yazılariktibasHırsın önlenemez katliamı - Beyza Üstün
diğer yazılar:

Hırsın önlenemez katliamı – Beyza Üstün

Yeniçağ podcastını dinleyin

Orjinal yazının kaynağıyeniyasamgazetesi5.com

Japonya’da 2011 yılında yaşanan depremin ardından meydana gelen tsunamide zarar gören Fukuşima Nükleer Santrali’nde bugüne değin bekletilen radyoaktif atık su 25 Ağustos’ta okyanusa boşaltılmaya başlandı.

Yaşama zararlı olmadığı iddia edilerek başlatılan atık su deşarj işlemi Hiroşima’da yaşananlar gibi açıkça değil, gizlice ama aynı şiddetle yaşamı cehenneme çevirecek. Fukuşima rektöründen çıkan ve yıllarca bekletilen atık suyun aşamalı olarak okyanusun derinliklerine verileceği bildiriliyor. P. Demircan’ın 26 Ağustos tarihli Evrensel’deki yazısında atık suda sadece 62 radyonüklidin testten geçirilebildiği belirtilmekte.

Nükleer santrallerin soğutma sularından ağırlıklı olarak çıkan atık suda yüzlerce radyonüklid bulunmakta. Fukuşima Nükleer Santrali günde 100 bin ton atık su üretiyor. Depolama tesisleri dolan santral bir haftadır radyoaktif atık suyu okyanusa vermeye başladı. Bilinen bilinmeyen, arıtıldığı iddia edilen ki arıtımı oldukça zor olan radyonüklidler ve izotopları tüm canlı yaşam için yüzlerce yıl etkileyecek ölüm demek. Verilecek atık suyun 1.34 milyon ton olduğu tahmin ediliyor. Devreye gene taraftar kurumlar, uzmanlar girdi. Tony Hawker gibi nükleer uzmanları, UAEA, TEPKO Japon enerji firmaları bu atık suyun deşarj standartlarının çok altında olduğunu iddia etmeye başladı.

Nükleer santraller nükleer endüstrinin temel üretim araçları. Savaş sektörünün en güçlü destekçisi.

Dünya halkları radyoaktif yok edişle, açık müdahalelerin en büyüğü olan Hiroşima ve Nagazaki bombası kullanıldığında tanıştı ilk kez. Nesiller boyu o günlerde hayatta olmayanlar dünyaya eksik, sorunlu doğdu.

Yıl 1945 ABD, Japonya teslim olmadığı için önce Hiroşima’yı (6 Ağustos) sonra Nagazaki’yi nükleer bomba ile cehenneme çevirdi. 13 bin ton TNT (tri-nitro-toluen) eşdeğeri kuvvetindeki nükleer bomba, merkezinde 3 bin santigrat derece sıcaklıkla yaşam yok oldu. Ardından nükleer santrallerde yaşanan facialar geldi. Fukuşima Nükleer Santrali’nde 2011’de deprem sonucunda depremden 1 saat sonra 13.30’da (JST), reaktör 1’in yakınlarında çekirdeğin bir kısmının havaya uçtuğunu ve kısmen bir erimenin olduğunu gösteren radyoaktif sezyum-137 saptandı. Ve yayılım artarak sürdü.

1950’li yıllarda ABD ve Rusya geliştirdiği daha kuvvetli hidrojen bombalarını kıtalararası balistik füzeler geliştirerek daha fazla güç kullanmanın stratejisini sürdürdü.

26 Nisan 1986 tarihinde Çernobil Nükleer Santrali’nde yaşanan faciaya 600.000 işçi doğrudan maruz kaldı. International Journal of Cancer’da 2006 yılında yayınlanan çalışmaya göre faciada 4.000 kişinin öldüğü açıklandı. Avrupa’da tiroit kanserine yakalanan ve diğer kanserlere yakalanan en az 5000 hasta vaka tespit edildi. Çalışmaya göre 2065 yılına kadar radyasyona maruz kalmış 16.000 kişinin tiroit kanseri, 25.000 kişinin ise diğer kanserlere yakalanması bekleniyor.

Çernobil’den 6 km uzaktaki Pripyat Nehri’ndeki bir adaya bırakılan atlar, tiroit bezleri 150-200 Sv’lik radyasyon dozları tarafından tahrip edildiği için öldü. Bitkiler ve hayvanlar için mutasyon oranları, Çernobil’den radyonüklidlerin salınması nedeniyle 20 kat arttı. Karadeniz’de yıllarca kanser vakaları arttı, ölümler yaşandı, uzuvları olmayan doğumlar gerçekleşti.

Nükleer santraller tarih boyunca yaşamı ölüme sürükledi. Ancak ne Rusya ne Çin ne ABD nükleer endüstrisi ve savaş stratejilerinden vazgeçmiyor. Putin, 16 Haziran’da Belarus’a nükleer silahları yerleştirdiğini açıklıyor.

Herhangi bir savaş tehdidi ya da facia olmasa bile nükleer santralların atıkları bugün Dünya yaşamını yok oluşa sürüklemeye devam etmekte.

Okyanuslara aktarılan yüzler radyonüklid ve bilemediğimiz, saptayamayacağımız izotop sadece Dünya halkları dahil canlı yaşamın bugününü değil yüzlerce nesil sonrasını yok oluşa sürüklüyor.

Türkiye ise bu gerçeklerin yaşandığı Dünyada nükleer atık sorununun çözümüne aday ülkeler arasına, girme, Nükleer savaş stratejilerine destek olma yarışında. Akkuyu’da ve Sinop’ta yapmaya çalıştığı nükleer santral projeleri ve devamı ile nükleer Atık alımına aday. Adaylığını atık gömü sahaları tanımlayarak duyuruyor. Tarım alanlarını maden, enerji, inşaat şirketlerine sunularak yok edildiği, Polatlı da mera alanı vasıf değişikliği ile nükleer atık sahası olarak tahsis ederek, denizlerin kullanımını plan değişiklikleri ile meşrulaştırarak depolama alanı tanımlama çabalamasını sürdürüyor. Türk Akımı Boru hattı ve Rusya’dan Buğday alımı ile Rusya’ya verdiği tavizle, Enerji Bakanlığı temsilcisi Sochi de yapılan 12. Nükleer zirvesinde Türkiye’de 4-6 reaktör ün yetmeyeceği 16-20’ye arttıracağının vaatlerini veriyor. Sinop’ta nükleer santral yapmak için kararlar çıkarıyor, “olur” verip uluslararası görüşmelerde Rusya’da, Çin’de ve Kore’de planladıkları santrallerin pazarlığını yapmaktan vazgeçmiyor.

ABD nükleer enerji danışmanı nükleer reaktör için Türkiye’de uygun alan olduğunu ve Türkiye’nin kendilerinden talebi doğrultusunda 35 adet modüler nükleer santralı (MNS) yollayabileceklerini 2022’de duyuruyor.

Daha fazla nükleer atık üretimi ticareti anlamına gelen diplomasilerin son acı tablosunu dünya Japonya’dan salınan radyoaktif atık su ile yaşamakta.
Akkuyu Nükleer Santrali 4800 MW kurulu güce sahip olacak, yakıt olarak toryum ve uranyum kullanılacak atık çubuklar 40-50 yıl atık havuzlarında bekletilecek yılda yaklaşık 125-150 ton atık üretilecek. Açığa çıkan radyoaktif izotopların canlılara, doğaya solunumla, besin yoluyla etkisi 12 milyon yıldan 137 yıla kadar değişmekte (örneğin tiroit kanserine neden olan iodinenin yarılanma ömrü 131 yıl etkisi 12 milyon yıl sürecek). Santral için denizden alınacak olan günlük su miktarı Ankara ve İzmir’in günlük su kullanımına yaklaşık denk. Bu suyun büyük kısmı ise tekrar tuzlu ve sıcak olarak denize verilecek. Bunun içinde soğutma havuzlarından çıkacak ve bugün Fukuşima Nükleer Santrali’nde olduğu gibi yakıt çubuklarının soğutulduğu atık sular da eklendiğinde oluşacak facianın boyutları tartışmasız tüm canlı sistem için yok oluş.

Yaşamı yok oluşa sürükleyen bu sürecin karşısında sadece halklar ve demokratik kitle örgütleri duruyor.

Ya yaşam ya yok oluş kazanacak. Sizce…

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
245AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin