yaklaşımlarHalil PaşaTürkiye Kıbrıs'a yerleşirken 1- Halil Paşa
yazarın tüm yazıları:

Türkiye Kıbrıs’a yerleşirken 1- Halil Paşa

Yeniçağ podcastını dinleyin

Kaç yaşında emeklilik olunurdu yakın zaman öncesine kadar Kıbrıs’ın kuzey coğrafyasında? 1974 sonrasında devlet memuru olup da 10 ya da 11 yıl mücahitlik yapanlara hizmet süreleri iki ile çarpıldı. Üniversite mezunları yaklaşık 45 yaşına varmadan önce, Lise, ortaokul mezunlarıysa ondan da önce, sanki de 25 yıl çalışmışlar gibi emekli çıkmışlardı. Çıkar çıkmaz da emekli maaşlarını, üstelik de vergiden muaf ve tüm artışlara şamil olarak almaya başlamışlardı.

Bunların pek çoğu sonradan sosyali sigortalardan da emekli olup şimdilerde her ay çifte emekli maaşı alıyorlar…

Bugün hala 55 yaşında, 25 yılını dolduran kişinin tam emekli olması mümkün müdür?

Evet mümkündür!

Eğer buraya kadar anlatılanlar doğruysa, bunlardan nasıl bir sonuç çıkarmak mümkündür?

Yorumlayalım…

Kıbrıslıtürklerin en çok göç ettikleri İngiltere, Kanada ve Avustralya başta olmak üzere, ekonomisi gelişmiş hiçbir varsıl ülkede dahi, bu kadar hovardaca bir emeklilik sisteminin olmadığı düşünülecek olursa, bu derenin suyunu getiren petrolü ya da altın madeni var mı diye, ilk anda merak ediyor insan… Kıbrıs’ın kuzeyinde 1974 sonrası uygulanan ve azalarak devam eden emekli sistemi, dünyada gelişmiş ülkeler arasına sokacak denli yüksek tutulmuştu.

Ama para kaynağı nereden bulunacaktı bu denli yüksek emekli maaşlarının?

Bu düşünülmemişti.

Öte yandan her ne kadar savaş sonrasında bir ganimet furyası ile düşe kalka giden bir ekonomi varsaydı da, alınan bu emeklilik vb. popülizmden kaynaklı savurganlık ekonomisiyle, önce Otonom, sonra da KTFD adıyla kurulmaya çalışılan devlet örgütlenmesinin, kısa sürede bütçe açıkları vererek çıkmaza girmesi kaçınılmazdı.

Nitekim Kasım 1983 yılında KKTC devlet olarak ilan olunduğunda, aradan geçen 9 yılda Kıbrıslırumlardan ele geçirilen ganimetin önemli miktarı harcanmış, ihracatın en büyü kalemleri olan narenciye ve patates üretimi de alarm sinyalleri vermeye başlamıştı.

EMEKLİ MEMUR ÜRETEN “DEVLET”…

Devlet harcamaları artan emekliler ve soğuk savaş koşullarından kaynaklı “hain komünistler başa gelmesin” diye TC derin devleti-Denktaş-UBP üçlüsünün kattığı ivmeyle, her seçim döneminde kullanılan devlet kaynaklarıyla, devlet kapısında yığılan istihdamlar katlanarak arttı.

KKTC ilanıyla ABAD kararları yürürlüğe girince, özellikle Avrupa’ya ihracat olanakları artan maliyetler ve kısıtlamalar nedeniyle büyük ölçüde düştü. Pek çok tekstil işletmesi kapandı. Narenciye ve patates elde kaldı. Artan işsizlik devlet kapısının daha da zorlanmasına yol açtı.

Bu arada devletin yalnızca çalışanları için ödediği maaşlar ve ücret kalemleri değil, emekli maaşları da sürekli artış gösterdi. Üretmekten, 40 yaşından itibaren “emekli memur üretmeyi” anlayan devlet, sonunda bütçe açıklarını kalıcı hale getirmeyi başarabildi.

KKTC KUVÖZE DOĞDU, ÖYLECE YAŞ(ATIL)IYOR…

Bu nedenle 1983 Kasımında, Denktaş’ın ısrarı, UBP’nin sahip ittirmesiyle, 12 Eylül Cunta’sının da dönemin muhalefetine aba altından gösterdiği sopasının desteğinde vekillerin “oybirliğiyle” peyda olan KKTC bebeği, apar topar kuvöze kondu. “Nasıl olsa bir gün adanın yarısı benim olacak” diye düşünen Türkiye derin devleti, bakım maliyetini üstlenmekte tereddüt etmedi.

Bu nedenledir ki, daha iki yıl önce seçilen Akıncı; “orada on binlerce öğrencilerimiz var, maaşlarınızı ödüyoruz, ağzından çıkanı kulağın duysun” mealindeki Erdoğan’ın nobran diliyle karşılaştığında, cevap olarak “KKTC’nin ayakları üzerinde duran bir devlet haline gelmesini istemiyor musunuz” diye sormuştu…

Yani aradan 34 yıl geçmiş, zorla doğrulan çocuk hala bakıma muhtaç ya da 1983 yılından beridir KKTC devleti kuvöz içinde yaş(atıl)ıyor.

STATÜKONUN DEVAMI NÜFUSUN ÇOĞUNLUĞU İÇİN MUTEBER…

Ancak Kıbrıslıtürkler arasında paylaşılan gelire bakıldığında (yeni kuşaklar için gidişat pek iç açıcı olmasa da-hp) bunun TC ortalamasının üzerinde olmadığını söylemek mümkün değildir. Öte yandan, “Kıbrıs bizim de vatanımız” diye sesini her gün daha bir yükselten, ekonomik yaşamda öne çıkmış, siyasi yaşamda daha etkili olmak için de yollar arayan ve kendisini Türk ve İslam etnik kimlikleriyle ifade eden kalabalık bir ses de artık adamızın bizim gerçeğimiz… Bu ses, Türkiye’nin ta kendisidir. Zaten adada nüfus olarak çoğaldıkça kendilerini Hataylılar, Trabzonlular, Elazığlılar, Adıyamanlılar diye geldikleri memleketleri (Türkiyede şehirli olmanın yaygın ifade eşeklidir-hp) üzerinden örgütlenerek ifade ediyorlar. Böylece her seçimde artan bir etkiyle siyasi baskı unsuru da olabiliyorlar. Kıbrıslıtürkler de azaldıkça Türkiye’den gelip Kuzeye yerleşenler gibi, Güney’den Kuzeye geçenler de, Leymosunlular, Baflılar diyerek kendilerini geçmişin izdüşümleriyle ifade etmeye, Kıbrıslılık kimliklerini öne çıkarmaya çalışıyorlar.

Elbette bu durum Türkiyelileri için heyecanlı bir başlangıcı, Kıbrıslılar için de sonlarını geciktirme uğraşındaki bir siyasal hüznü yaratıyor.

KKTC kimliğini almış Türkiyeliler için statüko, Annan Planından sonra giderek daha ehven-i şer bir durum olarak kabul görüyor. Artık RTE ve AKP’nin İslamcı ve Türk Milliyetçisi söylemleri, KKTC kimliği sahibi Türkiyelileri Avrupa Birliği söylemlerinden daha çok heyecanlandırıyor. Zaten son TC seçimlerinde, AKP’nin yurt dışı oylarının, en yüksek oranda Kuzey Kıbrıs’tan çıkmış olduğuna bakılacak olursa, bunun yanlış bir tespit olduğunu söylemek de mümkün değil sanırım.

Öte yandan Kıbrıslıtürkler arasında yukarıda anlatıldığı üzere statükodan o kadar çok maddi çıkar sağlamaya devam edenler var ki! Eleştirenlerin çokluğuna rağmen, satır aralarında aslında kimse de emekli maaşına, topladığı kira gelirlerine, kaçırdığı vergilere, kendisi için yaptığı ve yapacağı torpillere halel gelmesini göze alacak bir değişimden yana gözükmüyor. Artık artan sayıda Kıbrıslıtürk de, sürerdurumu değiştirecek, sarsacak ve fakat yaşamlarında da önemli değişikliklere yol açacak, bunun için de gelir kayıplarında en küçük bir mağduriyetle karşılaşmaya pek hazır değiller.

Bunu UBP, DP, hatta hükümet olduğu için şimdiki ana muhalefet CTP ve mecliste temsil edilen diğer muhalif parti vekilleri de çok iyi biliyorlar…

Böyle olunca da “statükoyu değiştirmek” ile ilgili siyasi söylemler, inandırıcılığı olmayan bir “güzelleme” olarak karşılık buluyor seçmende.

STATÜKO DEĞİŞYOR, AMA…

Ne hazin bir son!.

Kıbrıslırumlarla, Hristiyanlarla barış içinde yaşamak yerine, Müslüman Türkiye ile birleşmeyi yeğleyen, her fırsatta “çözüm ve barışa” karşı sesini yükselten, hazır kıta pek çok radikal Türk Milliyetçisi var aramızda. Son zamanlarda RTE ve AKP ile daha çok şahlanıp kalabalıklaştılar. Bu nedenle Türkiye de artık kuvözde yaşattığı çocuğa, dışarıdan müdahalelerle kendi biçtiği yaşam şeklini camiler inşa ederek, dv bir külliye yapımına giderek, İslami eğitimi teşvik ederek, daha çok vatandaş yapılması için baskı kurarak, yeni su ve elektrik projeleriyle devletin en yaşamsal sorunlarını kendisine bağlayarak… Uzun zamandır burayı “küçük Türkiye” yapmak için epey uğraş veriyor ve de bayağı mesafe almış durumda…

Erdoğan, İrsen Küçük’e şak diye “maaşın kaç?” diye sorup da anında tak diye 4 buçuk 5 cevabını aldığında, burada “küçük Türkiye” inşa etmenin çok da zor ve zaman alacak bir konu olmayacağını düşünmüştü. Bunda ayak direten, taş koymaya çalışan Kıbrıs’ın “beslemelerine” o zamandan beridir kızgın olsa da, adada kendisine olan muhalefetin, yazıp-çizme, bağırıp çağırma dışında, çok da hava kesmeyeceğini tahmin edebiliyor.

Türkiye’ye yeni bir şekil vermeye çalışırken, artık geleceğin geçmişten çok farklı olacağını söyleyen ve bunu her günkü icraatlarıyla Türkiye yaşamının hemen her alanında hissettiren, RTE ve AKP, Kıbrıs’ta da artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı bir yaşamın örgütleneceğinin sinyallerini uzun zamandır veriyor.

O kendi meşrebi ve söylemince hep ilklerin adamıdır ve statükoyu değiştirecek olan da yine zat-alileridir.

İkinci yazımızda da buna benzer konuları konuşacağız…

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
341AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin