yaklaşımlarYılmaz ParlanBir infazın ardından - Yılmaz Parlan
yazarın tüm yazıları:

Bir infazın ardından – Yılmaz Parlan

Yeniçağ podcastını dinleyin

Siyaset erbabımız her fırsatta “Türk Silahları kuvvetlerinin bu topraklarda kuş uçurtmadığı” söylemine sarılıyor. Son 48 yıldır bu söyleme rağmen görülüyor ki bu topraklarda kuş dışında her şey uçuyormuş, özellikle de kurşun. Bombalar da cabası!

Bu sıradan bir çatışma haberi değil birçok olayı da tetikleyecek bir çatışmanın ayak sesleridir. Falyalı ve şoförü canice öldürülmekle kalmadı, deyim yerinde ise, ortadan kaldırıldı. Falyalı çok şey biliyordu, ve sırlarıyla birlikte gitti.

Her olayın ekonomik yanı olduğu gibi siyasi bir yanı var

Eskiden EOKA ve TMT tarafından işlenen cinayetler vardı. Şimdilerde ise “Burada bizden habersiz kuş uçmaz” denen, güvenli diye tabir edilen bir yerde ailelerin önünde alanen işlenen cinayetler yer almaya başladı.

Çok açıkça belli ki kartlar yeniden dağıtılıyor, ve her şeye yeni bir ayar veriliyordu!

Her olayın ekonomik yanı olduğu gibi siyasi bir yanı var.

Falyalı UBP’ye yakınlığıyla biliniyor, hatta onun için “UBP’nin sigortası” bile deniyordu.

BİRGÜN yazarı Fikri Sağlar ise onun için “UBP’nin finansörü” diyecekti. Sağlar 10 Şubat tarihli yazısında uyarmaya devam ediyor: “Falyalı meselesini basite almayın! Altından Türkiye’ye ulaşan kötü kokular geliyor”.

Zaten olayın failleri de şu anda orada aranmıyor mu?

Yaşananlar psikolojik harekatın bir parçası

Falyalı siyasilere her zaman yakın bir kişilikti. O onlar için her zaman var olan bir kişiydi, ama cinayet sonrası siyasiler uzunca sayılabilecek bir süre taziye mesajı yayınlamak ve açıklama yapmak için çekingen davrandılar.

Sosyal medyada tepkiler yükselince nihayet ertesi gün arka arkaya açıklama yapabildiler.

Falyalı’nın evinin yanında ailesi önünde öldürülmesi hem siyaset erbabına, hem de topluma yapılmış bir tehdit olup psikolojik harekatın da esas parçasıdır.

İşte görmemiz gereken asıl da budur.

Çok açık ki bunun üzerinden topluma bir korku dalgası enjekte edilecek, ve ediliyor da!

“Her şey bizden olmalı”

Bu cinayetin zamanlaması da çok manidar.

Olayın ekonomik ve siyasi ÇATI’nın çöktüğü, toplumun hayat pahalılığının altında ezildiği, ve toplumsal tepkilerin kaynamaya başladığı bir dönemde olması dikkat çekicidir.

Son iki hafta içinde iki organize suç olayı yaşanmış olup, birincisinde Bulut Akacan’ın babası ayağından kurşunlanırken olayların merkezinde Büyükelçilik, Polis ve Baş Savcılık olduğu iddialarda yer alırken, ikincisinde ise cinayetin işleneceğine dair üç gün önce polise ihbar gittiği iddialar arasında yer alıyordu!

Bu olayın ekonomik yanı ise bahis dünyasında dönen paranın kontrolü üzerinde bir kavga dönüyor ve bahsedilen rakamların dudak uçuklatan cinsten oluşuydu! Ama asıl görünmesi gereken şuydu: Rejim burada birçok şeyin kontrolünü elinde tuttuğu gibi, kontrolünde tuttuğu şeylerin vanasının da TC kökenlilerin elinde olmasını istiyor. Yani “Her şey bizden olmalı” düşüncesi hayata geçiriliyor ve kartlar yeniden bir kez daha dağıtılıyordu.

“Hiçbirimiz güvende değiliz”

Olayın siyasi yanı ise yeraltı dünyasının üzerinden toplumun psikolojik bir teröre tabi tutulup sindiriliyor olması ve %150 olacağı söylenen okkalı elektrik zammına rağmen kimseden çıt çıkmamasıydı.

Toplumda bir panik yaşanıyor, arka arkaya yaşanan olaylar sonrasında panik dalga dalga yayılıyor, ve bu panik siyaset erbabında bile açıkça görülüyordu.

Etrafa baktığım zaman en çok söylenen “Hiçbirimiz güvende değiliz” yakınması vardı!

Pekala, ne zaman güvende olmuştuk ki diye sorsam?

Linç girişimleri, karanlık kalan cinayetler, kriminal olaylar diyarı

Bu topraklarda 74 yılından beri hiç kimse güvende değil! Ama toplumun büyük bir çoğunluğu bunu görmezden geliyor, kendi cenahlarına dokunulmadığı sürece yaşananlara gözlerini ve kulaklarını kapıyordu. Şimdilerde ise o ceneha da dokunulmaya başlandı.

Yoksa bu topraklarda 74 yılından beri patlayan bombalar, bombalanan parti merkezleri, bombalanan siyasi parti liderleri, öldürülen yazarlar, casino baskınları, medya dünyasında zaman zaman patlayan bombalar, yüce Meclisin gözü önünde AFRİKA gazetesine yapılan linç girişimi ve daha nice karanlık kalan cinayetler ve kriminal olaylarla dolu bir coğrafya burası!

Üç maymunu oynayan siyaset erbabı

Polis, Başsavcılık ve Büyükelçinin isminin geçtiği birinci olayda üç maymunu oynayan siyaset erbabımız ikinci olayda gecikmeyle de tutuk da olsa konuşmaya başladı ve cinayeti hep birlikte kerhen de olsa kınadılar!

Burada ana muhalefet partisi CTP’nin başkanı Tufan hocanın söyledikleri dikkat çekiciydi.

Erhürman, yaşanan olayların ülkedeki güvenlik teşkilatlanmasının gözden geçirilmesi gerektiğini ortaya koyacak ve toplum için “var olan sıkıntıların yanında bir de korku iklimine hapsedilmeyi, güvensizlik kriziyle karşı karşıya bırakılmayı hak etmemekte reddetmektedir” diyerek 360 derece dönüşle hukuka sarılacaktı.

Halbuki Başbakan olduğu dönemde ya da partisinin hükümette olduğu dönemlerde Geçici 10’uncu Maddeyi iptal etme cesaretini göstermiş olsalardı bugün bu cinayetlerde işlenmemiş olabilir, AFRİKA gazetesine yapılan saldırı gerçekleşmeyebilirdi. CTP ve Erhürman son seçim kampanyasında 10’uncu maddeyi ağzına bile almamasına rağmen şimdi bir anda hukuka sarıldı. Buna ancak “Olur gülüm, olur!” denir.

Ölüm hepimize bir gölge kadar yakın

Geçici 10’uncu Madde orada durduğu sürece konuşulan her şey havada kalmaya mahkumdur!

Halbuki Geçici 10’uncu Maddeyi kaldırmadığımız, Kıbrıs’ta çözüm olmadığı, uluslararası hukuktan uzak durduğumuz, ve burada kurulan karanlık rejimi görmezden geldiğimiz sürece bu haberlerle sık sık karşılaşır olacağız. Ölüm hepimize bir gölge kadar yakın olacak.

“İrade Lefkoşa’da” diyenlerin acaba bir nebze olsun yüzleri kızarıyor mu

Değinmeden edemeyeceğim bir de MOBESE olayı var. Güya kimse mahkeme kararı olmadan ortaya çıkan görüntülere ulaşılamayacağını ve bu bilgilerin sadece poliste olacağını söylüyordu MOBESE ve benzer diğer yasaları gibi el birliğiyle geçirenler … Ama bakıyoruz ki olaydan çok kısa bir süre sonra görüntülere Türkiye üzerinden ulaşanlar olmuş. Acaba bu yasaları geçirenler ve her fırsatta “İrade Lefkoşa’da” diyenlerin az da olsa biraz yüzleri kızarıyor mu?

Ana muhalefet partisinin başkanı peşpeşe gelen kriminal olaylar sonrası aniden hukuku hatırladı. Ama kendisi görevde iken “Polisin sivile bağlanmasına gerek yok. Zaten başbakanlığa bağlı” diyerek gerçeklerin üstünü örtecek ve bu anlayış da bugün yaşanan olayların yaşanmasının önünü açacaktı.

Çok açıkça görülüyor ki Kıbrıs sorununu çözmediğimiz sürece ne siyasi, ne de ekonomik olarak huzur yüzü göreceğiz!

Kartlar yeniden dağıtılırken

Bu ülkede ÇATI da ZEMİN de çökmüştür. Ekonomik ve Siyasi ÇATI’nın çöktüğü yerde rant kavgaları ayyuka çıkacak, çatışmalar tavan yapacak, kartların yeniden dağıtıldığı yerde tam bir can pazarı yaşanacaktır!

Kıbrıs’ın kuzeyinde son derece profesyonelce ve çok iyi çalışılmış soğukkanlı bir infaz olayı gerçekleştirilmiş olup özgürlüklere bir pranga daha vurulmuştur. Susturularak devre dışı bırakılan sadece Falyalı değildir. Toplumun da bu cinayetin üzerinden susturulması, sindirilmesi hedeflenmiştir ve bunda da başarılı olunmuştur.

Çok açıkça belli ki bu olaylar artarak devam edecek. Ekonomide sıkıntı arttıkça toplumsal tepkiler yükseldikçe bu tip haberlerle daha sık karşılaşacağız. Hiç kimsenin şüphesi olmasın ki bu cinayetleri başka cinayetler de takip edecektir.

Şahsına münhasır bir kişilik

Uluşlararası hukukun içinde yer almadığımız sürece hukukun geçerli olmadığı bir yerde bir yerde hepimiz kurşunların esiri ve hedefi olacağız!

Nedeni ve gerekçesi ne olursa olsun hiç kimse öldürülmemelidir. Burada sarılmamız gereken tek şey hukuk olmalıdır.

Bir insanı evinin önünde ailesinin yanında infaz edip öldürmek aslında topluma yapılan tehdidin de daniskasıdır. Eli kanlı katiller burada sadece Falyalı’ya kurşun sıkmamışlar, onun üzerinden topluma da kurşunları yöneltmişlerdir! Profesyonelce işlenen bu suikastın aydınlatıl(ma)ması içinde bulunduğumuz karanlığın derinliğini de göstermesi açısından bir ölçü olacaktır.

Onu Salamis Bay Hotel’de iş yaptığım yıllarda yakından tanıyan bir kişi olarak Falyalı şahsına münhasır bir kişilikti bu yüzden cenazesine çok insan katıldı. Sevmeyeni olduğu kadar seveni de vardı. Renkli bir kişilikti. Uğurlayanı da çok oldu.

“Tanınmamışlığın avantajlarını kullanacağız” derseniz sonuçlarını da katlanırsınız

UBP ve hükümet kanadı tam kadro cenazedeydi. Korku onları bir araya getirmiş, duruma itiraz eder gibi bir görüntüleri vardı, ama bunu açıkça dile getirmekten de çekiniyorlardı.

“Tanınmamışlığın avantajlarını kullanacağız’’ dediğinizde statükonun devamı demek oluyor ve başınıza da bunlar geliyordu.

Siyaset erbabının yaşananlara geç de olsa senkronize bir şekilde toptan tepki vermesi sıranın kendilerine geldiğini idrak etmelerinden kaynaklanıyor ve kendilerini de ele veriyor. Bu statükonun yapı taşlarının da kimler tarafından örüldüğünü de çok net olarak gösteriyordu.

Bu saldırıda hayatını kaybedenlere rahmet, yaslı ve acılı ailelere başsağlığı diler çocuklarına ve geride kalan eşlere bu travmayı en kısa sürede atlatmalarını diliyorum.

Bu coğrafyada işler böyle yürütülüyor

Başa dönersek, Fikri Sağlar köşe yazısında Elmas Güzelyurtlu cinayetinden sonra en önemli olayın Falyalı suikastı olduğunu, Falyalı’nın Türkiye’de kumarhanelerin kapatılmasından sonra KKTC’ye taşınan ve bir kumar bölgesi haline gelen adanın kumarhaneler kralı olduğunu söyleyecekti.

Olayın bir görünen yüzü var bir de görünmeyen.

Bu cinayeti görmezden gelenler arasında havuz medyası da vardı. 24 saat boyunca haberi sakladılar. Belli ki bir yerlerden gelecek talimatı beklediler.

Bu coğrafyada, haydut devletlerde işler böyle yürütülüyordu.

“Susurluk pembe dizi kalır” yalanı

Sonrasında ise gelen talimat doğrultusunda TC medyasında bayağı yer buldu. En çok işlenen de “Susurluk burda yaşananların yanında pembe dizi kalır” masalıydı.

Bu hatırlatma aslında bir tür sopaydı. Ne yaşanmıştı orada, isterseniz bir hatırlayalım.

Bu kaza TC’de polis, siyaset, ve mafya üçgeninin en somut delillerle, en yalın biçimde ortaya çıkmasını sağlamıştı.

Düşünün, İstanbul’un en yetkili emniyet müdürü Hüseyin Kocadağ, milletvekili olan bir aşiret reisi Sedat Bucak ve dünyanın ve İnterpol’ün aradığı cinayet ve uyuşturucudan hüküm giymiş İsveç’te cezaevinden kaçmayı başaran Abdullah Çatlı ve onun kız arkadaşı olduğu iddia edilen bir kadın, arabanın bagajında ise küçük bir cephanelik vardı. İşte buydu Susurluk gerçeği. Susurluk’u masum göstermek için pembe dizi masalı devreye giriyor, onun üzerinden topluma mesaj veriliyor, ve “Çizilen dairenin dışına çıkarsanız neler olacağı’’ dolaylı olarak söyleniyordu.

Bu kadar güvenlik görevlisinin olduğu yerde hiç kimse güvende değildi

Duayen gazeteci Can Dündar ise bakın neler diyecekti: “20 yıl önce Avrupa Birliği üyeliğinden söz edilen kuzey Kıbrıs, şimdi, Amerikan Federal Polisinin gözetimi altında, bir şüpheli ülke durumuna geldi”.

Yazıma Tük Silahlı Kuvvetleri ile başlamıştım. Yine onunla bitiriyorum. Öyle ya 40 bin asker, binlerce polis ve binlerce güvenlik görevlisinin olduğu yerde ne kadar “Kuş uçurtmuyorlar güvendesiniz” mesajı sık sık verilse de gerçekte bu kadar güvenlik görevlisinin olduğu yerde hiç kimse güvende değildi!

Sorunların çözümü güvenlik anahtarında değil, Kıbrıs sorununun çözümünde, demokrasi paketlerinde ve AB üyeliğinde aranmalıdır. Aksi sadece kan, göz yaşı, dram ve yaşanacak ekonomik sıkıntılardır!

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
216AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin