yaklaşımlarÖzkan YıkıcıHafızasızlaştırma ile teslimiyet cenderesinde kıskaçlaşırken - Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Hafızasızlaştırma ile teslimiyet cenderesinde kıskaçlaşırken – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Son yaklaşık onbeş gün içinde, deyişik koşullarda bulundum. Bazen izleyici, bazen katılımcı sohbetler ve bazısı da bilgi vermek amacıyla bulundum. Salt bir yerde değil elbet. Birçok farklı ortamlarda yaşadım. Toplamda, yaşadıklarımla zaten birilerinin istediği ağırlıklı kültürel içerikli makaleyi de adeta tasarladım. Bir memleket değişik koşullarda farklı nedenlerle bulunuşumun ortak deyerine de ulaştım. Bu yaşadıkalrımla bir çanlamda nereye gelindiğinin de istenen net kanıtlarıyla da doluydu. İnsanlar kimisi hafızalaşarak, kimisi zaten bilmediği için öğretilenle bilme noktasınan elişi ve çıkar adına teslimiyetle nasıl kendini dahi dıştalama aşaasıyla değişken zenginliklerle örnekleştirildi.

Birileri KKTC olalyından hareket ederek, Türkiyenin KTKTC garantörü olduğunu rahatça hem de akademik karyelrle öğretilenle söylüyor. Birileri oy verip başkan yaptıkları kişinin başkanlıktan bir telefonla alınmasınan sanki olmamış davranışıyla karşılık veriyor. Makamına da güvenen biri, sırf hahasi havasına katılsın diye “Maraşa yerleştirilmelerin, garantörlük anlaşmasıyla olduğunu”  çekinmeden vurguluyor. Buna sayacak çok örnek var. Hele kitaplardaki önemli resmen saptırmalar veya teknik kueal ile algılaştırmalar da bir başkadır. Sanki Kıbrıs eskiden beri ikiye ayrılmıştı. Görsel  seçenekte Hintli ile Türbanlı ikili kadın seçkisi de iidolojik ince ama net görsel vuruculuktur.

Daha sayacağım çok örnek var. Fakat, olayların özü şu: resmen hafıza kaybı ile bilmenin teslimiyet kısgacında bulunuyoruz.***

Çocukluktan beri şunu direk  yaşadık. KIbrısta idolojik olarak Kıbrılı eksenli olguları ret etmek. Yerine Anasdolulaşma siyasal hedef konuldu. Taksin teziyle de şekilendirişldi. Öyle ki bazen korkutarak, bazen öğreterek bazen de olan tüm boşluklkarı yeni olgularla dolduruldu. Bu salt siyasal değil, kültürel alanda da yaşandı. Sürerek Kıbrıs süreciyle de siyasallaştırıldı. Bunun tersi de Kıbrıs kültürel gerçeklikler gibi rumların eksenine brakıldı.

İkinci olgu da Yetmişdört sonrasında gelşişti. Gelen nifus zaten kendi geçmişi vardı. Fakat, Kıbrıs gerçeklerini bilmiyorlardı. Üstelik Kıbrısta onlara aktaracak yerel yapı da yoktu. Bu durum gelenlere daha kolayn enjjekte yapma şansı da oluştu. Dilenen her  şey geçmiş olarak aktarılıp öğretildi. Oldukça yeni nifus da bu algılarla kafaları doldu. Ek olarak, yeni koşularla geldikleri içşin de hem hafıza boşluğu resmi idolojiyle doldurulurken, yaşam koşulalrında da çıkar ilişkisi ile birlikte var olan ortamı savunma refleksi de oluştu.

Bu işleyiş giderek yandaşa göre paylaşlımla şekillenen yapı teslimiyeti de dayatı. Çıkar ilişkisi, hafıza sıfırlaması ve teslimiyet adeta saydamlaştı. Banbaşka geçmiş ve çıkara göre yandaş paylaşımlı kurumsalaşan yapı. Bunlar elbet geçmiş yaşanan  değil, kendinen has kültürü da oluşturdu. Kolaylık şu: hem bilmeyen kitle yoğunlukta, hem de bilenlere baskı veya korkuyla sonra da çıkarla ilgili gerçeklkeri hafızadan sildirtiler. Bu nedenle Kıbrısla alakalı yakın tarih kitapları yayınlanmasınan ve resmi idolojiği açığa çıkarmasınan rağmen  ne tepki oldu nede yalanlar değiştirildi. Kimse tınmadı..

Özetlediğim bu gelişme zinciri, sonuçta günümüzü de şekillendirdi. İktidar gibi olan parti kendi liderini seçşip de, birileri telefonla görevden istifa etirmesiene oy verenler dahi ses çıkarmadı. Birileri hep koltuğa gelmek için kapıda beklerken ilk imkar yaptıklarıgerçeklerdi. Songülerde durmadan hem de koltukçularla alakalı yolsuzluktan yasaları bilmeme derecesinde haberler savruluyor. Sıkılmadan koltukçu da “yasaları bilmiyorum, beni ilgilendirmez” deme pişkinlikle bunları geçiştiriyor. Kocaman savcılar da sesizsedasız. Oysa yasak olmayan kitapdan yasaklama çıkarma becerileri de oldukça meşurdur. Yine doktor küçük anmasında gördük: herkesin bildiği zorla aday yapılmaması olayını dahi “isteyerek ayrıldı” deme kolaylığı oluştu. Hele son Ocak Yirmisekiz olayları bir rezalet. Ama, dedik ya bunlar senelerdir birikerek günmüze geldi. Çoğu sıfırlatılarak üstüne bunlar eklendi. Çıkar adına teslimiyet ise en üst saraya kadar sizi taşır. Siz yalan söyleseniz da adına milli ve tarihimiz denip hamasi örtüyle örterler. Kendi tarihini bilmeyen, sömürgeleşen yerde de bağımsızlık istenmez. Yasadışılıklar da kolayca kalbulenir. Yalandır diyenler, mafya gerçeklerimize baksın, yeterlşidir.

Kısaca, özetlediğim ve onbeş gün tanıklıkla yeniden aklıma gelen Hafızasızlaştırma ve teslim olmanın siyasal sonuçlarını yaşıyoruz. Bunların değişmesini de pek isteyen yok. Poletik kesimde de sıra beklerken, bunların söylenmesiden rahatsız olmak da doğaldır. Bir de bukalamun siyasal daraltılı davranış da artık normalleşti. Bu kültürle de muhalif ancak sıra bana gelsin veya daha fazla verinle sınırlandı. Gerçekleri söyleyenleri de elbet yalan söylüyorlar diyemeyeceklerine göre “marjinal veya rumcu yanına son günlerde benim de karşılaştığım dar kafalı solcular” denip işin içinden sıyrılmaktadırlar. Onun için gerçekleri fazla dinleyen de yok. Ğrenmeğe kalanlar ise ilk duyduklarında sanki uzaktan mani gibi gelir. Merakı devam ederse de gerçeklere ancak ulaşır. Tabi öğrendiklerinin gücü ve çıkar durumunun da derecesi önemlidir.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
242AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin