yaklaşımlarAykut BektaşoğluYa demokrasi ya kötülük – Aykut Bektaşoğlu
yazarın tüm yazıları:

Ya demokrasi ya kötülük – Aykut Bektaşoğlu

Yeniçağ podcastını dinleyin

Sonuçta bugün, etnik sorun, savaş, Cumhuriyet, KKTC, görüşmeler süreci çalkantısı derken, adanın her şeyine sermaye tarafından çökülmekte ve Neoliberalizmi anlatan bir örnek oluşturulmaktadır.

Daha çok kar, sefaletin çoğalması, pazarın daralması demektir. Bu çelişki çıkmazın temelidir.

O halde, halkın işi ele alması tek alternatif sayılmalı. Bunun adı demokrasidir. Halk kendi geleceğine kendi karar vermeli.

Gazze saldırısı, emperyalizmin çaresiz çırpınışının devamı olarak görülmeli. Vahşet düzeyine ulaşmış bir süreç yaşanıyor. Eskiden kapitalizmin krizi ve ardından Paylaşım Savaşları yaşanır, yayılmalar olurdu. El konulmamış, sömürgeleştirilmemiş topraklara doğru yayılmalar, işgaller olurdu. Kapitalizmin bunalım dönemi, o şekilde atlatılırdı. Dönemsel olaylar olarak yaşanırdı. Bu kriz dönemleri, farklı araştırmacılar tarafından, farklı adlandırmalarla, değerlendirilirler. Fakat kesin olan Kapitalizmin dönemsel krizlere girdiğidir. Çünkü bu sistem krizlere muhtaçtır. Bu sayede sermaye büyütülebilir ve ‘kalkınma’ adı altında toplumlar ele geçirilir. Ahlaki, kültürel ve ekonomik, hegemonya süreci yaşatılır. Sistemin normali budur. Fakat kapitalizm çıkmazdadır. Yayılmadığı yer kalmadı. Sermayeyi yeniden üretecek yeni alan kalmadı. Kapitalizmin kapsamına girmemiş yer kalmadı. Öyleyse Filistin saldırısı neden sona ermiyor?

Bu gerilimin, eskisi gibi dünya çapında yaygın savaşla çözümlenebilme şansı da yok. Ancak bölgesel, rekabet edenler, birbirlerine karşı ‘Önleyici Savaşlar’ çıkarıyorlar. Böylelikle hegemonya sürekli kılınmaya çalışılıyor. Diğer yandan, yeni bir Sosyalist devrim dalgasının da önüne geçilmiş olunuyor. Halklar, onların rekabetleri ile meşgul ediliyorlar. Dünyanın gözü önünde olan, akıl almaz vahşetler. Bir toplumun yok edilmesi. Buna karşın, halkın söz hakkı olmaması, tarifsiz baskı ve saldırı uygulanması, Kapitalizmin kötülüğünü sergiliyor.

‘Dünya bu kötülüklere, engel olmadı.’ deniyor. Fakat dünyanın tepkisi dendiğinde kalıplaşmış bir tavır var. Bu durum Kıbrıs Konusunda da olagelmiştir. Filistin saldırısında, dünya adına öncelikle BM, ABD ve Avrupa’nın tepki vermeleri beklenir. Daha doğrusu saldırganlara muhalif bütün çevreler, bunların tepki vermelerini arzu ederler. Fakat kimden bahsediliyor? Tepki vermesi istenilen kim? Birincisi Birleşmiş Milletler tepki vermedi denir. ABD’nin ağırlığını koymadığı, AB’nin müdahale etmediği söylenir. Fakat bu saldırı devam ediyorsa, sözü edilen güçlerin onayı ile olan bir şeydir demektir. Bunların, böyle bir şeye ihtiyaçları olmasaydı, bu olanlar olmazdı. Bir toplumun toptan yok edilmesi yoluna gidilemezdi.

Sonuçta sistem bir ekonomi yönetir ve bu da toplumlarla gerçekleştirilir. Toplumların üretim ve tüketimi ile gerçekleştirir. Ama sistemin yapısal anlamda bir krizi varsa ve karlılık sisteminin hasar gördüğü bir durum varsa ve yenilenemiyorsa, toplumların en temel ihtiyaçları bile karşılanamıyorsa, yönetemez demektir. Yaşam sürdürülemez demektir. Öyleyse, insanlığın yaşamak için uyanması ve tarihini kendi eline alması beklenmeli. Sömürü düzenine artık son vermeliyiz demesi ve sistemin asıl güçlerinden iyi niyet beklememeliydi.

Demek ki, BM veya diğer güçler, savaşları engelleyecek, bunun için güç kullanacak potansiyele sahip değildirler. Doğalarına aykırıdır. Birleşmiş Milletler, yapısı gereği, yalnızca kurucu güçlerini korumaya yönelik yeteneğe sahiptir. Yoksa çocuklara yardım veya diğer insani yapılanmaları, göstermeliktir. Sorunların nedenlerinin ne olduğu ile ilgili bir sorunu yoktur. Yani tepki verilmesi istenen güçler bunlarsa, boşuna beklenecek. Sonuçta, sistemin gerilimi tatmin olduğu zaman, bu saldırı şimdilik durdurulacaktır. Fakat her durumda, sefalet ve yeni saldırılar kötüleşerek devam etmek zorunda olacak.

HAMAS yapılanmasının ne olduğu ve şaibeleri gündeme gelmiş ve ilerici unsurlar karşısında konumlandırılmış bir şey olduğu anlatılmıştır. Fakat bunun böyle olması, emperyalist saldırılara kılıf olarak kullanılamaz. HAMAS ne için varsa onun için vardır. Kaldı ki halkın bir bölümü, buna itaat ediyorsa, niye böyle bir ortam vardır ki buna tabi olunuyor ve aydınlanma karşıtı ideolojilerin etkisi altında kalınabiliyor? Bu da diğer bir sorundur. Gerici unsurlar, Filistin hareketi içindeki ilerici unsurlar karşısında daha güçlü konumlanabiliyor, hakimiyet kurabiliyorlar. Bu yalnızca Filistin’e özgü bir şey değildir. Türkiye ve Kuzey Kıbrıs, Avrupa ya da Latin Amerika diyelim, gerici faşist unsurlar daha baskın oluyorlar. Bu ideolojiler, düzene itaat ettirilmesi güçleşen halklar üzerinde baskı kuruyorlar veya baskıya hizmet ediyorlar. Halkın demokrasi mücadelesi ve güçlerinin çoğalmasının önüne engel koyma işlevi görüyorlar. HAMAS gibi bir yapılanmanın orada oluşturulmuş olması, emperyalizm ve Siyonizm’in Filistin halkına saldırmasını haklı çıkaramaz. Gerici yapıların tarih sahnesindeki etkinliklerinin azaltılması, Filistin, Ortadoğu halkları, dünya halklarının ve devrimci güçlerin sorunudur. Her halükarda, ‘Bağımsız Filistin’ devletinin ana güçlerinin gerici yapılardan oluşturulması, emperyalizmin tercihidir. Filistin halkı, böyle bir durumda da ezilip aşağılanmaya devam edecek, demokrasi dışı bir yaşamı sürdürmekle yeniden baş başa kalabilecektir.

Emperyalist saldırılar sosyal yıkım yaratırken ekolojik bir sorunu da ortaya çıkarmaktadır. Sınırlı dünyadan, sınırsız nemalanma arzusu vahşet yaratıyor. Doğa, sınırsız kaynak olarak görülüyor ve geriye dönüşü olmayan bozulmalara neden olunuyor. Yani çıkmaz bir yolla yaşam devam ettirilmeye çalışılıyor. İnsanların katledildiği ve uygarlığı yeryüzünden silinme riski ile karşı karşıya bırakan, sermaye ile kirlenmiş bir dünyada yaşıyoruz. Yok oluş için dünyamıza gök taşı çarpmasına gerek kalmadı.

Gelmiş geçmiş en önemli fizikçilerden Stephen Hawking ile ölümünden kısa süre önce yapılan bir söyleşide söyledikleri durumu açıklıyordu. ‘Dünyayı yok edecek bir gök taşı üzerimize gelse, siz ve sizin gibi bilim adamlarından nasıl çözüm fikirleri bekleyebiliriz? Diye sorulunca, gök taşı ve doğal felaketin risk taşıdığını fakat ABD’nin Paris Anlaşması’ndan çekilmesinden duyduğu endişelerini dile getirirken ‘Geri döndürülemez noktaya çok yakın olduğumuzu ve dünya’nın 250 derece sıcaklıkta ve asit yağmurlarının olduğu Venüs’e benzemesine giden yol açabilir.’ demişti. Yani sanayi, çılgınca üretim ve kar ihtirasının, savaşların yaratmakta olduğu yok oluş, diğer ihtimalden daha yüksek ve yaşanan bir şeydir.

Filistin’de olanlar bizden uzak, diğer saldırılar bizden uzak diye düşünülemez. Çünkü bu vahşet, dünyayı tüketmek üzeredir. Böyle devam ederse, geriye dönüşün mümkün olmayacağı bir durumla karşı karşıya kalacağız. Dünya egemenlerinden tepki vermelerini beklemek de anlamsızdır. Sorunun sebebi olanlardan çözüm beklemek anlamsızdır.

Kapitalizmin bunalımının, ‘3. Dünya Savaşı’ ile tekrar rayına (yeniden karlılık anlamında) gireceğini, geçici istikrarın olacağını ileri sürenler olabilir. Birinci Dünya savaşı öncesinde Kapitalizmin tüm dünyaya yayıldığı döneme geldiğimizde kriz kaçınılmazdı. Çünkü kapitalizm yayılmadan yaşamını sürdüremezken etki altına almadığı bölge kalmamıştı. Bu sürecin devamında 1. Paylaşım Savaşı oldu. Emperyalistler arası bir itişme kapışma da diyebiliriz. Yani yayılmadan ziyade, yayılınmış alanların paylaşılması söz konusu oldu. Yeni bir rekabet sahası oluşturuldu ve zaman kazanıldı. Tekrar toparlanma dönemine girildi. Otuzlu yıllara kadar toparlanma dönemi yaşandı. Fakat kaçınılmaz olarak, yeni bir dönemsel krize girilirken 2. Paylaşım Savaşı yaşanmaya başladı. Bu savaşlar yayılma ve diğerlerinin yayılmasını önlemek için yapılıyor. Çünkü üretim şişiyor, teknoloji ilerliyor, pazara üretim pompalanıyor ve üretim teknolojilerinin geliştirilmesi insanların yaşamlarını kolaylaştıracağına fakirleştiriyor, pazar sıkışıyor. Böylelikle sosyal ve ekonomik krize giriliyor. Daralan pazar, paylaşma savaşına yol açıyor.

2. Savaştan sonra toparlanma, karlılığın artma dönemi başlıyor. Dünyayı saran bağımsızlık hareketleri, sosyalizmin erişilebilir hale gelmiş olması, sistemi sosyal devletçiliğe zorluyor. Fakat uzun sürmeyecek. Kendini gerçekleştirmede, karlılığını yükseltmede yetersiz kalan sistem, bunu uzun süre taşıyamayacak. Elli ve Altmışlara gelindiğinde toparlanma ile ‘Kayırıcı, sosyal’ devlet’in gündeme gelmesi, halkın sosyal devlet avantajlarını elde etmesi de dahil, yükselme devam etti. Fakat yetmişlere gelindiğinde, kaçınılmaz yeni bir kriz yaşandı. Daha çok enerji, daha çok üretim, daha çok rekabet, halkın sosyal kazanımlarının ellerinden alınmasını, ücretlerin azaltılmasını ve sınıf mücadelelerine karşı baskı yönetimlerini gündeme getirecekti. Fakat bunun adına ‘Petrol Krizi’ dediler. Bir sebep gösterebilmek için böyle isimlendirildiği söylenir. Bu dönemde dünya çalkalanıyordu. Kıbrıs 74 çalkalanması da bunun göbeğinde gerçekleşti. Öyle ya, petrol bölgesinin göbeğinde huzurlu bir yaşama izin verilmesi akıllıca olmazdı. 1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nden ve öncesinden beri boş durulmamıştı. Ülke içinde körüklenen çatışma, günü geldiğinde, daha geniş kapsamlı bir sorun haline getirilecekti. Nitekim dünyanın ‘Petrol Krizi’ denilenle bunalıma girdiği yeni dönemde, bölge daha da istikrarsızlaştırılmalıydı. Türkiye ve Yunan toplumlarının faşist ideolojilere daha bağımlı hale getirilmelerine olanak sağlanacaktı. Sermaye düzeni, düşmanlık yaratmadan yol alamazdı. Böylelikle, Yunanistan, Türkiye ve başka yerlerde askeri cuntalarla eşgüdümlü, sonu gelmez belirsizlik yaratılacaktı. Sonuçta bugün, etnik sorun, savaş, Cumhuriyet, KKTC, görüşmeler süreci çalkantısı derken, adanın her şeyine sermaye tarafından çökülmekte ve Neoliberalizmi anlatan bir örnek oluşturulmaktadır.

‘Petrol Krizi’ ile Neoliberalizmin gündeme gelme sancıları yaşanmaktaydı. Yani sermayenin, dünyanın her yerinde sınırsız özgürlüğü ve halkın müşterekleri olan her şeye sahip olabilme hakkı olacaktı. 79 – 80 yılları gelecek ve Şili, ABD, İngiltere, Türkiye ve dünya ‘Küreselleşme’ diye adlandırılan, ‘Sermayeye sınırsız özgürlük’ dönemine girilecekti. Aslında bu anlatım, ilk okullar dahil eğitim sistemine konulmalı. Tarih denilenin nasıl oluştuğunu anlatmanın doğru yolu olduğunu düşünüyorum. Dünyanın ne halde olduğunu çocuklara anlatmanın en kolay yolu, tarihi sebepleri ile birlikte anlatmaktır. Günlük yaşamda insanlar neden birbirinden nefret ediyorlar? Niye eşitlik, özgürlük galip gelemiyor? Gibi konuların somutlaştırılmasında kolaylaştırıcı olacağını düşünüyorum. Bazı köşe noktalarının anlatımı, nedenlerin açığa çıkmasına olanak sağlar ve tarih anlayışında özgürleşmeyi sağlar.

Böylelikle yeni bir dönem gelmek üzereydi. ‘Petrol krizi’. Ardından doksanlı ve iki binlerin başındaki krizler sıraya girdiler. Sonuçta aralıklarla krizlerin olduğu ve bunun da bir yükseliş ile devam edeceği öngörülüyordu. İşgaller, yeni kaynaklar, teknolojik atılımlarla bu sorunlar geçiştirilir, yeniden ‘toparlanma’ dönemi yaşanır sanıldı. Halkın olan her şeyi gasp etmeleri bunu kolaylaştıracaktı. Fakat bu sefer Kapitalizmin çöküşe yönelmesi, işin rengini değiştirmekteydi. Eskiden olsa, muhtemel bir paylaşma savaşı benzeri bir çözümleme ile bu sorun da atlatılabilirdi belki. Fakat sistem çıkmaz yola girilmişken, geriye döndürülebilecek bilimsel bir yol kalmıyor. Ancak başka bir sistemin doğuşunun habercisi olabiliyor. Artık karlılığın yeniden yükseltilebilmesi, yeni enerji kaynakları ya da işgallerle mümkün olamıyor. Teknolojinin ilerletilmesi de sorunu derinleştiriyor. Bu çıkmaz durumunda, güç odakları, birbirinin önünü kesmek için savaşlardan faydalanma yoluna gidiyorlar. Bugün Filistin’e karşı yapılan saldırının güncellenmesini de bu kapsamda değerlendirebiliriz. Çin ve Rusya etkisinin alan kazanması (BRICS denilen işbirliği buna gerçeklik kazandırıyor. Bugün İran’ın da buna katılması gerçekleşiyor.), bu hamlelerle önlenmeye çalışılıyor. Fakat bu da çözüm olmayacak. Olmamasına karşın, yine de bölgesel savaş ve çatışmalar yaratılmasından başka yetenekleri kalmamıştır. (Kıbrıs da bu bağlamda tehlike kapsamında olabilir.) Bu güçler, yaygın, dünya savaşı anlamında dünya savaşı olmasa da bölgesel savaşları, avantajlı bir durum sayabilirler. Fakat kimse teselli bulmasın. Diğerinden daha iyi olmaz.

Egemen ideolojiye göre ihtiyaçlar sınırsızdır. Öyle ya, sınırsız üretim sınırsız kar demektir. Gel gelelim daha çok kar, sefaletin çoğalması, pazarın daralması demektir. Bu çelişki çıkmazın temelidir. Böyle bir yaşamın sürdürülebilmesi için her şey mubahken, insan ve doğa ekonomiden önemsiz görülüyor. Bu yüzden savaşlar kutsal sayılıyor. Sermayenin yaşam anlayışı böyledir. O halde, halkın işi ele alması tek alternatif sayılmalı. Bunun adı demokrasidir. Halk kendi geleceğine kendi karar vermeli. Sokakta ne olup olmayacağına o karar vermelidir. Ülke ekonomisinin (sermayenin) selameti için insan feda edilmez. Yani demokrasi başka bir şeydir. Bu yüzden, demokratik bir yaşam için yeni ufku sosyalist sol açabilir. Çünkü başka bir düzeni, kar için düzenlenmeyen demokrasi mücadelesini ancak devrimci öngörü resmedebilir.

Sıra dışılıkların sıklığının artması, zamanın daraldığını haber veriyor. Bu gidiş kötü bir yere gidiyor. Uygarlık muhakkak bir yok oluşa doğru gidiliyor. Demokrasi galip gelmeli.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin