yaklaşımlarÖzkan YıkıcıKendimizden bahsedelim mi? – Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Kendimizden bahsedelim mi? – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Epey zamandır güncel ama adamızda pek konuşulmayan konularla kafanızı ağırıtıyorum! Elbet Halk anlayışında “ağır ve anlaşılması zor” gelişmelerle okuyucuyu da “sıktığım” algısı da yaygınlaştı. Kimisi de eleştirisel olarak K. Kıbrıs sorunlarına ve daha basitleştirilmiş şekliyle “halkın durumlarına” da dokunmuyorum! Buna benzer eleştiriler yanında hep adeta çoğu anlaşmış gibi de “biraz fazla ağır yazmak ve dünyayla fazla dolaşmak” tepkisini de aldığım oluyor. Daha ielri gidilerek de “anlamıyoruz! En iyisi bizim çektiklerimizi yaz” diyenler de cabası. Hat ta, “çok bilmiş ve kendinden korkup özellikle Türkiyeyi konuşamayanlar da” adeta kendimize bakmayı önermektedir. Bu kadar e”eleştiriden” sonra ve anlamadaki ağırlığı da düşünerek, istenen dilde daha yumuşak ve anlaşılır b”bizlik” makale ele almaya karar verdim. Ben bu kararla da eve gelirken, tanıdık birisi de sksradan: “prokramın iyi ama biraz ağır deyip “inşalah yazacağın da böyle ağır olmasın” deyince; kafam iyice netleşti.

******

Yukarıdaki kafa karışıklığım ile Ratyo internet prokramında “Kutayla” prokramın sonunda Kıbrıs ile Filistin sorunu konusundaki özet sözlerimiz de gelince: aradaki düşünce farklılaşma veya konularla nedenli içsel sığlaştığımızın da adeta tamamlayıcı yaşananım oldu. Hele de onca olay ile Kıbrıs bağlantısını yapıp, buradaki anlayışın nedenli gerçeklerden uzak oluşu kanıtlarla sıralanırken, girişteki eleştirinin de anlamını yeniden ilerde eğer olanak bulursam, Kültür makalemde yazmaya da karar verdim.

Bu kadar yan yana bahane düşünce olgumdan sonra, şimdi Bizlik basit yaşam güncemizden makalenin genişletilmesine başlayalım.*******

Gün Perşenbe; aslında perşenbe gününün hatırası, tarihsel 6 Şubatın kişisel hatırlama anısal önemi benim açımdan yaşamsal bazı önemseyici nedeni de var. Perşenbe buluşmaları veya 6 Şubat anımsarken, hep ta derinden gelen sızının da yeniden yaşatılma şekli oluyor. Ama, geri dönüp de noktalayamadığım önemli sıçramaya da dönme şansım artık yok.

Böylesi anımsamalarla örülü Perşenbe günü, daha sokağa çıkarken, 3 önemli gerçekler karşılaştık. Yoğunlaşan ve bazı yolların kapanması istemesem de bana ayni anlamda 3 mesaj ve sorun veriyordu. Mütahitler araçlarla yürüyor, Kas çalışanlarının direnişi, Asgari ücret tepikisiyle sendikanın da ayni alanda buluşma resmi bilgileri geliyordu. Tabi ki rasgele konuşmalarla ve çoğu “anlamını dahi bilmeyen” konuşmalarla karşılaştım. Elbet, yolda giderken de tıkanan yol veya dolaşmak zorunda kalışlarımın sorusu da bilmesem de ayni yanıtlarla söyenmesi veya öneme göre eksik vurgulanması da oluyordu.

Sonunda yayının yapılacağı binaya geldim. Hoş sözlerle de binaya uğurlandım. İçerde daha çok emekli insanlar vardı. Kimisi tavlasını oynarken, kimisi de telefon esirliği yaşıyordu! Yine de dinleyecek veya konuşacak insan da buluyordum. Birisi ansızın Çarşanba günü duyduğum olayı ortaya atıverdi: “Çinli çocuğa veliler ne yaptı” diye konu açtı. Herkes kendine göre konuştu. Fakat, kafama yeniden dank ediverdi: Biz hep çağdaşık derken, bizim kültürümüzde bereket yoktur beyenilmişliğimiz gayet münasip şekilde söylenmekteyken: her gün nerede ise sapıklıktan hırsızlığa veya direk resmi ırkçılıkla güncel yaşam ırkçılığın şeytanıyla da karşılaşmaktayız.

Çinli çocuğa sırf Çindeki virüs nedeniyle velilerin yaptığı hakaret ile öylesine etkilenen çocuğun karnesini dahi almama sonucu biraz olsun karşılık bulmuş gibiydi. Ama yine de klasik savunmayla “bizde bunlar yapılmaz” tutumu da oldu. Ama, Sendikacı emekli Kadının biraz da yüksek sesle “tepki bile duymuyoruz, çünkü: bunları normaleştirdik” itirafı da önemliydi.

Konuşmayı biraz tetikledikten sonra, konuşulanlarla da kendimce düşündüm: Örneğin, bazen duyarız: polis operasyonu ile kaçaklar yakalanıp yurt dışı yapıldı” haberi gayet övünülerek yapılır. Fakat, ince ırkçılığı yakalayan pek yok! Çünkü sürülen veya atılan kesimler Üçüncü Dünya ülke insanlarıdır. Örneğin ayni tutum Türkiyeliler için duyulmaz. Kaçak ifadesi uygulamada ağırlıkla üçüncü dünya insanlarına yapılır. Tıpkı, kesilen Sosyal güvenlik adına paraları yine bu kesime verilmeyerek, yerel iş adamlarına veya son dönemdeki gibi başka alanda kulanmak gibi.

Başka yönden ise duyulan öğrenci veya işçi kavgaları: Bunlar çoğu defa haber dahi yapılmaz. Sektörel ünüversiteler başta olmak üzere olumsuz etkileri de duyulmasın! Yine, oradaki bazı farklılıklar da bilinmesin adınadır. Fakat, zaman zaman ben de eldeki haberlerle olayı inceleyince örneğin Kürt olmanın dezavantajı veya Ülkücülük Faşistliğin dokunulmaz birinciliği de karşıma gelir. Onun için hem olaylar duyulmasın hem de oluşan farklılığın ırkçılığa veya ötekileştirmeğe gitmesinin de normaleşen şeklinin sorgulanmaması da önemseniyor…..

Tam prokrama girecek ken; bu defa hafta sonları gidiğim bölgeden söz edilmeye başlandı. Öğretmen evinin imama verilişi ile ilgili makamın habersizcesine davranma ikilemine düştüm. Aslında, bölgeği iyi bildiğim için, kimsenin bana konuyu araştırma veya sorma yardım istemesi de olmadı. Ben yine konuyu onların gözü önünde sorarken dahi yine fark edememeleri de tuhaf deyil mi? Nitekim, oradan aldığım bilgilerle Belediye başkanının durumu, elçiliğin konudaki damıtılması, bölgedeki olaylarla konuyu ele alıştaki karşıtlaşmanın karışıklığı yeniden karşıma dikildi. Bilinsizlik ile yakına göre tavır koyma ikilemi, gericilik ile dürüstlük sözler le adeta kördüyüm yumağına dönüp düyümleşti.

Prokramı bitirip eve yöneldim. Yine trafikle birlikte yolanıyordum. Güneş ile yağmurun ardı ardına yaşandığı kısa kısa zaman dilimlerinde tıkanan ve durmadan zıplatan yollarla evime dek geldim. Eylem hala devam ederken, Mütahitler ararçlarını yolun kenarına çekip “halka yardımcı olma” tutumunu açıkladılar. Tam da yemeğe otururken Televizyonda Türkiye ratyoda K. Kıbrıs kanalarıyla ikili haberler arasına yerleşip kulağımın birisi Kıbrıs, ötekisi Türkiye haberleri dinliyordu. Mütahit eylemi Kıbrıs kanalında konuşulup koltukcuların hükümet yapısında dahi nedenli uzlaşmazlıklar olduğunu haykırırken, Türkiye kanalı acı haberlerle geçiyordu. Düşen uçak, Vanda Çiğ düşmesi, Elazı depremi ve akabinde ilginç haber: Sırf Elazı depremini yayınlayıp depremle alakalı toplanan vergilerin nereye gitiğini sorduğu için, oradaki olumsuzlukları yayınladığı için, Rütük TELE 1 ve KRT kanalarına para cezası verdi. İlginç deyimli; Vergileri sormak veya depremle alakalı yayın yay-parken gerçekleri söylemek de tehlikeli olduğunun işaretiydi. Üstelik buna “hükümeti eleştirmek ve krize yönelik tutum” ifadeleri de eklenmesi de tuhaftı. Tuhaftı de Vandaki faleketin tartışılan gerçekleri konuşulmamasının daha iyi olma işaretidir.

Belli oldu ki dinlenen haberi de sorgulamak gerekiyor. Alınan haberin hele de sansürlü ülkelerdeki yayın şekli hep kuşkularla ele alınmasının mesajıydı. Buradan başlayan ve şimdilerde saray rüyalarında Türkiyeleşmenin kanıtlanma zorunluluğu hisedilmesi de konuyu ağırlaştırıyor. Tabi, Mütahitler grevindeki imar planına neden karşı olunduğu veya eleştirisel öteki noktaların da net olmaması da başka soru işaretlidir. Fakat, Kulağıma bir yanda SİM Mütahitler açıklamalarıyla, Tele 1 Türkiyedeki felaketlerle kendilerine verilen cezalar arasında ben yemeğimi yeyip şöylesine konulara da dalıp adeta hararetle gözlerim ağırlaştı.*******

Emre Hocamın konuşması ile Merdanın yükselen acite sesi, Tufanın adeta bulutlarda gezip seçim probagandalı alandaki “sirtolu atışlarıyla” kendime geldim. Artık Perşenbe günü geceye doğru ulaştı. Soğuk yavaş yavaş bedenime geliyor. Kapıyı kapatarak, biraz da esneyerek Bilgisayarın başına geçtim. Günün makalesini düşünür gibi olurken, parmaklarım çoktan kelimeleri döktürmeğe girişti. Akışkanlıkla,peşpeşe gelen beynimdeki düşünceler ise makalenin yolunu bulmaya başladı. Oysa, imar yasasında çıkarlar ve rantlar yoluna giremiyor. Birilerin mütahitlerinin veya yandaşlarının da arazileri de alınsın yandaşlama girişimi oluyor. Hala akılanmayan ve düşüncesine konulmayan planlama olayı şimdi rant aşkına ve nifus artırma hesabında dolaşmaya devam ediyor. Mütahitler de ikili dansın acami fügüründe kükreyen sesle yollarda seslerini duyurtuyordu.****

Prokramda da konu yaptığım konuya deyinmeden yazıyı bitirmek ve Perşenbe gününde eksik brakmak da olmayacağını düşünerek devam ediyorum: Nede olsa makalem ağır deyil güncel akışkanlıkla kendimizi anlatıyorum! Sabahleyin okuduğum veya ekranlarda dinlediğim haber de ilginç geldi. Şu meşur Oslo şehrinin simgesiyle iki taraflı gelecek “çöüzmlü Kıbrıs” raporunu da dinledim. Rapor üzerine fazla söz demiyecem. Hele de tahmini gelecek “44 Dolar milli gelire” söz deyindirmeyecem. Ama klasikleşen eleştirimi burada yapacam:Nedense “ki sadece Kıbrıslılar için deyil” sistem her yapılan planında gelecek ekonomik tahminler de yapıyor. İstedikleri şeklin olmasıyla zengin olunacağı imajına oynuyorlar. Nitekim, Kıbrıs ile alakalı metinde şirketlere, turizme ve öteki sermaye kesiminin kazançları sıralanırken, şu önemli olmazsa olmaz kural nedense konulmadı: “Tıpkı benzerleri gibi”. Barış veya anlaşmalarda benzer alanlarda nedense bizim de direk yaşatıldığımız gibi olayın insanı yönü nedense hiç birinci sıraya konulmuyor. Savaşların olmaması veya sınırların kolayca geçilmesi, ırkçılığın önlenlesi, daha eşitlikli yapı yaratılmasıyla nelerin kazanılacağı söhylenmez. Kıbrıs için Maraşın açılması veya uluslar arası ticaretleşme ile kazanılacak paralar savrulturken, insanların savaş etmeleleri, kardeşçe yaşamaları, sağlık sistemleri, eğitmsile kamusalaştırmalar hiç dokunulmuyacak alanlardır. Bu Zaten basit şekilde kültürleşti: Örnek mi, çevre konusuna öncelikli bizim yaşamamız gerektiği deyil de buraya gelen turis ne der imgesi hep öncelikli konulup bağımlı ve imajlı sermaye karına konu endekslenmektedir.

İki noktayla yazımı bağlıyorum. Ben bildim bileli dünya gelişmelerini izliyorum. Özellikle Dünya bankası ve benzerleri yapılarda sermaye öncelikli ile sömürgeleşme kurallı yapılan bu tip projelerin pek tutmadığına da tanıkım. Buna yönelik eğer makalelerim izlenirse de bol bol örnekleri de vardır. Nitekim, inanmayan, Davostaki son zirvedeki tartışmalarla, bizat sermaye sözcüleri bu tip yapılan planların da tutmadığının itiraflarıyla doludur.

İkinci nokta, madem Oslo diyoruz ve burası merkez gösterilir gibidir: Filistin Oslo anlaşmasının son günlerdeki acı sonuçlarına ulaşın: tıpkı sorgulamadan savunup övüldüğümüz Annan planında da ayni acı yanlışlarla da karşılaşacaksınız: ozaman; gerçekleri yakalayarak ancak eleştirisel sonuçlarıyla kuşkularla doğruyu bulmaya çalışarak, önbümüze her konulan güzel sözlere esir olmamamız gerekir.

Yumuşak ve basit dedim! Ama, sonuna gelirken biraz ağırlaştırdım! Kusura bakmayın: madem Öskanı okuyorsanız, onun kendi gerçeğini de anlarsınız. Boşuna deyil, bazen gerçekler nedeniyle en yakın arkadaşlarım dahi sonradan sırf bunları söylemeyim diye benden uzaklaştılar. Buda son özeleştirim olsun

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
341AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin