yaklaşımlarHalil PaşaYoksa bir gölge oyunu seyreder gibi mi geçireceğiz çözüm sürecini - Halil...
yazarın tüm yazıları:

Yoksa bir gölge oyunu seyreder gibi mi geçireceğiz çözüm sürecini – Halil Paşa

Yeniçağ podcastını dinleyin

Halil Paşa’nın Havadis Gazetesi eki Poli Dergisinde yayınlanan yazısı

halilpasa
Biraz hafızamızı zorlarsak, Güney komşumuzun, üç yıl öncesinde, Leymosundaki Mari Yunan Askeri üssündeki patlamayla, enerji sektöründe bir anda büyük bir daralmayla karşılaşıp ekonomisinin büyük bir şoka girdiğini hatırlarız.
1911 Temmuzundaki bu patlamanın hemen ardından, işyerlerine ve konutlara elektrik haftalarca kesintili olarak verilmiş, denizden su arıtma işlemi yavaşlatılmış, hükümet, radyo ve tv kanallarından Güneydeki halka enerji ve su kullanımında tasarruf çağrıları yapmıştı.
Patlamada onlarca asker ve sivil ölürken, yaralanan yüzlerce kişi için sürekli kan bağışı çağrıları yapılmıştı.
Patlamanın hemen sonrasında bir de ilginç gelişme yaşanmıştı Kıbrıslırumlar arasında. Güneydeki günlük gazetelerin patlamayla ilgili soru yönelttikleri bir kısım bölge sakini Kıbrıslırum, patlamanın ilk anlarında “Türkiye’nin adanın Güneyi’ni işgale başladığını” düşündüklerini söylemişlerdi.
Dönemin Cumhurbaşkanı Hristofyas ise, belki de patlamadaki sorumluluğunu gözlerden saklayabileceğini de düşünerek, yaşlıların bu “hal-i endişe” ile malul ifadelerine kayıtsız kalmayıp politikaya sarılmış, “15-20 Temmuz 1974’teki darbe ve işgal”ine atıf yaparak; “Kara Temmuza, bir kara gün daha eklendi” diye demeç vermişti.
Güney komşumuz patlamanın sonrasında, zaten “krize girmeye beş kala” ekonomisini ayakta tutabilmek için;
1 Denizde seyreden ABD gemilerinin ürettiği seyyar jeneratör
2. Kuzey’de üretilen elektriğin bir kısmının Güney’e aktarılması sayesinde vartayı atlatabilmişti.
“Komünist” Cumhurbaşkanı Hrisfoyas ve onu destekleyen hükümetteki “komünist” partisi AKEL, bir yanda ABD Emperyalizminin, diğer yanda işgalcisinin enerjisini reddetmekte bir an dahi tereddüt etmezken, Ortodoks piskoposların Güneydeki yaralılar için, soylarını bozabileceğinden hareketle Kuzeyden kan bağışına karşı çıkılmıştı…
Bütün bunlar adalıların yıllardır peşine takıldıkları milliyetçiliklerin, onları sürüklediği çelişkili ve tuhaf haller miydi?
Tarih ve yaşam da bazen böyle seyrederdi ve “teori gri, ama yaşam ağacı yeşildi” işte…
Patlama ve denizden çıkacak gaz, Kıbrıslırum siyasilere, adada Kıbrıslıtürklerle (şimdilik Türkiye diye de anlayabilirsiniz-hp) barış içerisinde yaşamaktan başka şansları olmadığını mı göstermişti?
Sanırım…
…………………………………………………………………
Kıbrıslıların kendilerini, tank-top-tüfek ve askerler, dikenli teller ile ayrı coğrafyalarda yaşamaya mahkum eden milliyetçilikleri bile adalı olamadı hiçbir zaman.
Enosis ile anavatan Yunanistan’a; Taksim ya da İstirdat Projesi ile Türkiye’ye bağlanmakla malul bir Elen ve Türk Milliyetçiliği üzerine bina edildi siyaset ve siyasetin şiddet araçlarıyla devamı olan savaş bu adada.
Ada dışından ithal milliyetçiliklere tavla teslim oldu Kıbrıslılar. İnsan merkezli, Kıbrıslı, adalı siyasetlere de şüpheyle baktılar yıllarca.
Şüpheyle kalmayıp sadece komşularının değil, solcu oldukları için kendi milliyetinden insanların kanını dökmekte hiç tereddüt etmediler. Kıbrıs adasının yakın siyasi tarihi, hem karşı milliyetin, hem de sola karşı işlenen siyasi cinayetlerin acılarıyla doludur.
“Ey Kıbrıslı. Siyasette büyük milliyetçi laflar etmeyi bir kenara bırak. Önce içinde bulunduğun şu tuhaf durumuna bir bak. Bölünmüşlüğüne bak.
Yüzyılı aşkın bir zamandır uğrunda yüzlerce adalının, dahi komşunun ve hatta akrabanın siyasi katline yol açan, adayı ikiye ayıran o kutsi milliyetçiliğinin, seni düşürdüğü hallere bir bak.
…………………………………………………………………
Yeni başlayan süreç ne yazık ki Elen ve Türk Milliyetçi çekincelerin gölgesinde seyredecek…
Buna rağmen “ithal milliyetçi” yöneticiler de hakim olamayacak çözüm sürece. Çünkü 1963 yılından beridir çözümsüzlüğün uzaması ile “daha iyi bir çözümün” geleceğini düşünen Kıbrıs sağı, kasıtlı olarak suçu karşı tarafın üzerine atarak ıskaladı çözüm ve barış sürecini.
Ama siyaset de her zaman olduğu gibi boşluk tanımadı.
“Çözümü sen bulmazsan, önünde bulursun” kuralı işledi.
Her zaman olduğu gibi çözüme ilişkin somut plan ve öneriler yine uluslararası güçlerden geldi. De Cuellar Belgesi, Gali Fikriler Dizisi, Annan Planı ve şimdi de çözüm planında yine en önde ABD olmak üzere BM ve başta İngiltere olmak üzere AB ülkelerinin rolü bilinmeyen değil.
Türkiye ve bu arada Yunanistan da bu çözüm planına “onay” mühürlerini vuracaklar. Zamanlama faktörünü ise denizden çıkarılacak “enerjinin pazarlanması ve ekonomik karlılığı” tayin edecek.
Biz Kıbrıslılar da, sağcısı ve solcusuyla çözümün edilgen aktörleri olacağız…
Ama yap(a)madığımız antlaşmanın, yaşayarak mı ödeyeceğiz kefaretini?…
Bu aralık herkes kişisel düşüncesini açıklayıp duruyor.
Geçen hafta yazdım bu hafta da yazmış olayım.
Son ana kadar “çıkmayan canda umut var” deyip, slogana, bir iki bildiri ve kendi kendine konuşup yazma kolaycılığıyla kestirmeden çözümün karşısında yer almak yerine, çözümü olabildiğince milliyetçilikten kurtarıp, Kıbrıslılaştırmak, aslında insanileştirilmesi için çalışmak çok daha evla.
Solcuyum ve çözüm sürecini destekliyorum.
Elbette çözümün sonunda, mümkün olduğunca askerden, silahtan ve cephanelikten azade kılacağı bir Kıbrıs’ın peşindeyim. Çünkü adada sol’a karşı siyasal cinayetler o silahlarla gerçekleştirildi. Savaşlar ve nihayet toplu katliamlara varan barbarlıklar da…
Anti-ırkçı, haliyle anti-milliyetçi bir çözümden yanayım. Adalıların kendilerini milliyetlerine, dinlerine göre bölünüp yönetileceği bir çözümün uzun soluklu devam etmeyeceğine, şimdi değilse bile zamanla değişeceğine inanıyorum.
……………………………….
Çözüm sürecini desteklemek başka şeydir, paraya çevrilecek doğal gazın zaman baskısı altında, Emperyalizmin ince siyasi ayarının, Türkiye’nin ekonomik kazanç elde etme umdunun, uluslararası şirketlerin karlarını maksimum kılma uğraşıyla Eroğlu ile Anastasides’in kendilerine düşen “milliyetçi teferruatlarını münazaraları”nın peşinden savrulmak başka şey!.
Ve de çözüm sonrasında, iki ayrı coğrafyada milliyetçiliği ve ayrımcılığı depreştirecek statükonun ve siyasi edilgenliğin devamı bir durumu savunmak başka bir şeydir, Kıbrıslırum, Türkiye, Avrupa solu ile birleşebilmek tahayyülü ile süreci desteklemek bambaşka bir şey…
Kendisini Sol’da görüp tanımlayan her entelektüel-demokrat Adem ve Havva…
Her örgüt ve siyasal parti…
Adamızı birleştirecek, Kıbrıslıları yakınlaştıracak, ekonomi, sosyal ve siyasal alanlarda işbirliğini artıracak, sokakta, okulda, işyerinde, görsel, işitsel vesanal medyada…
Sol; bu sürece yazıları, düşünceleri, sloganları, pankartlarıyla en geniş ve etkili bir şekilde destek olmalıdır.
Gösteriler? Nerde gösteriler?
Heyecan? Nerde heyecan?
Yoksa bölünmüş örgütleriyle ve bir gölge oyununu seyreder gibi mi geçirecek her iki coğrafyanın sol’u bu çözüm sürecini?

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
301AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin