Kıbrıs iktibasUlaş BarışAB üzerine düşeni yapmalıdır… - Ulaş Barış
diğer yazılar:

AB üzerine düşeni yapmalıdır… – Ulaş Barış

Yeniçağ podcastını dinleyin

Orjinal yazının kaynağıkibrispostasi.com

AB Konseyi Genel İşler Konseyi toplantısı sonuç bildirisinde, Kıbrıs meselesiyle ilgili, müzakerelerin yeniden başlatılması çağrısı yapılırken, AB’nin rol oynamaya hazır olduğu vurgulanmış.

2023 için son kez Brüksel’de toplanan ve AB ülkelerinin Avrupa işlerinden sorumlu bakanlarının oluşturduğu Genel İşler Konseyi toplantı sonrası yaptığı açıklamada, Türkiye, Karadağ, Bosna Hersek, Sırbistan, Kuzey Makedonya, Arnavutluk ve Kosova’dan oluşan Batı Balkan ülkelerinin yanı sıra ilk kez Ukrayna, Moldova ve Gürcistan’la ilgili değerlendirmeler yapıldığı duyurulmuş.

Toplantı sonrası açıklamada bulunan AB Komisyonu’nun genişlemeden sorumlu üyesi Oliver Varhelyi, Türkiye’nin üyelik sürecinin yeniden canlanması için hukukun üstünlüğü alanında ilerlemenin gerekliliğini öne sürerek, ilişkilerde yeni bir başlangıcın temellerini atması gereken pozitif gündemin de izlenmesi gerektiğini belirtmiş. Ne kadar da güzel beylik lafları!

Ardından AB Konseyi tarafından paylaşılan toplantı sonuç bildirisinde, “Türkiye aday ülke ve birçok ortak çıkar alanında kilit ortak olmayı sürdürüyor” da denilmiş.

Türkiye başlığı altında “açık ve samimi bir diyaloğun sürdürülmesi, ortak sorunların ele alınması, göç, iklim, terörle mücadele ve bölgesel konular gibi temel ortak alanlarda işbirliği yapılması konusundaki kararlılığın” sürdüğü ifade edilirken, konseyin, bu konuların birçoğuna ilişkin olarak AB ile Türkiye arasında Yüksek Düzeyli Diyalogların devam ettiğini dikkate aldığı kaydedilmiş. Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkilerde atıfta bulunan bildiride son dönemde yaşanan gelişmelerin ve Doğu Akdeniz’de gerilimin azaltılmasının, memnuniyetle karşılandığı da ayrıca aktarılmış.

Ben bu noktada makalenin ilk cümlesine dönmeyi uygun görüyorum çünkü bu kadar satırdır anlattığım bildirinin bizi en çok ilgilendiren kısmı da orası.

Efendim, AB, bir kez daha çözüm müzakerelerinin başlaması için çağrı yapmış. Güzel. Lakin cümlenin devamında “AB süreçte aktif rol oynamaya hazırdır” deniliyor. Ben de bu noktaya bitiyorum zaten!

Ve hiç de öyle olduğunu sanmıyorum.

Sebebini de anlatayım.

Geçen hafta bir etkinlik dolayısıyla adanın iki tarafından gazetecilerin oluşturduğu bir grupla Brüksel’de bir takım temaslarda bulunduk. O temasların hemen hepsinde görüşme yaptığımız üst düzey bürokratlara aynı soruları yönelttim. Onlara özetle “AB Kıbrıs sorununun çözümüne siyasi bir katkı yapmayı düşünüyor mu? Bu bağlamda süreç için bir temsilci atamayı düşünüyor musunuz?” diye sordum.

Aldığım cevaplardan memnun kaldığımı söyleyemem. Zira sorduğum soruların hemen hemen tüm muhatapları “Biz zaten her zaman sürecin içindeyiz. Crans Montana’da da sürecin içindeydik. Zaten sizin varacağınız anlaşma sonucu kurulacak devlet AB’ye üye olacak. Yapacağınız anlaşmayı sonunda bize getireceksiniz, biz de müktesebata uygun mu değil mi bakacağız” minvalinde konuştular.

Yani AB, olası bir sürece siyasi anlamda, ne bileyim bir arabulucu rolü türünde bir temsilci atayarak katılmak yerine, teknik anlamda destek vereceğini söylüyor. Kusura bakmasınlar ama Kıbrıs’ın hem kuzeyinde hem de güneyinde olası bir çözüm anlaşmasının Aqui’ye uyup uymadığını ‘şıp’ diye söyleyebilecek bin kişi tanıyorum. Dolayısıyla teknik olarak bir desteğe ihtiyacımız olacağını hiç sanmıyorum.

Ha geçen günkü makalemde altını çizdiğim gibi Franko-German uzlaşmasını sağlayıp, 1000 yıldır savaşan Avrupa’yı barışa ulaştıran Alsac-Lorine çocuklarının bu engin çözüm perspektiflerini bize göstermek gibi siyasi bir tavrı olacaksa, buyursunlar, dükkan onların!

Yoksa bu makaleye konu olan ‘bildirideki’ gibi daha çok ‘endişe’ duyulur, süreçler ‘kaygıyla’ seyredilir, icabında uzaktan yaptırımsız şekilde ‘kınamalar’ yapılmaya devam edilir.

Ama Avrupa Birliği, kucağındaki ve artık temel prensiplerini çoktan zehirlemeye başlayan Kıbrıs sorununun yarattığı kötü etkileri daha da beter hissetmeye devam eder.

Refah içinde, huzurlu ve güzel bir hayat kurmaya çalışan Avrupalılar, bin yıllık hayallerinin eseri olan Birleşik Avrupa rüyasına sahip çıkmak ve onu korumak için bence Kıbrıs sorunu denilen beladan kurtulmak zorundadır. Bana sorarsanız sadece Kıbrıs sorunu denilen beladan kurtulmak yetmez, Türk-Yunan sorunlarından da kurtulmalıdırlar. Çünkü nasıl ki Kıbrıs sorunu Türkiye-AB ilişkilerini kötü etkiliyor, Türk-Yunan sorunu da bu ilişki için olumlu bir etkene sahip değildir.

Dolayısıyla Avrupa Birliği, özellikle Kıbrıs’ı üye yaptığı, Türkiye’ye de üyelik takvimi verdiği son 20 yılda, adada oluşan veya oluşmaya devam eden durumun son geldiği noktanın sürdürülebilir olmaktan çıktığını elbette biliyordur.

Son 20 yılda ortaya çıkan yeni durumlar, Ankara protokolü gibi uygulanmayan ve sıkıntı çıkaran durumlar, Türkiye’nin Gümrük Birliği modernizasyonu, vize serbesiyeti derken, işler yeni bir kavşak noktasına varmış durumdadır.

Orta yol bulup, durumları idame ettirme manasında pek bir maharetli olan Avrupa bürokrasisi, ulaşılan bu yeni durumda “siz anlaşın da sonra bana” gelin kolaycılığında hareket edemez, etmemelidir.

Eğer ortada önemli bir insanlık projesi olan AB varsa, onun üzerine kurulduğu bir batı medeniyeti, prensipleri ve felsefesi varsa, bu ülküyü paylaşmayı istemek veya arzulamak bir ayrıcalık olmalıdır. Bu durumda bu üyelikten nasibini alanlar (Kıbrıs Cumhuriyeti), almayanlar (Türkiye) ve bizim gibi arafta kalıp alamayanlar arasında bir denge kurulması, karşılıklı bir kazan-kazan durumu oluşturulmalı, AB de bu noktada siyasi bir güç olduğunu göstermelidir.

Yoksa böyle kolaycı tavırlarla, suya sabuna dokunmayan hallerle, hele de üstten bakan bir havayla “halledin da gelin” demekle sorunların çözüleceği yok…

Sorunların çözümüne katkı yapılacağı durumu ise hiç yok…

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin