yaklaşımlarYalçın OytamBir cumhuriyetin anatomisi – Yalçın Oytam
yazarın tüm yazıları:

Bir cumhuriyetin anatomisi – Yalçın Oytam

Yeniçağ podcastını dinleyin

2023 yılının daha yarısında olmamıza rağmen, Türkiye Cumhuriyeti’nin ve etkileşim içinde olduğu Osmanlı coğrafyasının geleceğini on yıllar boyunca şekillendirecek yıkıcı bir sürece tanık olduk. Şubat’ta Kemalist cumhuriyetin siyasi ahlak ve altyapı olarak ne kadar derinden çökmüş olduğunu en acı şekilde gösteren deprem ve Mayıs’ta da çöküşün hızla devam edeceğinin habercisi Cumhurbaşkanlığı seçimleri oldu.

Bu süreci bir yazı dizisiyle irdelemeye çalışacağım. Dizinin iki temel savı şunlardır: Bir, cumhuriyet resmi kuruluş hedefleri bazında ölmüş, Kemalist deney hüsranla sonuçlanmıştır. İki, Anadolu’nun ve Yakın Doğu’nun tekrar dirilişi ölüm sebebini doğru teşhis edip, siyasi mücadeleyi doğru temeller üzerinde tesis etmekten geçer.

Doğru temeller nelerdir? Öncelikle sorun sırf siyasi değildir, Türkiye Cumhuriyeti’nin “milli kimlik” anlayışı ve vatandaşlık tanımıyla alakalıdır. Cumhuriyetin parametreleri ve milli kimlik anlayışı içinde hapsolmuş bir muhalefet başarıya ulaşamaz. Mevzu bahis milli kimlik, tarihsizlik ve tabiri yerindeyse egemen kesimi meşru göstermek amacıyla ortaya çıkan bir büyük sahtekarlık üzerine kurulmuştur. Osmanlı kültürünün her zaman var olmuş en temel öğelerinden gayrımüslimleri ve “Türklük” dışında kalan halklarını inkar eden, görmezden gelen her anlayış tarihsizlik ve sahtekarlıktan öteye gidemez. Anadolu’yu “muasır medeniyetler seviyesine “taşıyacak muhalif akım, Yunanistan, Ermenistan, Suriye, Lübnan, Irak, Ürdün, Filistin ve Kıbrıs Halklarıyla ve Anadolu’nun otantik kimliğini yüz yıldır içinde muhafaza eden kültürel ve siyasi akımlarla entegre bir şekilde, kendi has kimliğini yeniden keşfedecek olandır. Cumhuriyet’in ve Kemalizm’in Osmanlı Tanzimatı bazında bir irtica, bir karşı devrim olduğunu idrak eden, “Türklük Sözleşmesi’ni” yırtıp atan, ve bütünleştirici Osmanlı Sözleşmesi’ne geri dönüp onu 21. yüzyıl şartlarına uyarlayandır. Yazı dizisinin özeti bundan ibarettir.

 

Deprem ve Devlet

Gariplerin Anadolu’sunda bir büyük deprem oldu, nice dünyalar yıkıldı.

Nice hayatlar söndü, karardı.

Nice işkenceler yaşandı, yaşanır ve daha nicesi sıraya girdi, sıra ömürden uzun.

Bir düşünün, enkazın üzerinde baba, enkazın altında oğlu “beni kurtar” diye bağırır, babanın elinden hiçbir şey gelmez. İşkencenin feriştahı değil de nedir? Günler saatleri kovalar, gelen yok, kurtarma ekibi yok, ekipman yok, çadır yok, ekmek, su yok!

Devletin en tepesinden küfür var, tehdit var, devletten engel var, dayak var.

Bu acılı coğrafyanın çocukları olarak her birimizin kendine göre bir dayanma mekanizması vardır. Yazmaya, çizmeye yatkın olanlarımız sırtını akılla yüreğin, fikirle duygunun uyumuna dayar. Ancak acının korkunç boyutu karşısında akılla yürek uyumu paramparçadır. Yazamazsınız. Yazmaya en çok gerek duyduğunuz anda yapamazsınız. Dayanamazsınız.

Gözlerimin önünde Gomidas canlanır. Anadolu’nun ruhu Gomidas. Yüzlerce Anadolu ezgisini derleyen Gomidas, pınarına göre ayrım yapmadan. Ermenice, Kürtçe, Türkçe, yurdunun bütün dillerini bağrına basan Gomidas. TRT gibi değil yani. Ezan için bile bestesi olan Ermeni rahip Gomidas.

Zebani Talat Paşa’nın ölüm yollarında yürütüldükten, şahit olduğu vahşetten sonra sesini kaybeden, geceleyin kabuslar içinde kuyuya koşup yolda kaybettiklerini çağıran Gomidas. Memleketinden çok uzakta, Fransa’da uçmaya şevkini çoktan kaybetmiş bir kuş gibi ölen…

Deyesim odur ki, devletler de insana benzer – onları dünyaya getirenlerin huyunu, suyunu, eğilimlerini devam ettirirler. Var oldukları sürece yaşadıkları ve yaşattıkları, karakterlerini, reflekslerini belirler. Tarihe bakış açılarını, sorun ve çözüm tanımlamalarını ve nasıl uyguladıklarını belirler.

Devlet enkaz altındaki insanları ölüme terk edebilir. Kurtulanları aç, susuz, barınaksız bırakabilir.

Kızılay’ı akıllara durgunluk veren bir cüretle ticarileştirip, parası olana çadır sattırabilir. Halka yardım etmek isteyen özerk hayır kurumlarını haraca bağlayabilir, siyasi şantaj yapabilir.

Ancak yurttaş, kendisine sağlananla yetinmek zorundadır! Şikâyet edemez!

Birincil olan “devletin bekası”, “devletin itibarıdır”! Ne olursa olsun, yurttaş bunlara halel getirecek davranışta bulunamaz. Çocuğu, eşi, bağıra çağıra günlerce enkaz altında kalıp can verse bile.

Kanımızı donduran acımasızlık ve vurdumduymazlıkla hareket eden Erdoğan hükumeti, sonuçta sadece devletin doğuştan getirdiği huyunu suyunu devam ettirmiştir.

Sağlıklı devletler, temsil ettiği bireyleri, toplumları yapı taşları olarak görür. Onların tarihsel ve kültürel özelliklerini temel gerçek addeder. Kendisini ona göre şekillendirir. Toplumsal çıkarları bireyden, bireysel hakları da toplumdan korur. Bu hassas dengeyi, gözünü ayırmadan, değişen tarihsel ve ekonomik koşulları dikkatle inceleyerek muhafaza eder.

Sosyal adaleti sağlar. Liyakatin, fırsat eşitliğinin, üretkenliğin önemini bilir. İnsan sermayesinin en önemli sermaye olduğunu bilir.

Yoksulluğa karşı savaş açar. Yoksulluğun sınırladığı insan gelişiminin kaybedilmiş potansiyel kültürel ve ekonomik değer olduğunu idrak ederek hareket eder.

Sağlıklı devlet, ordunun, polisin, hapishane nüfusunun büyüklüğüyle değil, ekonomik, endüstriyel, kültürel ve bilimsel üretimle, halkına sağladığı hizmetlerle ve son tahlilde insan varlığına ve uygarlığına kattıklarıyla ölçüldüğünü bilir.

Oysa Türkiye Cumhuriyeti kuruluşu itibariyle bu sağlıklı, sosyal devlet özelliklerinin tamamına tezat teşkil eder.

En başta devlet, ülkenin ve insanlarının tarihsel ve kültürel gerçeğini hiçe sayıp kendi ideolojisini acımasızca temel aldı.

İnsanoğlu tarımı icat edip medeniyeti başlattığı zamandan beri Anadolu toprakları üzerinde yaşayan Ermeni ve Rumlar soykırıma uğratıldı. Sağ kalanlar canlarını kurtarmak için memleketi terk etmek zorunda bırakıldı. Çeşitli nedenlerle yok edilemeyen İstanbul Rum ve Ermenileri 1925-1955 yılları arası, amansız ve sistematik devlet politikasıyla (terörüyle dersek kimsenin itiraz hakkı olamaz) – ırk temelli devlet soygunundan başka bir şey olmayan Varlık Vergisi, Kamu görevlerinden dışlanma, dilkırım ve kültürel baskı, devlet gözetiminde toplu tecavüz ve katliam içeren pogrom) – TC coğrafyasından kaçırıldı.

Tarihçi İhrig, Kemalist Cumhuriyet’in icraatlarının Hitler ve Mussolini’yi nasıl cüretlendirdiğini, Kemalizm’i kendilerine nasıl emsal aldıklarını “Atatürk in the Nazi Imagination” (Türkçe çevirisi “Naziler ve Atatürk”) kitabında bize anlatır.

Antik çağın iki süper gücü Doğu Roma ve İran İmparatorluklarının sürekli değişen sınırları itibarıyla İran dil ve kültürünün Roma coğrafyasına uzanan ve en az 3000 yıllık geçmişi, genetik olarak da daha da eski Anadolu Halkları’ndan farksız olan Kürtler de cumhuriyet rejiminden nasibini aldı. Devletin kendi sivil halkına havadan saldırısını da içeren Dersim katliamı, dil, kültür, kimlik inkârı ve ardı arkası kesilmez “Türkleştirme” politikası mevcut.

Cumhuriyet’in sosyal mühendislik ve birey biçimlendirme politikası etnik, dil ve kültürel kimlik unsurlarıyla sınırlı kalmadı.

Takrir-i Sükun kanunuyla başlayarak, devlet siyasi ve sivil toplum örgütlerinin ve düşüncenin de katı ve mutlak belirleyicisi oldu. İşçi kurumları, sosyal demokrat ve sosyalist örgütler, sanat ve edebiyat sıkı bir polis ve hukuk baskısı altına alındı. “Fikir suçu” af kanunlarının dahi dışında tutulan en “vahim” suç olup çıktı. Sabahattin Ali öldürüldü. Nazım Hikmet ömrünün ciddi bir bölümünü hapislerde geçirdi. Feminist, özgürlükçü filizlenmeler ezildi.

Osmanlı kültürünün getirdiği ve çok geniş bir yelpazeyi teşkil eden İslami düşünce akımları, devletin kontrolu altında kısırlaştırıldı, yapay ve köksüz bir tekliğe hapsedildi ve bunun adına trajikomik bir şekilde “laiklik” dendi. Alevilerin en temel hakları tanınmadı.

Sonuç itibarıyla, Kemalist Cumhuriyet vatandaşlarının tarihsel gerçeğini yansıtan değil tam aksine onların üzerinden silindir gibi geçip, büyük bir kısmının varlığına son veren, kalanları da kendi ideolojik inancı doğrultusunda yeniden “tasarlamaya” kalkışan ve sağlıklı devlet profilinin tam zıddını teşkil eden bir yapı olmuştur. Günümüz Erdoğan rejiminin depremzedelere tavrı bunun sadece son yansımasıdır.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
246AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin