yaklaşımlarÖzkan YıkıcıAkdeniz krizleri üzerine birkaç söz – Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Akdeniz krizleri üzerine birkaç söz – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Bazı konular vardır ki hem yazmak gerekir hem de oldukça dikenli içeriklere de sahiptir. Hem konunun önemi nedeniyle deyinmek şart, hem de konu ele alınınca da oldukça tehlikeli girdaba girme durumu da vardır. Son Akdenizdeki geneleşen ve oldukça fazla aktörün katıldığı kriz, bir anlamda oldukça karışık ve tehlikelerle doludur. Oluşan algılar, krizlerle beslenme, devlet zırhlı idolojik bakış, siyasal tabu ile zehirletilen miliyetcilikle dincilik olguları sonucu, konunun deyinilmesi dahi oldukça tehlikelidir. Bu nedenle, genelikle kendi devlet bakışı eksenli tabusuyla ordan hak devşirme düşünceli ve baskıcı konntrol sonucu, olayın basit olguları dahi gözden kaçırıldı. Olayın nedenleri veya var olan “beyenelim beyenmeyelim” uluslararası belgelere rağmen, konu genel dünya kontrolü kriz çizgisinde gelişiyor. Kontrolu çizgi ise provakasyonla derinleşme riski de her zaman vardır. Hele de günümüz hegemonya mücadelesi ile hukuki kuralalrın işlemediği koşulları da düşünürsek.

Tehlikeli olsa da ve hele de dokunması muhtemel tabusal algılara rağmen, bazı ufak ama önemli gerçeklere şöylesine giriş olarak deyinecem. Son dönemde özellikle Doğu Akdeniz resmen dünyanın askeri güçlerinin gemileriyle bezeniyor. Bol bol tehtitlerle, haklı olma ikilemleri uçuşuyor. Üstelik, bu sorunların önemli yerlerinden birisi de Kıbrıs olması tesadüf deyildir. Sadece bulunan doğal gaz deyil, bölgesel yeniden paylaşımın deniz alanındaki yansıyış ile Mavi Vatan söylemi, hepsi birbirini tamamlayan olgulardır. Daha vahimi; ağızlarda “deniz hukuku, uluslararası çıkarlarımız” gibi cümleler tehtit olarak uçuşuyor. Hat ta kavramlar bile karıştırılıyor. Örneğin; deniz münhasır alan ile kıta sahanlığı çoğu defa siaysetin de bazen bilinsizce karıştırdığı kuramlardır. Bu konuyu ilerde daha derin yazma sözüyle, şimdi direk Kıbrısla alakalı birkaç söz edelim.

İlk önce şunu bilelim: Uluslararası imzalanan iki deniz hukuku içerikli uluslararası belgeyi Türkiye imzalamadı. Hani derler ya: “uluslararası hukuktan kaynaklanan haklarımız” cümlesi biraz belgeleri inceleyenler için bu gerçek ortaya çıkar. Tıpkı işkence ile mücadele belgeleri imzalanmayarak dışta kalma gibi… Bu nedenle özellikle K. Kıbrısta kulanılan ve Türkiyeden alınıp bezenip gazla atılan uluslararası hukuk olayı biraz havada kalıyor. Gerçi şunu demek kolay: imzalamadık, çünkü beyenmiyoruz demenin sıyrılışı vardır. Bugün tartışılan ve yapılan Münhasır alan krizleri hep Türkiyenin imzalamadığı belgelerle de alakalıdır. Konuyu daha iyi anlamanız için hem de direk Kıbrısla alakalı örnekle açalım:

Türkiye, ikibinlerde Mısıra münhasır alan imzalama önerileri getirir. Mısır ise bunu iki defa ret eder. Gerekçe, Mısır Türkiye arasında Kıbrısın olmasıdır. Kıbrısın da bu alanda münhasır alan hakları vardır. Anlayacağınız, Mısır imzalasaydı, Uluslararası hukuka uyup uymadığı bir yana, Türkiyenin adaların münhasır alanı kabul etmemesi sonucu, Kıbrıs bu haklardan mahrum edilme çabasına girilecekti. Bir anlamda, Kıbrısı Türkiyeye Mısır hatırlattı. Çünkü, Türkiye uluslararası iki belgeyi adaların münhasır alanlarına karşı olduğu için imzalamadığını belirti….

Sonradan gelişen doğal gaz konusu olayı deyişik yönlere çekti. Başta İsrail boru hatlarının Türkiyeden geçişi önceliği konulunca, Türkiye bu alanda sesiz kaldı. Münhasır alan planı tutmasa da enerji hat nedeniyle yine stratejik yolda belirleyici olacaktı. Nitekim, hatırlayanlar, bolca “boru hat barış projesi” lafazanlıkları bolca yapıldı. Akıncı ve Mehmedali resmen bunu Kıbrıs sorunu ve Türkiyue çıkarlarıyla bolca probagandalaştırdılar.

Ne zaman Türkiyede kriz döngüsüne gitmesi, siyasi islam projesinin Ortadoğudaki tıkanışı ile sermaye için boru hat Türkiye ayağının riskli görülmesi sonucu, hedef Girite doğru kaydırldı. Ozaman da ikibin 2012 sonrasında Türkiye olaya müdahale ederek kendinin dıştalanmasına krizlerle karşılık vermeğe başladı. Mavi Vatan teziyle Yeni Osmanlı idolojikleşme ayağı da yükseltildi. Akabinde hat ta olayın çıkmaza gireceğini anladığı anda Erdoğan Eroğlunu Nivyorka çağırıp, ona petrol haklarını imzalayan belgeyi onaylatırdı. Böylelikle elinde Kıbrıs mÜdahalesi adına K. Kıbrısla “anlaşma” adıyla siyasal hamle gerçekleştirdi. Olayın Uluslararası hukuk deyil de Devletsel idolojik bakışla olması ise Türkiyedeki tüm AKP karşıtlarını Erdoğanın arkasında sıralatı.

Bir ufak da ilgili tutuma göre deyinelim: nedense çoğu zaman şu algı hep karşılık bulur. “iç politikada ne kadar ayrışsak da dışta birlik olmamız şart” denilir. Nitekim, Türkiyede ve K. Kıbrısta önemli kesim kendilerine en inanılmaz ayrıcalığı yapan iktidarların dış hegemonya yönelişlerini zehirlenen milliyetçilikle peşinden takılırlar. Kimse, ağızda dolaştırılan “Uluslararsı hukuk belgelerine” bakmadan “haklarımız” deme geneleğine sarılınır. Elbet, enerji kaynağıı kadar bölgedeki yeniden sömürgeleştirme ve yerel yönetimlerin de pay alma peşinde oluşları tüm kuralları da silikleştirdi. Kimse, ulusrarası deniz hukukunu falan söulemiyor. Kıbrıslılar için ise adanın haklarını dahi kabul etmeyen ülkenin kendi haklarını koruyacak syleminin de karşılık bulma acıtılışı vardır.

Kriz oluşu, bölgesel gerilim ise daha dıştaki ülkelerin de Akdenize doluşmasını hızlandırdı. Zaten, çıkmazda olan Ortadoğu projesi ile rekabetin yeniden paylaşım kızışması da artınca, kimse haklara falan bakmıyor. Güce ve taraftarlaşan kitlesel tabanla bu politik oyun oynanıyor. Hamleler her an deişme potansiyeline de sahiptir. Fakat, Kutret hazretleri gibi saçmalamanın da ötesine giden sözler de işin cabasıdır: “KKTC bu krizle bölgede belirleyici oyuncu oldu”! Buna pes dahi denmez. Oysa tam aksi her yetkiyi teslim edip saray köpüğüne kapılıp gidiliyor.

Ayni konu Türkiye Yunanistan arasında da yaşanıyor. Hele Lipya alanında işler karışık. Hele de Türkiye Lipyanın Traplusgart tarafıyla yaptığı anlaşma ile Giritin Türkiye alanı olması da konunun nedenli tehlikeler içerdiği, düşüncenin nereye dek gelindiğinin basit sonucudur. Bu konuya ilerde deyinecem.

Yukarda özetlediklerim le neden Türkiyenin Uluslararsı adalet divanına gitmediği veya hem Kıbrıslı Türkler derken, aslında Mısır kabul etseydi Kıbrısın deniz haklarının yok sayılma ikilemleri daha çok yaşanacak. KIbrısın Kuzeyi ise hala bunu şaka gibi alıyor. Bol lafla olamayan yetkinin olma türküsünü acemice okuyor. Fakat, krizler çok deyişik. Yukarda özeolay önemnlidir.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
240AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin