yaklaşımlarÖzkan YıkıcıÇözüm sendromları arasına sıkışırken – Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Çözüm sendromları arasına sıkışırken – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Son günler de eyer ben karikatür çizmek istesem, 2 konuyu gayet güzel anlatrıdım. Birincisi; şu meşur telefon konuşmalı mizahileşen ama acı baskılar içeren konuşmalar! Türkiyede “alo Fatih” veya benzeri yolsuzluk bulguları ile dolu karşılıklı konuşmalar, oldukça çarpıcı resimler le anlatılır dı. Yine bizden bir konuşma ile “pehlivan” gibi atıp tutan; ancak elinde kağıt ile okuyan Eroğluna gelen Amerikan birokratı telefonu ile düştüğü durumu olduğu gibi aktarmak dahi karikatür veya mizahi fıkra  olmaya yeter ve artardı. Hakikaten; “alolar” son günlerin iyice reytingi habircilikte artan kaynak oldu. Fasdan ankaraya haber kaldırtan, yolsuzluk paylaşım emirnameleri Türkiye gündemine düşüp onca baskının sırlaştırdığı gerçekleri adeta “gülelim mi* ağlayalım mı” noktasına getirdi. Bizde ise bildik kural ile adeta “kırmızı çizgileri silen” Amerikan birokrat telefonu ile, çarpık dil vurguları ve sözcükelrin tutarsızlaştırma durumları konuyu iyice gerçek ile mizah saydamlaşmasına getirdi…..

Öteki konu ise resmen bizdeki medya ile politikacının kaleminden, dilinden esirgeletemediği “çözüm” lafları oluyor. Mahşetler, siaysal demeçler hep “çözüm” söylüyor. Bir Amerikan telefonu ile birden “çözüm” kısgacına girildi. Hatta bazıları yine bildik klasik sözler ile “birkaç ay da çözüm” beklentisine dahi girdi. Gerçi; bir alo ile veya “imzalayın” demek le buda olası sonuç olma durumu hep vardır. Fakat ne çözümün içeriği, ne istenilenler, nede hakikaten yaşamsal olarak beyinlerin hazırolduğu söylenemez! Çok basit bir pratik sonucu anlatacam: Daha doğrusu bu sitenin okuyucuları zaten biliyor. Hafta sonu tüm medya durmadan “çözüm” mahşetleri ile dolup taştı. Hatta bazıları çok ileri gidip yakın tarih dahi yazdı. Bizim tarafın hepsinin “çözüm” istediğini de sıkılmadan ikide bir belirtiler. Oysa tam da kanıtlanmacak bir eylem de vardı. “Lefkoşanın askersizleştirme eylemi”! Tam da çözüm hedeflilerin buluşup omuz verip ses çıkaracağı pratik bir buluşma yapılıyordu. Üstelik; hem kuzey hem de güney birlikte yapıyordu…..

Çözüm kelimesini mahşetlerine koyup, durmadan istençli olduğunu sıralayan kesimelrin hemen hemen hiçbiri zahmet edip de katılmadı. Hatta şuda acı şekli ile yaşandı: Şanlı mahşetlere “çözüm” imajını yerleştirenler, neden se Askersiz Lefkoşa eyleminin haberini dahi doğrudürüs yazmadılar. Oysa uzaktan veya Ankaradan “Katılın lan” denseydi, hem mahşetler dolacak, hem de birileri görünsün diye katılacak tı!Bizdeki çözüm lakırtılarının pratik yansıması bukadardır….

Kıbrıs da ben bildim bileli hem kriz, hem de çözüm olayları politik dilde hep söylendi. Yaşananlardan çok probagandacılık tarafcılık ile piskolojik korku hareketi ile beyinlere de kazıldı. Sanki “çözüm” demek le her yanlıştan aklanma gibi tuhaf bir düşünce oluştu. Nitekim son ortaya saçılan görüşmeler başlangıcı ile politikacıların kafasına saksı düşerken, ahalinin de buna katılımı, daha çok endişe veya kötülüklerin ödetilmesi olarak kavrandı. Herkes kendi dar dünyasında olayı tartıştı. Kimisi; yapılan yağmaların, yanlışların hesabının sorulması umudu olurken; kimisi de anlaşma ile “acaba” kuşkusu ile ele geçirdikelrini kaybetme korkusu duyuluyordu. Çünkü sonuçta Kıbrıs sorunu onca yıkıma karşın, kendi kuraları ile zenginini, egemen politikacısını ve neyazık ki içeriği  boşaltarak “akademisyenlerini” yaratı. Kendi işbirlikci idoljik ekonomik yasadışı çıakrcısını da oluşturdu. Yandaş paylaşımlı, yağmacısını da güçlendirdi. Tabi tümm bunarla şunu da ekleyelim: Tüm lafazanlıklara karşın, Kıbrıs da dizayin deyin, ayar koyun fark etmez; iç dinamiklerin en zayıf olduğu dönemde yaşıyoruz.  Dış dinamiklerin en güçlü olduğu süreç yaşanıyor. Fakat dış dinamiklerin de Ortadoğu gibi politika da tıkandığı süreç de vardır. Fakat enerji durumu da yeniden dizayin olma olasılıklarını zorlar gibidir. Böylesi bir paranparça dinamikelr le çalkalanıyoruz. Herkesin çıkar beklediği; Politikanın ise kendini üretemediği çelişkili bir dönemden geçiyoruz. Telefon ile masaya oturtmak kolay. Fakat gelecek dizayinde değişik güçler vardır ve etraf pek de gelecek sıçramasını yapamıyor.Bunlar gelecek konusundaki belirsizliklerin artmasına neden olan koşullar. Ancak Kıbrıs için tam da müdahale edilecek dış koşullar da olgun….

Çözümü konuşurken, kimin çözümü olayına da deyinen yoktur. Sadece; müdahale ile kendine göre kötü olanın düzeltilme beklentisi vardır. Bunu dahi gerçekleştirme hareketi de olgun değildir. Bazı gerçek kuramlar ile hep öteleniyor. Emperyalist gerçek, Ortadoğu projesi, Türkiye başta olmak üzere, yaşanan siaysal bunalımlar hiç konuşulmaz. Hatta Kıbrısın kuzeyin de daha ironisi oluyor. Türkiyeye “teşekür” ediliyor! Olayı sanki Davutoğlunun gerçekleştirdiği probagandası yapılıyor. Belki de Türkiye tüm konularda eleştiri alır, yanlışları uçuşurken, Kıbrısın Kuzeğindeki işbrlikcileri onun yanında yağ yakmaya devam ediyor. Böyle bir de paradoks vardır…

Örnek olsun diye en yakın yaşanan Annan pilanı çözüm sürecini kısaca anımsatalım. Kıbrıs konusu yeniden görüşmelere başlarken; çoğumuz yine arada kaldık. Fakat özelikle AB eksenli hareket nedeni ile Kıbrıs görüşmeleri Avrupa süreci ile birlikte gidiyordu. Sonuçta her adımda AB ekseni öne çıkıyordu. Avrupa bayrakları havada dalgalanıyor, projeler le gelecek paralar iyice anlatılıyordu. Sonuçta Annan pilanları gelmeye başladı. Üçüncü versyon olduğunda herkes Kıbrıs için önemli bir sıçrama ile anlaşma olasılığına inanmaya başladı. Üstelik Türkiye Avrupa eksenine girecek ve konu AB sonucuna bağlanacaktı. Fakat bizler çözüm deyip gelen planlar la daha bir inanç getirirken; Birden beşinci versyon piyasaya sürüldü. İşte olayı iyi izleyen benim gibi bazı aydınalr, olayın yeniden sıçrayarak çözümsüz kalacağına inanmaya başladı. Çünkü; resmen Rumlara hayır söyleyin tetiklemesi yapılıyordu. Üstelik; yine AKELİN ısrar la planın uygulanması için Güvenlik Konseyinden güvence istemesine “hayır” denilmesi ile olay artık çıkmaza havale edildiği anlaşılıyordu. İngilizler ise kazara ayar olursa, “deniz sahası”  ekleyerek enerji zenginliğine el koyma madesini de ekledi….

Nitekim; Bizde yapılan son mitinkler de işbirlikcilerin konuşturulmasına hız verilirken, birilerinin de teslimiyetleri ilan ediliyordu. Zaten mitink hızı kesilip, göstermelik yapılan son eylemlerin konuşmacıları eski işbirlikciler konuşturularak veAKP yağ yakışına hız verilerek gerçekleştirildi. Sonuçta bildik sonuç çıktı. Çoğumuz bu konuda enazından yasadışılıktan yasal zemine ulaşma adına beyenmediğimiz plana evet verdik. Bazısı da bazı madeler nedeni ile hayır dediler. Sonuçta Kıbrıs Avrupa eksenine oturup Türkiyenin de AB ön,ü açıldı. Peki onca damıtılan plana rağmen aslında içsel olarak işbrilikcilik hazır olmadığı için devamında ne oldu?

Yaratılan korkunun gerçekleşmemesi sonucu yeniden yeni bir talan başladı. Adını ikinci ganimet döenemi koyduk. Emlakların yeniden el değiştirilmesi, kamusal yerlerin dış sermayeye peşkeş çekilmesi, kaçakcılık olayının insan noktasına gelmesi gibi çok vahşi bir yapı tetiklendi. Halbuki dendiği gibi Annan planı özümsenmiş olsa ve barış çözüm istensey di başka adımalr atılacaktı. Tam tersi oldu. Sanki rahat nefes almış gibi resmen yapmanın ikinci ganimet dönemi hızlandı. Hatta sağolsun uluslararsı yapı da buna hizmet etti. Bunun en somut kanıtı Burda kurdurtulan “Mal Tazmin komisyonu” oldu. Böylelikle Rumların mülkerini Türkiye sermayesine devretme hukuku da sağlandı. Ganimet, şişirilen emlak balonu ve yeni kaçakcılık kurumsalaşmalar sonuçta daha bir yasadışılığı artırdı. Dünya ise buna resmen onay verdi. Şu yalan probaganda da tutu: “Biz evet dedik; Rumlar hayır. Uluslarası kesimler bizi destekliyor”!

Şimdi bunları yeniden yan yana koyun. Bir telefon ile hiçeleşen kırmızı çizgileri de düşünürek olayı yorumlayın. Israr la konuşturulmayan Emperyalizmi veya tıkanan Ortadoğuda Amerikanıın yeniden hegemonyasını kurma çabalarını birlikte düşünün. Elbet katılmadığımız bir süreç sonunda bizim isteklerimiz de olmaması normaldır. Yalnız; Kıbrısın kuzeği sistemin de yasadışı konumunda bulunuyor. Yasal bir sıçrama yapması da gerekli. Çelişkiler arasında elbet en olasılığın düşünülmesi şart. Güçler dengesi ve masaya oturtma durumlarını iyi analiz etmemiz gerekir. Bakın Eroğlu masanın mesini dahi istemez ken koşullar onu masaya oturtu. Böyle bir çelişkiler yumağında boğuluyoruz. Ama enazından doğruları bilmek ve soradan kaçırılan her olasılık durumuna gelmemek için öcü olan örgütlenmenin önemi burada saklı. Bizde hiç olmayan bu!

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
216AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin