yazılariktibasYüzüncü yılında Lozan Antlaşması - Veysi Sarısözen
diğer yazılar:

Yüzüncü yılında Lozan Antlaşması – Veysi Sarısözen

Yeniçağ podcastını dinleyin

Orjinal yazının kaynağıyeniyasamgazetesi5.com

Yeni Yaşam Gazetesi | Yeni Yaşamİsviçre’nin Lozan kentinde bir konferans toplandı. Lozan Antlaşması’nın 100. yılında düzenlenen bu konferans antlaşmanın Kürdistan’ı parçalayan ve Kürtlerin kendi kaderlerini tayin etme hakkını hiçe sayan maddelerini masaya yatıracak. Yalnız Kürtlerin de değil. Ermeniler, Pontus Rumları, Süryani ve Keldani halklarının da yaşadıkları topraklarda yok edilmesini bir kere daha gündeme getirecek. Lozan Antlaşması bu halklar ve Kürt halkı bakımından “haksız” bir “barış antlaşmasıdır.” Kemalist iktidar “özerklik” vaadiyle Kürt halkına yalan söylemiş ve onların desteğini bu yalanla elde etmiş, Lozan’da kendisini “Türk ve Kürtlerin temsilcisi” olarak tanıtmıştır. O halde antlaşma Kürt halkını bağlamıyor.

Bu satırları okuyan Türk milliyetçileri, HDP dışında tüm partiler, muhtemelen bu konferansı Kürt siyasi hareketinin Sevr’i diriltme amacıyla yapılan bir “bölücülük” adımı olarak karalayacaklar. Resmi ağızlar Lozan’ın “sonsuza kadar” geçerli olduğunu bir kere daha ilan edecekler.

Oysa konferans meşruiyetini hem Kürt halkının evrensel haklarına dayandırıyor, hem de Türk devletinin ve antlaşmanın imzacısı devletlerin Lozan Antlaşması’nı bizzat kendilerinin yürürlükten kaldırdığı gerçeğiyle temellendiriyor.

Türkiye Lozan Antlaşması’nı 1938 yılında Hatay’ı ilhak ederek çiğnedi. Hatay Lozan Antlaşması’nda Türkiye’nin sınırları dışındaydı. Antlaşmada imzası olan Fransa Hatay’ı Suriye’den kopardı ve Türkiye’ye devretti.

Antlaşmayı çiğnemenin ikinci adımı Kıbrıs’ta 1974 yılında atıldı. Kıbrıs’ın Kuzey’i şu anda fiilen Türkiye’nin egemenliğindedir. Lozan Antlaşması’nda Kıbrıs Türkiye’nin sınırları dışındaydı. Lozan’ın imzacılarından İngiltere, kendisine karşı ayaklanan Kıbrıs Rumlarına karşı Türkiye ile yaptığı ittifakın sonucu olarak Ada’nın bugünkü bölünmüşlüğünde en büyük rolü oynadı.

Görüldüğü gibi hem Fransa hem de İngiltere Türkiye ile birlikte Lozan Antlaşması’nı geçersiz kıldı.

Bu kadar da değil. 2010 “Arap Baharından” istifade ederek, Türk devleti Suriye devletinin topraklarını işgal etmeye başladı. İmzacı devletler ve gözlemci devletler, İngiltere, Fransa, İtalya, ABD ve Rusya bu yayılmacı adımları destekledi. Türkiye Afrin ve İdlib’i işgal ederek Halep’i sınırlarına katmak amaçlı büyük adımlar attı.

Aynı zamanda Irak topraklarına girerek, Güney Kürdistan’ı, yani Şengal’i, Kerkük ve Musul’u ilhak etmek üzere şu anda bu topraklarda sayısız üsse sahip.

Bütün bu adımlar “Misak-ı Milli” haritasında varolan toprakları Lozan’da “kaybeden” Türkiye’nin, bu “kaybı” yani Lozan Antlaşması’nı tanımadığını gösteriyor.

Türklerin kendilerinde Lozan Antlaşması’nı tanımama hakkını görmeleri ise, “her şeylerini kaybeden” Kürtlerin de Lozan Antlaşması’nı tanımama hakkına sahip olduklarını kendiliğinden kanıtlıyor.

O nedenle Lozan Konferansı’na milliyetçi partilerin tek kelimeyle itiraz hakları yoktur. Şimdi kulaklarını dört açıp Lozan Konferansı’nı izlemeleri gerekir. Çünkü artık tarihe karışan bu “haksız barış antlaşmasının” yerine bütün tarafların hak ve hukukunu gözeten yeni bir “birleştirici” antlaşma için diyalog ve uzlaşma şarttır.

Üstelik böyle bir uzlaşma şimdi her zamankinden daha acil ve zorunludur. Çünkü Birinci Dünya Savaşı’nın yenilen ülkesi Osmanlıysa, Üçüncü Dünya Savaşı’nda yenilen Türkiye Cumhuriyeti’dir. Ve bugün ekonomik ve dış politik alanlarda yaşanan “U” dönüşleri, seçimi kazansa da çökmüş olan AKP iktidarına üstün gelen küresel devletler tarafından “mağlubiyetin” bedelleri olarak dayatılmaktadır.

Ama sorun bundan ibaret değil. Ukrayna savaşı artık yeni bir aşamaya tırmanıyor. Tahıl Koridoru anlaşmasından çekilen Rusya, Ukrayna limanlarına yönelen tüm gemileri savaş gemisi sayacağını, yani batıracağını ilan etti. Ukrayna da Rus limanlarına yönelecek gemileri batıracağını duyurdu. Batacak ilk gemi Karadeniz’de savaş demektir ve Türk devleti bugünkü zayıf halinde, tıpkı İttihatçılar gibi bu savaşın dışında kalamaz. Montrö Antlaşması gereği Batılı devletlerin baskısıyla Türkiye Boğazları Rus gemilerine kapatmak zorunda kalırsa Rusya’ya savaş açmış olur. Böyle bir durumda tıpkı İnönü hükümetinin İkinci Dünya Savaşı’nda Hitlerle anlaşarak Kırım’a göz dikmesi gibi, Erdoğan’ın “Kırım’ın Rusya tarafından ilhak edilmesini tanımıyoruz” diyerek yeniden Kırım rüyaları gördüğünü not edelim.

Rusya’nın güneyindeki bu gelişme, Batısında da Polonya’nın Ukrayna savaşına katılma ihtimaliyle büsbütün tehlikeli sonuçlara gebe. Vladimir Putin Polonya’nın Ukrayna’ya askeri birlikler göndermeye hazırlandığını ve amacının da Ukrayna’nın bazı topraklarını ilhak etmek olduğunu, aynı zamanda Belarusya topraklarına da göz diktiğini, bunun ise Rusya’ya savaş açmak olacağını dile getirdi.

İşte bu karmaşık ve ucu nükleer savaşa açılan tehlikeli ortamda, Türkler ve Kürtler Lozan Antlaşması’nın haksız hükümlerini birlikte yok sayarak Türkiye topraklarında süregiden savaşa ve işgallere son vermeli, Türkiye’yi tırmanan Üçüncü Dünya Savaşı’nda bir kere daha felakete sürüklenmekten korumalıdırlar.

Lozan’da Kürt halkının temsilcileri tarafından düzenlenen konferans, görüldüğü gibi yalnız Kürtlerin değil, Türkler de içinde tüm halkların ortak kaderine adil ve barışçı bir cevap arayışıdır.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
261AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin