yaklaşımlarHare YakulaEğitim yoluyla edinilecek "istendik davranışları" kim belirler?
yazarın tüm yazıları:

Eğitim yoluyla edinilecek “istendik davranışları” kim belirler?

Yeniçağ podcastını dinleyin

Kültürümüzde var olan “Ağaç yaş iken eğilir” deyiminden anlaşılacağı üzere çocuk şekle getirilmesi, düzeltilmesi gereken bir objeye indirgenmektedir. Bazense çocuk, yoğrulup şekil verilecek hamura benzetilmektedir. Yani, evdeki çocuk- okuldaki öğrenci şekil verilmesi gereken edilgen bir nesnedir. Hazırlanan kalıba göre şekillendirilendir. Hizaya getirilendir.

Atatürk Öğretmen Akademisinde ilk olarak ezberlediğim, “eğitim” sözcüğünün literatürde yer alan ve kabul gören tanımı idi. Üzerinden 20 yıl geçmesine rağmen iddialıyım ki tüm sınıfın papağan gibi tekrarlayabildiği tanımı bugün dahi eksiksiz söyleyebilen çoktur. Tanım, davranış değişikliğine vurgu yapmaktadır lakin “istendik” olması koşuluyla. “Eğitim yoluyla bireyin istendik davranış değişikliği…”. Peki, istendik denilen davranışlar nelerdir? Bu davranışları kim(ler) belirliyor? İstendik olduğuna göre istenmedik davranışlar nelerdir? Gibi soruları sormak ve üzerinde düşünmek anlamlıdır.

Eğitim kurumlarında istendik davranışlar; ders kitaplarındaki okuma parçaları, şiirler, marşlar ve öğretmenlerin tavır ve tutumlarıyla pekiştirilir. Kutlama-anma törenleriyle, resim ve kompozisyon yarışmalarıyla ise katılımcı konumdaki öğrenciler istendik davranışları uygulayarak içselleştirir. Örneğin geçtiğimiz hafta gerçekleşen 23 Nisan tören ve şenliklerinde çocukların katılımı figüranlık düzeyinde kaldı. Her şey yetişkinler tarafından tepeden inme belirlendi. Çocuk katılımı yani çocuğun ne istediği, çocuğun sözü önemsenmedi. Çocuklar, yetişkinlerin öz tatmin aracına dönüştü. Siyasiler ve eğitimciler çocuğun sözünün olmadığı törenlerde bir kez daha ulusal nutuklar atarak kendini var etti!

Yetişkinliğe geçişle birlikte istendik davranışlar “kabileye sadakat” gösterilerine dönüşür. Tabii ki kabileye sadakati esirgemeyenler ödüllendirilir! Bu motivasyonla ve ortak duygulanımla “Tek” tipleşilir, “Bir” olunur. Seçim kampanyalarında belirlenen sloganlar istendik davranış geliştirilmesi yönünde birer toplumsal mühendisliktir. Örneğin, Tayyip Erdoğan’ın dilinden düşürmediği “Tek millet- tek devlet- tek vatan- tek bayrak” veya Ulusal Birlik Partisinin kullandığı “B1İRİZ” sloganı.

1920’li yıllarda Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında İsmet Paşa’nın sözleri istendik olana açıklık getiriyor. “Biz açıkça milliyetçiyiz. … ve milliyetçilik bizim yegane birlik unsurumuzdur. Türk ekseriyetinde diğer unsurların (etnik toplulukların) hiçbir nüfuzu yoktur. Vazifemiz Türk vatanı içinde Türk olmayanları behemehal [her halde] Türk yapmaktır. Türklere ve Türklüğe muhalefet edecek anasırı [etnik toplulukları] kesip atacağız. Ülkeye hizmet edeceklerde herşeyin üstünde aradığımız Türk olmalarıdır.

Bizlere öğretilen istendik davranışları yıkmak; düşünmek ve anlamaya başlamakla mümkündür. Aksi halde istendik davranışlar birer zorunlu eyleme “yapılacaklar listesine” dönüşür. İtaate zorlar.

Tartışma ve eleştiri kabul etmeyen öğretilere karşı dirençli olmalıyız. Tavır-duygu-tutum ve duygulanımlarımızın bilinçli mi yoksa ideolojik dayatmalar gereği olup olmadığını ölçüp tartmalıyız. Sorgulamayı, çoğu zaman -ama demeyi alışkanlık haline getirmeliyiz.

* * * * * * * * * * * * * *

İstendik davranışlar sözel dikte edilebilir bazense seçilen rol modeller aracılığıyla öğretilebilir. Çocuklar özellikte yakın çevrelerindeki yetişkinleri rol model alırlar. İzledikleri filmlerdeki veya okudukları hikayelerdeki karakterlerle özdeşleşirler.

İlkokul 2. Sınıf Türkçe kitabındaki “Mızıkacılar” fabl türünde bir masaldır. Binlerce fabl örneğinden Grimm Kardeşler’in bu parçasının seçilmesi raslantısal mıdır? Fatmagül Berktay, Arendt seçkisindeki gerekçesini şöyle açıklamıştır: “Neyi okuduğumuz kadar neyi aktarmayı seçtiğimiz de kuşkusuz, tarihsel geçmişimiz ve bugünümüzle çerçevelidir.

Sahibi tarafından çok çalıştırılmaktan usanan bir eşek köydeki evden şehre kaçar. Yolda, yaşlandığı gerekçesiyle sahibinin evini koruyamadığını düşünen bir köpekle, eskisi gibi fare tutamadığı için sahibi tarafından sokağa atılan bir kediyle, yine yaşlandığı için doğru zamanda ötmeyen ve sokağa atılan bir horoz ile karşılaşır. Arkadaş olur.

Akşam olunca kedi ile horoz bir ağaca çıkmışlar. Eşekle köpek ise ağacın altına yatmış. Bu sırada horoz, uzakta bir ışık görmüş. Hemen arkadaşlarına haber vermiş. Dört arkadaş, geceyi güvenli bir yerde geçirmek umuduyla ışığa doğru yürümüşler. Önlerine küçük bir ev çıkmış. Eşek, içeriye bakınca bir de ne görsün? Hırsızlar, bir masanın başına oturmuş, yemek yiyorlarmış. Dört arkadaş hemen bir plan yapmışlar. Köpek, eşeğin üzerine çıkmış. Köpeğin üzerine kedi, kedinin üzerine de horoz çıkmış. Sonra hep bir ağızdan bağırmaya başlamışlar. Neye uğradıklarını anlayamayan hırsızlar, evden kaçıp gitmişler. Dört arkadaş, o şirin eve yerleşmişler. Yemişler, içmişler. Her gün şehre gidip mızıkacılık yapıp para kazanmışlar. Birlikte mutlu bir hayat sürmüşler.”

Peki soruyorum: Şirin ev kimindir? Hırsızları korkutup kaçırdıktan sonra eve yerleşen dört arkadaşın hırsızlardan bir farkı var mı? Şirin evin sahibi niye aranmadı? Bu hikayedeki istendik davranış değişikliği nedir?

Elbette ki bu hikâyeyi seçmemde tarihsel geçmişim, bugünüm ve Kıbrıs’a dair bir hakikat var. Sahi, Kıbrıs’ta göç etmek zorunda kalan ve göç ettirilen Kıbrıslıların “şirin evlerine” şu an kimler yerleşti? Bu şirin evlere yerleşen “arkadaşlar” kimlerdir? Evin sahibinden söz etmemek istendik davranış mıdır?

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
240AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin