yazılariktibasİkinci Nakba’ya karşı mücadele ve dayanışma - Yusuf Karadaş
diğer yazılar:

İkinci Nakba’ya karşı mücadele ve dayanışma – Yusuf Karadaş

Yeniçağ podcastını dinleyin

Orjinal yazının kaynağıevrensel.net

Kuruluşunu 14 Mayıs 1948’de ilan eden siyonist İsrail’in 15 Mayıs 1948’den itibaren Filistin halkına yönelik tehcir ve katliamlarla sürdürdüğü etnik temizlik ve işgal, Filistin halkı tarafından Nakba (büyük felaket) olarak anılageldi. ABD başta İsrail’in en büyük destekçisi olan emperyalistlerin son Gazze savaşında da “İsrail’in kendini savunma hakkı” üzerinden yürüttükleri propaganda, gerçekte kuruluşundan bu yana İsrail’in sürdürdüğü katliam ve işgallerin meşrulaştırılması çabasından başka bir anlam ifade etmiyor. Daha önemlisi bu güçlerin askeri ve mali yardımlarını kesintisiz biçimde sürdürdükleri İsrail’in saldırı, işgal ve katliamları karşısında Gazze’de “Sivillerin korunması”, “İnsani yardımların ulaştırılması”, “Geçici ateşkes ilan edilmesi” gibi söylemler üzerinden yürüttükleri ikiyüzlü diplomasi, İsrail’in Gazze’de çoğu çocuk ve kadın olmak üzere 35 binden fazla sivili katlederek ve bir milyonu aşkın Filistinliyi topraklarından sürerek ikinci Nakba’yı gerçekleştirmesine ortam hazırlıyor.

Birinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde bölgenin (Ortadoğu) önemli bir bölümünü işgal altında tutan İngiliz emperyalizmi, 1917 tarihli Balfour Deklarasyonu ile Filistin topraklarında bir “Yahudi devleti” kurulması kararını almış ve bu kapsamda bölgeye Yahudi göçünü teşvik eden bir politika uygulamıştı. Devamında İkinci Emperyalist Paylaşım Savaşı sürecinde yaşadıkları soykırımın da (Holokost) etkisiyle Yahudilerin bölgeye yerleştirilmesi birçok devlet tarafından desteklenmişti. Bunun bir sonucu olarak Birleşmiş Milletler (BM) 1947’de Filistin toprağının sadece yüzde 11’ini elinde bulunduran ve nüfusun üçte birini oluşturan Yahudilere toprakların yüzde 56’sı üzerinde devlet kurma hakkı tanıyan bir karar almış ve bu karar Filistin halkının haklı tepkilerine neden olmuştu. 14 Mayıs 1948’de İsrail devletinin kuruluşuna Filistin halkının gösterdiği tepkiler nedeniyle 15 Mayıs’ta başlayan çatışmalardan sonra emperyalistlerin desteğini arkasına alan İsrail, 750 bini aşkın Filistinliyi sürgün ederek ve binlercesini katlederek Filistin topraklarının yüzde 78’ini işgal etti. Bu yüzden Filistinliler 15 Mayıs’ı Nakba (büyük felaket) günü ilan ettiler. Bu işgale karşı 1967 ve 1973’te gerçekleşen Arap-İsrail savaşlarında da bu işgal ve sürgün politikası devam ettirildi. Filistinliler bugün tarihi topraklarının yüzde 85’inden fazlası işgal altında ve nüfusunun üçte ikisi sürgünde yaşayan bir halk haline geldi. Böylece “Toprağı olmayan halk” emperyalistlerin eliyle başka bir halkın topraklarını işgal ederek devletleştirilmiş oldu.

Bu tarihsel haksızlıklara rağmen Filistin’in özgürlük mücadelesine önderlik eden FKÖ Lideri Arafat, BM’nin iki devletli çözümünü onaylayarak 1993’te Oslo’da İsrail ile bir “barış anlaşması” imzaladı. Ancak bu anlaşmanın gereklerini yerine getirmeyen İsrail, BM tarafından 1967 ve 1973’te alınmış ve işgal ettiği topraklardan çekilmesi ile sürgündeki Filistinlilerin topraklarına geri dönmesini öngören kararlarını bugüne kadar uygulamadığı gibi yeni yerleşim yerlerinin işgal edilmesi ve Filistinlilerin katledilmesi politikasını aralıksız devam ettirdi.

Sadece sorunun geçmişine dair bu kısa özet bile sorunun kaynağının kim/kimler olduğunu ve çözümünün nereden geçtiğini görmek/göstermek için yeterlidir.

Dönemin ABD Başkanı Trump, 2020’de “Yüzyılın Anlaşması” adını verdiği ve sadece işgal altında olmayan topraklarda şeklen bir “Filistin devleti” kurulması üzerinden İsrail’in işgallerini kabul ettirmeye dayalı bir planı açıklamış ve bu planın açıklanmasının ardından BAE başta birçok Arap devleti İsrail ile “normalleşme” anlaşmaları (İbrahim Anlaşmaları) imzalamıştı.

İşte Hamas’ın 7 Ekim 2023’teki “Aksa Tufanı” saldırısı Filistin davasının unutturulduğu ve İsrail’in saldırı ve işgallerinin normalleştirildiği bir ortamda gerçekleşmişti. Ancak ABD ve AB’li emperyalistler sanki daha önce ortada bir sorun yokmuş gibi Hamas’ın saldırısını İsrail’in Gazze’ye yönelik yeni bir etnik temizlik ve soykırım planını desteklemenin aracı olarak kullanmaya çalıştılar. Gazze’de çocuk, kadın, yaşlı demeden sivil halk bombalanıp sürgüne zorlanırken bu emperyalistlerin Netanyahu’nun savaş hükümetine destek ziyaretlerinin ardı arkası kesilmedi.

Bu desteğin bir sonucu olarak Netanyahu gericiliği Gazze’de giderek daha küçük bir alana hapsettiği iki milyonu aşkın Filistinlinin üzerine bomba yağdırmaya ve ikinci Nakba planını uygulamaya devam ediyor.

İşlerine geldiğinde BM hukukunu ağızlarından düşürmeyen ABD ve Batılı emperyalistler, BM’nin almış olduğu kararlara rağmen İsrail’in işgal ve saldırılarını destekleyerek “uluslararası hukuk kuralları” ve “barışın sağlanması” konusunda ikiyüzlü tutumlarını sürdürüyorlar. Bu ikiyüzlü tutumun teşhir edilmesi bakımından Güney Afrika Cumhuriyeti’nin Uluslararası Adalet Divanında İsrail’e karşı açtığı ‘soykırım’ davası önemli bir rol oynuyor.

Bu nedenle bu emperyalist ikiyüzlülük, İtalya, Belçika, İspanya liman işçilerinden başlayarak ABD ve Batılı ülkelerdeki üniversite gençliği ile dünyanın dört tarafında halklar tarafından kitlesel eylemlerle protesto edildi ve ediliyor. Emperyalist tekellerin hizmetindeki medya organları da artık İsrail’in savaş suçlarını gizleyemiyor.

Öte yandan Türkiye’deki Erdoğan iktidarı ve Körfezdeki Arap rejimleri gibi emperyalizm iş birlikçisi bölge rejimleri içeride İsrail’e karşı sert söylemler kullansalar da dışarıda ABD ve İsrail’in politik eksenini rahatsız edecek hiçbir ciddi adım atmadılar, atamadılar. Kendini Filistin davasının en büyük savunucusu ilan eden Erdoğan iktidarının İsrail ile ticari ilişkilerini son döneme kadar sürdürmesi ve ancak karşı karşıya kaldığı tepkilerin bir sonucu olarak ticari ilişkileri “İsrail’i ateşkese zorlamak için ve geçici olarak” askıya alması bile bu rejimlerin ABD ve İsrail’e karşı tutumlarının sınırlarının anlaşılması bakımından açıklayıcıdır.

Kendini “uluslararası düzenin koruyucusu” ilan eden ABD emperyalizmi, nisan ayında Filistin’in BM’ye tam üyeliğiyle ilgili önergeyi BMGK’de veto ederek gerçek yüzünü bir kez daha göstermişti. Ancak dünyanın dört bir yanından yükselen tepkilerin de etkisiyle BM Genel Kurulu, geçen hafta BMGK’nin Filistin’in tam üyeliğini tekrar görüşmesi ve Filistin’e bazı yeni haklar tanınması yönünde yeni bir karar aldı.

Yaşanan gelişmeler, İsrail’in Gazze’de ikinci Nakba planının önüne geçilebilmesi ve BM’nin iki devletli çözüm ile Filistinlilerin topraklarına geri dönmesini öngören tarihi kararlarının uygulanabilmesi için İsrail ve destekçisi emperyalistler ile iş birlikçi gericiliklere karşı mücadele ve Filistin halkıyla dayanışmanın büyük önem taşıdığını bir kez daha gösterdi. Filistin İçin İsrail’e Boykot Girişimi’nin (BDS-Türkiye) oluşturduğu ve birçok parti, sendika ve kitle örgütü tarafından desteklenen Nakba Eylem Komitesi bu amaçla ‘büyük felaket’in yıl dönümü 15 Mayıs’ta herkesi mücadele ve dayanışmayı büyütmek için alanlara çıkmaya çağırıyor.

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
261AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin