:

Nükleer bir savaştan sonraki günlerden birinde, galaksiler arası bir tarihçinin, kendi galaksisindeki alıcıların kaydettikleri uzaktaki küçük bir felaketin nedenini araştırmak üzere artık ölü durumdaki bir gezegene ayak bastığını düşünün. Bu tarihçi (…) gelişkin mükleer silah teknolojisinin eşyalardan ziyade insanları yok edecek biçimde tasarlanması nedeniyle korunmuş bulunan gezegen kütüphaneleriyle arşivlerine baş vursun. Gözlemcimiz, bir süre inceleme yaptıktan sonra, yeryüzü gezegenindeki insanın tarihinin son iki yüz yılının, “Millet” terimini ve bu terimden türetilen sözcükleri anlamadan kavranamayacağı sonucunu çıkaracaktır. “Millet” terimi insanların ilişkilerinin önemli bir boyutunu anlatır görünmektedir. Ama tam olarak neyi? Sır burada yatar. Tarihçimiz, on dokuzuncu yüzyıl tarihini “milletlerin inşası”nın tarihi olarak sunan, ama aynı zamanda, her zamanki sağ duyusuyla “Bize sormadığınız zaman bunun ne olduğunu bilir, ne var ki hemen açıklayamaz ya da tanımlayamayız” diyebilen Walter Bagehot’ı okumuş olsun. bu gözlem Bagehot açısından ve bizim açımızdan geçerli sayılabilir, ancak, “millet” fikrine inandırıcılık kazandırır görünen insanoğlunun deneyimini yaşamayan galaksiler arası tarihçiler açısından geçerli değildir.”[1]

Hayali Cemaatler” adlı eseriyle Milliyetçilik ve Milletler konusundaki araştırmalara yepyeni bir bakış açısı ve itilim kazandıran Benedict Anderson da milletler ve milliyetçilik olgusu ve konusu arasındaki bu paradoksta yansıyan sefaleti şu sözlerle ifade etmektedir:

Olgular açık olmakla birlikte nasıl açıklanacakları uzun zamandır süren bir tartışmanın konusu olmuş. Ulus, milliyet, milliyetçilik – çözümlenmek bir yana her birinin tanımlanabilirlik açısından son derece kötü bir şöhreti var. Milliyetçiliğin modern dünya üzerindeki etkisiyle kıyaslandığında, bu konudaki kabul edilebilir teorilerin sayısı çok sınırlı. Devasa bir liberal tarihçilik ve toplumsal bilimler geleneğini devralan ve milliyetçilik üzerine İngilizce’deki en iyi ve kapsayıcı metni yazan Hugh Steon-Watson, üzüntüyle şunu kaydediyor: “Dolayısıyla, ulus için herhngi bir ‘bilimsel tanım’ yapılamayacağını teslim etmek zorunda kalıyorum; oysa ortada bir fenomen var ve var olmaya devam ediyor.” Liberal gelenekten hiç de daha az devasa olmayan Marksist tarihçilik ve toplumsal bilimler geleneğini devralan ve çığır açıcı The Break-up of Britain’in yazarı Tom Nairn, büyük bir açık sözlülükle, “Milliyetçilik teorisi Marksizmin büyük tarihsel başarısızlığını temsil ediyor” diyor.(…)”[2]

Milliyetçilik ve Milletler gerçekliğinin çağa damgasını vuruşu ile bu gerçekliği açıklama çabalarında ortaya çıkan sonuçların cılızlığı arasındaki bu uçuruma dikkati çeken bu örnekler çoğaltılabilir.

“Sanayi kapitalizminin sağladığı emek üretkenliği üstünlüğü, onu diğer uygarlıklar tarafindan feth edilme tehlikesinden kurtardı ama bu sefer baska güclerin etkisi benzer gerici bir sonuca yol açtı.

Aydınlanma’nin bir dunya cumhuriyeti idealinden geri dönüşünü, klasik uygarlıklar tarafından feth ediliş getirmedi İslam’da oldugu gibi. Ya da dunya ticaretinin daralmasi vs.. de yol açmadi buna.

Aksine, Sanayi devrimi, modern kapitalist uygarlığa, klasik uygarlıklarda bulunmayan muazzam bir zenginlik ve emek üretkenliği üstünlüğü veriyordu. Keza, Aydınlanmanın, dini Inanc ilan eden dini de, uygun bir üstyapı sunuyordu. Nicin ve nasıl oldu da, tüm insanların dini, dili, etnisi, soyu, sopu ne olsun eşit yurttaşlar oldukları bir dünya cumhuriyetine doğru bir gidiş olmadı. Dunya ticareti de Aydınlanma da bunun icin gerekli alt ve üst yapıyı sunuyordu.

-DEVAM EDECEK-

Not- Yukarıdaki yazı Demir Küçükaydın’ın milliyetçilik üzerindeki notlarından ve de benim Yeniçağ Gazetesi’nde yayımlanan “Unutulan Savaşlar” adlı araştırmamdan yararlanılarak yazılmıştır.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
241AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin