yaklaşımlarAykut BektaşoğluSon gelişmeleri, yaşananları nasıl değerlendirebiliriz? - Aykut Bektaşoğlu
yazarın tüm yazıları:

Son gelişmeleri, yaşananları nasıl değerlendirebiliriz? – Aykut Bektaşoğlu

Yeniçağ podcastını dinleyin

Kuzey Kıbrıs yönetim ve sermaye sınıfı diye adlandırabileceğimiz şey, ülkelerarası hiyerarşide kendine yer bulabileceği bir yapıya ihtiyaç duyar. Ülke kaynakları ise bunların sermayesi sayılır.

Son gelişmeleri, yaşananları nasıl değerlendirebiliriz?

TC – KKTC arasındaki yeni protokol,‘İktisadi ve mali iş birliği’ diye isimlendirilmiş olsa da yapılan, Kuzey Kıbrıs’ın ekonomik-siyasal yeniden yapılandırılmasıdır. Niye protokol oluyor? Müdahale oluyor? Soru bu. Kıbrıs, Türkiye ile ilgili güç ilişkileriyle bağımlıdır. Temelde ise sınıf çelişkilerine dayalı bir yapıdır, doğal olarak. Kapitalist düzen dediğimiz sermaye yaşamı, hiyerarşik bir yapıya sahiptir. Yoğunluk, piramidin üstüne doğrudur. Güçlünün avantajına doğru hareket eder. Müdahale dediğimiz, denetleme, yönetme, avantaj elde etme, Türkiye egemen sınıfının hedefleri doğrultusunda belirlenmektedir. Kuzey Kıbrıs Toplum yapısı da buna göre şekillendirilir.‘Ülkeler’ arasındaki ilişki, egemen sınıf çıkarını gözeterek şekillendirilirken, toplumun yaşamı geriye götürülür ve kimliksizleştirilir.

Temelde kapitalizmin yapısı bunu öngörür. Söz konusu egemenliğin çıkarına dayanan ilişkinin gereği olarak, protokolü uygulamak, sistem açısından bir zorunluluktur. Bu ekonomik sistem, kapitalizm, bu karşı çıkılması gereken sistem, Türkiye dahilinde, zayıftan güçlüye doğru bir akışı sağlar. Ülkeler arasında da zayıftan güçlüye doğru bir akışı sağlar. Refah akışını sağlar. Bu, şimdi başlayan bir şey değildir. Bu yaşam ucubesinin yapısı böyledir. Bu yüzden Kapitalizm, oldum olası Emperyalizm içerir. Yani şiddetlenerek başka yerlere müdahale edip ele geçirmek, yoğunlaşmak ve yayılmak. Büyüme arzusu…

Emperyalizmi Kapitalizmin başka bir şeyi gibi saymak olmaz… Bu, genel çerçeveyi göz ardı etmemize sebep olabilir. Onun için emperyalizm Kapitalizmde olur diyebiliriz. Agresif olmak zorundadır. Buna karşı çıkarken, asıl olan Kapitalizmin toplum yaşamından çıkarılması konusunu tartışmak gerekir. Müdahale, Emperyalizm, küreselleşme, sömürgeleştirme başka şeyler değildirler. Bunlara karşı çıkarken, Kapitalizmi gözden kaçırmamak gerekir.

Esasen, her şeyin, bütün politikanın, bütün tarihin, zor durumda olan insanın sırtında geliştiğini, bizim sınıf kavgası dediğimiz şeyin de zor durumda olan sınıfın dövülmesine göre çalıştığını, aklımızda tutmamız gerekir. Bir parantez açayım. Geçenlerde Güzelyurt’ta bir fabrikada, işçi kadın öldü. İş cinayeti oldu. Yani, o yük taşıyıcı aracın şoförü tarafından öldürülmedi. Şoför, olayın bir parçası olmuş oldu. O iş yerinin sahibi, kapitalist diyelim, tarafından da öldürülmedi. Orada bir şey oldu.  Ve o olan şey sonucunda iş cinayeti gerçekleşti. Asıl soru, tabii diğer sorular da var. Neden o kadın oradaydı? Ve neden altmış dokuz yaşında kadın çalışmak zorundaydı? Neden halen refaha ermemişti? Altmış dokuz yaşında insan ne zaman refaha erecekti? Çalışan insan refaha erermiş diye yalan söylenir… Bu sınıf hiçbir zaman refaha ermeyecek. Burada, neden her zaman, gerek fabrikada, gerek savaşta olsun, kazada olsun fakir ölür? İş yerinde işçi ya da ayni anlamda, emeği sömürülen dışında birisinin ölme ihtimali yok? Neden işçi kadın öldü? Neden ölürken kafasında yokluk ve mahcubiyet var? Mahcup olması gereken o muydu? Sömürülme ve aşağılanma, kabul edilebilir şeyler mi?…

Şimdi neden bu olaya dönmüştük? Yaşanılan her noktada, her olayda ortaya çıkan, kapitalizmin krizidir. Krizidir derken, krize girmiş bir kapitalizm değil. Kapitalizm zaten kendisi çökmüş olan bir şeydir. Çünkü şunu söylemek için: Bu günlerde dillendirilen, ‘vahşi Kapitalizm, şöyle kapitalizm, böyle kapitalizm’. Aslında böyle bir şey yok. Kapitalizm var. Yeri geldiğinde kendi içinde sakladığı vahşilik, yeri geldiğinde de sosyal gibi olma mecburiyetindeki bir sistem var. İşçi sınıfının mücadelesi ile adına Sosyal Devlet denilen şeyler var -vardı-. Ama sonuçta bu kapitalizmdir.

Bu protokol olayı ile ilgili, Türkiye’de zaten bu protokol yaşanıyor. Yani protokol yaşanıyor derken, basına, sendikalara baskı uygulanması, işçinin yaşam koşullarının geriye götürülmesi kuraldır demek anlamında. Siyasetin toplumsallaşmaması için her şey yapılıyor…

Kuzey Kıbrıs’taki idarenin, bunu uygulamama gibi bir öngörüsü olamaz. Diğer yandan, düzen içi muhalefetin, bu ‘tedbirlerin’ neden uygulanmaması gerektiği ve neden bu saldırıya karşı olunduğu konusunda, sermaye düzeniyle ilgili bir şeyler söylediğini ben duymadım. Demin dediğim gibi, vahşi kapitalizm gibi kavramlar dile getirilir. Kötü olan insanlar gibi şeyler dile getirilir. Bir anlamda Kapitalizm değil de kötü uygulamalar yerilir. Ama bu düzenin doğasının bu olduğu, sistem karakterinin bu olduğu anlatılmaz. Toplumun, sermaye tarafından işgali ve bütün kültürel damarlarının kişiliksizleştirilmiş olduğu ve sınıf kavgası gizlenir. Yani bu düzene rıza göstertilmiş olunur. Türkiye’de yaşanan zora dayalı kabul, nasıl gerçekleştiriliyorsa burada da yaşatılır. Toplum rıza gösterdiği sürece, böyle olur.

Rıza göstermemek nedir?

Başka bir şeyin hayalini kurmayınca, rıza göstermemiş olunmaz. Egemen sınıf bu piramidin üst tarafında iken, toplum bu hiyerarşik düzeni etkisiz kılacak alternatif yaşamı öngörmedikten sonra, bu uygulayıcılar ve sermaye, yani kapitalist düzen ‘e tamam, o zaman, bunlar bu kadar bağırdığına göre bunu böyle yapmayalım’ demez. Yani bu, mantığa aykırıdır. Başka bir şey ortaya konulursa ve başka bir şeye insanlar daha çok rıza göstermeye başlarsa, bu bir denge unsuru olabilir. Düzene denge oluşturacak bir karakter olur. Ancak bunun için başka bir şey söylemek gerekir. Her zaman bahsettiğimiz gibi, üretim ve yaşam için gerekenlerin müşterekliğinin hayali oluşturulmalı. Yani insanların yaşam ve üretim araçlarına sahip olmaları hedeflenmeli. Zaten herkesin olanların geri alınmasını, demokrasi mücadelesinin kendisi olarak anlamlandırmalı. Tüm ihtiyaçlara, istisnasız herkesin ulaşması öngörülmeli. Herkes, her ihtiyacına sahip olacak denilmeli ve bu mümkün olan bir şeydir. İnsanlığın başka bir geleceği yoktur denmeli. Servet büyütmenin kutsandığı burjuva ideolojisi ağzıyla, kendine muhalefet süsü vermemeli.

Dediğim gibi yalnızca istemekle olmayacak, eşit bir yaşamın hayat bulmasını, demokrasi mücadelesi ile tanımlamak gerekir. Sömürü düzenine karşı başka bir düzeni, önerme haline getirmeli, demokrasi mücadelesinin asıl ekseni yapmalı. Son günlerde Kuzey Kıbrıs’a dayatılan, dünyanın birçok yerine dayatılanın benzeri bir protokoldür. Buna benzer uygulamalardır. Bu uygulamalar, sosyal alanların özel mülk yapılıp sermaye haline getirilmesi, demokratik hakların daha da kısıtlanması, özgür düşüncenin baskı altına alınması, sendikalar üzerinde, demokratik kitle örgütleri üzerindeki baskıların çoğaltılması ve itiraz seslerinin susturulması şeklinde hayat bulurlar. Demokrasi ve özgürlük propagandasının zeminini oluşturabilecek oluşumlara meydan verilmemesi ise bunların siyasal hedefleridir.

Fiili olarak muhalefetlerin bastırılması çok zor değildir. Bunu birçok toplumsal karşı çıkış, toplumsal olaylarda gözlemleyebiliriz. Buna karşın, ideolojik olarak başka bir yaşam düzeni öneren düşünceler ayakta kalır. En yakından bildiğimiz Türkiye’de, yaşanmış tüm saldırılara rağmen yok edilemeyen devrimci demokratik önermelerdir. Hiç bir zaman yok olamaz. En çok darbeyi yiyen olduğu halde, düzen içi değil, alternatif yaşamı, eşitlikçi, sınıfsız bir düzeni öngördüğü için tarihsel bir duruş yaratabiliyor.

Türkiye’de, bu saldırı sürecini durdurabilecek bir demokrasi ısrarı var. Sürecin çevrileceği inancındayım. Fakat burada benim söylemeye çalıştığım, yeni bir yaşam önerisini yalnızca devrimci bir muhalefetin yapabileceğidir. Yoksa diğer muhalefet, iyi temenniler ve itirazlardan ileri gidemez.

Kıbrıs’la ilgisi ne?

Sınıflar arası çelişki, dengesiz ve alttan üste doğru birbiri ile etkileşir. Diğer yandan, merkez ve çevre ülkeler arasında da eşit olmayan alışveriş şeklinde, sömürülenler ve sömürenler şeklinde devam eder. Kuzey Kıbrıs yönetim ve sermaye sınıfı diye adlandırabileceğimiz şey, ülkelerarası hiyerarşide kendine yer bulabileceği bir yapıya ihtiyaç duyar. Ülke kaynakları ise bunların sermayesi sayılır.

Bunların, kendilerinin belirlenen olmaları koşulu ile ülke dışından, bağımlı olacakları bir yapıya ihtiyaçları vardır.  Türkiye iktidarı ile kurdukları ilişki, sermaye sınıfının çıkarlarını gözetmek koşulu ile sürdürülmektedir. Bu yapıyı sürdürmek için, toplumu ikna etmek, rızasını almak, rıza alınamıyorsa nüfus taşıyıp seçmen dengesini korumak veya rıza alınamıyorsa baskı ve korkutma yöntemlerini kullanma seçenekleri var.

Böyle olduğu için, demokrasi mücadelesinden başka bir yöntemle karşı durulamayacağı anlaşılıyor. Demokrasi mücadelesinin olmadığı bir yerde, baskı rejimine karşı demokrasi mücadelesi doğal zorunluluktur. Esasen sermaye sınıfı çıkarına yapılan yeni saldırı -protokol-, başka bir şey önerme potansiyellerini durdurma tedbiridir (1). İkincisi de bir birini tamamlayarak, bu topraklar üzerinde, insanından emeğine, doğasından etik değerlerine kadar, eksik kalan her şeyi sermayeye dönüştürme tedbirleridir. Ayni zamanda, bu sistemi kökten reddedecek muhalefetin kontrol altında tutulmasıdır.

Neoliberal denilen uygulamalar, hızlı bir şekilde, sosyal şeylerin-varlıkların- (bunun yanında da devlet hazinelerinin) özel mülke devredilmesi şeklinde çalışır. Bunları gerçekleştirebilmek için çeşitli tedbir ve ‘Protokoller’ uygulanır. Asıl kaygı -refleks-, Kapitalizmin bitişini (onlar kriz diyor) nasıl önleyebiliriz?, sokulmamış her şeyi nasıl rekabete sokabiliriz?, tekrar sermaye haline getirebiliriz? Kapsamındadır. Yani bu toplumun sosyalliğine saldırıdır. Yani bu iş devlet eli ile yapılıyor. Buna karşın, sosyal devlet deniyor bir sürü insan tarafından. Bu bir aldatmacadır. Devlet denilen, sermayeye kaynak sağlayan bir araçken, sosyal devlet mümkün olabilir mi?…

Bu yalanların üstesinden gelebilmenin, neden? Sorusunu yaygınlaştırmaktan geçtiği önemsenmelidir. Toplumsal bir konuda, nedenin peşine düşülmezse, oluşabilecek muhalefet, başıboş, hedefsiz kalır. Sorunun esası sorun edilmeden, genel bir çöküşe, ortaklaşmış bir alternatif yaratılabilinir mi? Müşterek dediğimiz, yalnızca yaşam ve üretim alanlarının ortaklaşması, sosyalleşmesidir demeyiz. Yani siyasetin, herkesin işi olması konusu da önemlidir… Bakarsınız belki on binler toplanmışsınız ve sonunda muğlak bir huzursuzlukla dağılırsınız…

Dağların, ovaların, binalarla boş inşaatlarla nasıl doldurulmuş olduğu, nasıl plansız yapılmış olduğu anlatılır, hoşnutsuzluk dile getirilir. Fakat neden yapılmış olduğu pek sorun edilmez. Akdeniz’deki doğal gazların nasıl paylaşılması gerektiğinden bahsedilirken, paylaşılan her varilin dünyadaki açlığı büyütmek ve piramidin en üstünü daha fazla varlık sahibi yapmak amacı ile üretilmiş olduğundan bahsedilmez. Neden doğal gaz sorusunun cevabı aranmaz…

Sonuçta protokolün, nasıl olduğuna bakarken, neden olduğunu konuşmalıyız. Herkesi siyasete katmanın asıl yolu budur. Bunun bir saldırı olduğu gerçeği öncelenmelidir. Saldırı sistemin çalışma biçimidir. Bundan çıkış için, yani insanların, toplumun özgürleşmesi, kimisi bağımsızlaşması, kimisi işte farklı şeyleri dile getirir. Fakat sonuçta, toplumun siyasallaşması, siyasetin herkesin işi olması önemli sayılmalıdır. Toplumda yaygın bir entelektüelleşme var. Konuları birbirine bağımlı kılarak yöntem bulmaya çalışıyor sol etkinlikler. Bence bu çok olumlu bir şeydir. Birbirinin yorumlarını seven ya da sevmeyen insanlar olabilir. Ama bir yerde mecburen buluşmak zorundadırlar. Bu kaygıyı taşıyan, bu entelektüellik ne kadar yaygındır?  Süreç içerisinde kendini belli edecek. Ve giderek, zaten tarihin zorunluluğudur, hakim hale gelmek zorundadır. Zaten gelmezse de yeni bir düzen önerilemez.

Sermaye arsızlığı, doğayı o kadar hızlı tahrip ediyor ki zamanında müdahale edilemezse, uygarlığın ömrü, insanın yeni ufuklarının oluşmasını bekleyecek kadar uzun olmayabilir.

Bizim muhalif dediğimiz, tahakkümü reddeder. Reddediyor. Fakat bunun yerine başka bir şey önerme konusunda ortak önerme yok. Sol kesimler, farklı önceliklerle politika belirleme yollarına giriyorlar. Fakat en temelde, alternatif yol önerebilecek bu çok önemli olan birikim, heba edilmemelidir. Sınıf temelli, alışılmıştan farklı bir şey önerecek bir ortaklaşma gereklidir. Yeni bir düzenin nasıl kurulacağı konusunda hep birlikte bir şey tartışmadan gelecek umudu oluşturulamıyor. Bir şeye karşı muhalefet önemlidir, ama bu önem, yeni bir şeyi, yeni bir çağrışımı, yeni bir alt yapıyı oluşturmada sorun yaşayabilir.

Sosyal bir düzen mümkündür. Fakat hangi zemin üzerinde tartışıldığı da önemli bir konudur. Kapitalizm dahilinde, sosyal devletle, sorunların çözümü için yola çıkma gayretleri, baştan çıkmaza girer. Sosyal Devlet artık yok. Olmayacak da. Zaten artık Kapitalizm dahilinde Sosyal ve Devlet kelimeleri tezattır. Devlet, sermayenin eksiklerini gideren bir şeydir.‘Sosyal Devlet’in oluşma koşulları var oldu ve yok oldu. Kapitalizmin dönemsel bir olayı gibidir. Sermaye sınıfının, artık kar oranından halkla paylaşabileceği hiç bir avantajı yoktur. Bunu zorlayacak konjonktür de yoktur. Hükümetin, zor durumda olanın yanında edası ile sürekli, asgari ücret konusunda artış ve iyileştirmeden bahsetmesi boşuna değildir. Emek tarafının payını artırıyormuş gibi yapılır. Sorun, çözülebilecek bir krizmiş gibi yapılır. Sistemin çöküşü saklanır… Fakat yine de sosyal devlet konusunu ima etmek ve muhalefeti kendi dili ile vurmak açısından iktidar avantaj elde eder. Aslında o tarihsel bir aşama idi ve sona erdi. Bazı akıl hocaları, sosyal devletten, olabilecek bir şeymiş gibi söz ederler. İnsanları olmayacak hedeflere bağlarlar… Nasıl ki iş yerinde ölen bir işçinin aklında, aslında bir yalan olan, ufukta güzel bir hayat olduğu gibi…

Her halükarda, net bir saldırı var. Yani, yaşam koşullarını daha da geriye götürmek için net bir şey var. Bu açık bir durumdur. Eğitimden sendikal haklara, basın özgürlüğünden sömürü koşullarına ve fikir özgürlüğüne kadar her şeyi ile yazılmış, planlanmıştır. Bir yanda razı olmak var, diğer yanda ise sınıfsal bir saldırı oluşunu deşifre edip reddetmek var.

Sol muhalefet dediğimizin ısrarlı bir karşı duruşu var. Her yönden karşı duruş var. Uzunca bir süredir böyledir diyebiliriz. Durum bu iken, başka bir yaşam önermemenin gerekçesi olmaz. Alışılmışın dışında, sömürüsüz bir yaşamı öneremeyen muhalefet, yeni bir hedef ortaya koymamış olur. Devrimci-Demokratik bir muhalefet anlamında bir etkinlikten bahsetmeliyiz…

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
318AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin