yaklaşımlarÖzkan YıkıcıGerçekler ve tutumlar - Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Gerçekler ve tutumlar – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Yaşanan gerçekler vardır. Bir de bunların etkisiyle oluşan tepkiler. Konuların anlaşılması kadar, çözüm için de yaşanan ve gösterilen tepkilerin bütünlüğü oldukça önemlidir. Bunu göz ardı etmemek şart. Fakat, genelikle günümüzde önemli bir paradoks her zaman sırıtıyor. Yaşanan koşulalrın gerçekliği ötelenirken, duyulan tepkiler de buna göre hedef belirlerken, sonuçta değişim bekleme gibi tuhaf bir düşünceye de takılınıyor. Nedemek istediğim, sanırım senelerdir tekrarladığım ve tam aksi defalarda ayni yanlışla hareket edilen K. Kıbrıs gerçeklerinde bunu yakalamak kolaydır. Bunu son günlerin dalgalanan önemli yağışlı gelişmelerde yeniden yaşamaktan da sıkılıyorum. Buna ek olarak, konuyla alakalı gerçekleri de yazınca, birilerinin burun kıvırtarak dalga geçilmesi de başka bir kaçışın hikayesi haline gelindi.

Konuların kısa özetiyle başlayalım. Son günlerin gelişmelerinde bazı net gelişmeler ateşleme zorunluluğu getirdi. Çünkü, her kesime dokunan ve artık alıştıkları sömürgesel işbirlikçiliğe de yetmeyecek yeni balyozlar inmeye başladı. Zaten, aslında biraz akıl yürütüp gerçeklerle buluşmak isteyen, bunun öyle sinsi sinsi değil, fırtına esintisiyle gelip yerlebir ederek mesajı çaktığını anlardı. Ama, nasıl olsa kültürleşme teslimieyti yeniden işledi. Bunlar uygulanmaz hayaline kaçış için sarılındı. İşbirlikçi olduğumuz için bize dokunulmaz uzun havası acemice yeniden okunmaya devam edildi. Ama olmadı. Çünkü kulaklar kapatılarak, gözler istediklerini görme ve ceplerini hertürlü kirli oyunla doldurma davranışı normal halde hep yaşatıldı. Bunun de esiri olundu.

Son günleri alevlendirip birielrini de rahatsız eden gelişmeler oldukça çok. Sadece son tepkileri istemeden de olsa tetikleyen şu gelişmeleri sıralamak dahi yetiyor. Daha da daraltalım: Cuma günü yapılan değişik protestoların neden sonuçlarını sıralayalım. Türkiyueden gelen paketin artık pratikte karşılık için dayatmalar. Daha ileri gidilip bunu denetleme adına Türkiyeden de müşavirlerin gelmesi. Meclise acil üç yasanın getirilmesi. Özellikle basın ve internet alanına resmen sansürün de ötesinde otoriter resmen faşist içeriklikleri, sistemi savunanları dahi ürtüktecek derecede cezalar ve baskılar içerimektedir. Sadece bu iki gelişme K. Kıbrısın yeni adımlarının nereye gidileceğini belirtiyordu. Akıncı bey diyordu ya; “gidilecek veya sığınılacak liman” işte bunun rotası belirten uygulamalardı. Peket ile siyasal ve ekonomik yapılanmışla ilhaklaşma yolu hazılatılacak. Üç acil yasayla da basın ve internet yayınları resmen faşist kurumsallaşmanın aygıtları haline getirilecekler. Bu durum düne dek ağzını açmayanları dahi enbdişelendirdi. Ama, tıpkı dün gibi de sınırlı tavır deniliyor. Dayatan belli, nedeni açık iken yine de son uygulamalarla sadece yandaşa dağıtım etkisi kalan hükümeti suçlayarak hat da istifasını isteyerek tepkileri bir çizgide tutma tutumu devam ediyor. Ana muhalefet ise sanki tüm bunların nerden geldiği, neden istendiği malum değilmiş gibi onlar da ses yükselterek hükümeti suçlayarak deşarj halinde muhaliflikte krevatlı kürsü gösterisi yapıyorlar. Peki yeni koltukçular mı: bunların işi daha bir darmlı. Teslim oluşun mutabakatıyla koltuklara oturdukları için, ne gelen paketin nede yasaların içeriğine de hakim olmadıkları için, her okuma çabalarında acemi çaylak gibi ne dedikelri dahi belli değil. Hat ta Ünal jet uçuşlu krsüye gelip de elindeki emtinin içeriğini dahi okuyamaması da herhalde gülün hem de acı gülünç gibiydi.

Meclis tartışırken de olayın nedeni niçin gündeme gelişine gelemediği için de sınır hep hükümet muhalefet polimiğin ötesine gidilemedi. Oysa, gelen atres malumdu. Fuat bey açıklıyor, denetimi yapacak müşavirler adaya geliyor. Ama hep “Türkiyedeki gelişmeler bizi ilgilendirmez, onların iç işidir” demenin bilgisizlik sonucunun kısgcına takıldık. Oysa şu tesadüfe bakın: bizde meclise hem de ivedilikle gelen 3 yasanın benzeri Türkiye meclisine de sunuldu. Benzer faşist yasal baskı dönemine girilme ayni döneme çakışması da herhalde tesadüf değildir.

Bu gelişmeler, Cuma günü değişik tepkiler sokağa yansıdı. Gazeteciler kıpırdadı. Ortak muhalif Varoluş hareketi de yürüyüş yaptı. Ama baştan beri şu pankart tartışma kaldırmaya başladı: “özgürlüğüme dokunma”! K. Kıbrısın ikinci hastalığı belirleniyordu. Benzerini de yürüyüşte gördük. Ama, hep ayni ikilem. Gerçeklerden kaçarak, ama tepki gösterme zorunluluğu sıkışmasında, iki yanlışa sarılıyoruz. Hedefe hükümet ve bizim normal ülke olup özgür ve övünecek demokrasimiz olduğu yalanına sarılmak. Birçok konuyu ve hele de Türkiye merkezli nedenleri yazamadan özgür basın olma sınırına hapsedilirken, bunun özgürlük olup dokunulmama sınırında durmak, sonuçta kazanç değil kendi kendini kandırmanı ve tepki göstermenin ikileminde cenderede sıkışıp kalındı. Muhalefet dahi yapmanın zorluğu, Türkiye baskılarını yazamama sınırında konulan sömürgesel koşullarda ilerimizi yapma kültürüne iyice alışmışken, son gelen yeni ilhaklaşma adımlarında da hem tepki hem de gerçeklere dokunmama ikilemini galiba güzel kültürleştirdik.

Yine yürüyen kesimler biliyor ki paketin Türkiye gerçekli oluşu, son hamlelerle nasıl hüküemt kurdurtulduğu ve Ünal beyin nasıl baş koltuğa oturulduğu ortadayken, sadece hükümet istifayla sorunların çözülmeyeceğini de hhala söylemekten hep kaçıyoruz. SÖmürfgesel koşullarda değişimi sadece kişilerin sınırına koyup ayni sistemle devamlılğa hep oynanıyuor. Bu ypılandıkça da gerçeklerin söylenmesinden de uzaklaşıp gideriz. Peki son protestolarda net olarak olayın nedenine tepki duyuldu mu? Buna dikat edin. Biliyorum, yine birleri çıkıp bunun zamanı olmadığını söyleyecek. Bizim beyenmediğimiz anlatacak. Ama, Cuma günkü protesdocu kimi kesim koltuğa oturduğunda ayni uygulamalarını yapacağı gerçeği olunca da ayni kesim “beyenmiyorsunuz” deyip işin içinden de sıyrılacak.

Konuyu şöyle bir noktayla da genişletelim: girişte, size son günlerin gelişmeleri ve protestolar bağlamını özetleyen gelişmelerden söz ederken, şimdi pek güncelleştirilmeyen tamamlayıcı bir nokta demeti de sunayım. Örneğin K. Kıbrıs salt sömürgesel değil ilhaklaşma sürecini de izlediği veya yapılandırıldığı için sosyolojik oynamalar da oldu. Bunu sokaktan tutum kimlik dayresi önünde veya son emlak satışları zincirinde kolayca anlarsınız. Defakto yapıldı. Yetmedi, değişik alanlara nüfus yığılarak resmen bir kalabalık ve sayısı bilinmeyen nifus yaratıldı. Ortak paydaları dahi pek yok. Bunların kalabalık ve sosyal haklarının değişik olma sonucu da yeni sorunlar oluyor. Örneğin, sadece Türkiye gelişmeleri değil, örneğin ünüversitelerdeki olanlar da haber edilmez. Son Omorfodaki OTÜ gelişmelerine kimse ilgi göstermedi. Öğrencilerin protestosuna pek az yer verildi. Yeni yapılanış bilgileri ise hiç sorgulanma eksenine sokulmadı. Buna benzer öteki ünüversitelerdeki olanlar da habere pek değer görülmez. Hele de işler tersdüz olunca, sahteleme konuları bizim üst lietlere gelince de pek kıpırtı beklenmez. Ama, hep ünüversite artışı, öğrenci yığılması ve bol bol diploma denilip, kiralar alınması öğrencinin müşteri gibi yolunması ekonomisine devam önemli gelişme olarak savunuluyor. Sonra, yığılan bu kesimlerin yanlışla oluşan birikimlerin sorunlarından da şikayet  etme  marazilerini de duyarız.

Tüm bunların net yanıtı var: sömürgesel K. Kıbrıs yeni ilhaklaşma sonucu yaratılan defaktoyla birlikte yoluna devam ediyor. Uluslararası işleğişte de buranın hep yasadışılığı öne çıkarılıp buraya müdahale de edilmez. Öyle uluslararası hukuk falan aramayın. Ab lafları sadece fonlarl la yaraanmanın ötesine gidilmez. Bir ufak uyarı: Kıbrısın önemli kulanıcısı İngiltere şu anda AB üyesi değil. AB toprağı diyenler bunu hep unutuyor. Öyle ya ezberle konuşmak, ruma gönderme yapmak, Türkiyenin gelişmelerini görmzden gelmek, kara karanlık ilişkilerin kazancıyla övünerek bugüne geldik. Hep kendimizin başarı ve direniş hikaye uydurup masal ile aktarmalar da kurtarmıyuor. Hele de havıza kaybı ve yeni koşullarla tarih de yazılınca, geleceğin ilhaklaşma zemini daha kolay oluştu. Zaten ben bildim bileli belirli kesim, “Türkiye buraya bir vali göndersin” denildiği, buradakilerin yönetemediği duyguları hala canlıdır. Hele de türkiye gerçeklerini bilmeyenler için çok kolay. Tıpkı Türkiyedekilerin K. Kıbrıs gerçeklerinden uzak olma durumu gibi. Son örneği de demeden yazıyı bitirmeyecem: Herkese önerdiğim ve izleyici de kazandırdığım Tele 1 yine K. Kıbrıs konusunda potu kırdı: hem de Merdan Yanardağ: AKP Kıbrısı satacak! Hala Denktaş kuşatılmış Türkiye solunun da esiri gibiyiz. Tabi K. Kıbrıstaki başta meclis kesiminin K. Kıbrısı anlatma şeklinin de etkisi, katgısını eklemeden olmaz.

İşte böyle bir yolda ilerliyoruz. Tepkilerin olacağı kesin. Şimdiki sömürgesel koşulların özgürlük ve demokrasi olduğunu da savunma garipliği de gerçekleşecek. Seçimlerde ve sonrasında odenli net müdahaleleri yazamayan, söyleyemen kesimi uyarırken, onlar kervanın devam edip iç bazı muhalifliklerle işlerin türüyeceğine inandılar. Haklı çıktım: ama haklı çıkarken de tıpkı ratyo Mayısta olduğu gibi ilk yayından durdurulan benim gibilerin prokramı olduğunu da yaşayarak anladım. Ama herkes şikâyetçi. Sınır mı: Ünala dek. Ah şu gürleyen mütahitler başkanı Cafer efendi ağzını açıp şu Jet sgandalında kimlerin geldiğini bir söylese!

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
215AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin