yaklaşımlarHalil PaşaMüzakere sürecinde Akıncı ve Talat “farkı” 3 – Halil Paşa
yazarın tüm yazıları:

Müzakere sürecinde Akıncı ve Talat “farkı” 3 – Halil Paşa

Yeniçağ podcastını dinleyin

halilpasaAKINCI YERİNE TALAT LİDER OLSAYDI

Aday olsa ve Akıncı değil de Talat kendisi seçilmiş olsaydı, bugün için Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk kamuoylarında çözüme dair siyasal algı nasıl oluşurdu?

Yakın geçmişte ve üstelik de Kıbrıs Sorunun çözümünün Kıbrıslı Türkler arasında tavan yaptığı bir dönemde lider seçilmiş olmasına rağmen, sonuçta çözüm yerine hayal kırıklığıyla geçen bir müzakere dönemi geçirmişti Talat. Üstelik de bir zamanlar, “ada barışı ve sosyalizmi” için “ideolojik yoldaşlık” ettiği Hristofyas lider, partisi CTP’nin de çok yakın zaman öncesine kadar aynı siyasi ideolojiyi paylaştığı AKEL de hükümette iken…

Bu dönemde Talat, “Türkiye’yi “Kıbrıslı bir çözüm”e değil, ama kendi çözümünü “Türkiye’nin milli davası olarak içselleştirilmiş “Kıbrıs Politikası”na uyarlamaya çalıştı… Bu nedenle Talat’ın hem kendi Hristofyas ve hem de partisinin eski yoldaşları AKEL’e ve hem de içeride kendi dışındaki çözümden ve barıştan yana Kıbrıslıtürk sol örgütlere karşı sertleştiği bu dönemde, “Denktaşlaştığı”na dair epeyce eleştirilere maruz kaldığı da bilinmeyen değildir.

Böylece Talat’ın müzakerecilik döneminin başında Annan Planı ile hala yükseklerde olan çözüm heyecanı, müzakereciliğinin dördüncü ve son yılında, artık epeyce aşağılara çekilmiş ve iki toplumda da çözüm ve barış lehindeki inanç sönümlenmişti.

Çözüm lehinde inanç ve heyecan düşüp de “Türklerin milli çıkarları” ile malul söylem bir sonraki liderlik seçimlerinde Talat ile Eroğlu arasında belirleyici olunca, herkes söylemin orijinal sahibine yöneldi. Erdoğan’ın seçimlerde Talat’tan yana yer aldığına dair haberler ise, daha önce Talat’a oy veren sol kesimin oylarını da ondan uzaklaştırdı.

O zamandan beridir, Kıbrıslıtürkler Annan Planı döneminde kamuoyu nezdinde, çözüm ve barış lehindeki güçlü inanç ve heyecanı yakalamış değiller.

Talat seçimi kaybettikten sonra da dahi, AKP ve Erdoğan ile kurduğu yeni ilişkilerine, Türkiye’de sol ya da muhalif siyasal parti ya da liderlerden her zaman daha çok önem verdi.

Dahası da var. Talat, Erdoğan ve AKP ile siyasi diyaloğuna, kendi cemaatindeki soldan bile daha çok önem verdi. Nitekim bir zamanlar ona lider seçilsin diye destek olan sendika, sivil toplum örgütü ve siyasal parti üyelerinin pek çoğu KTHY önünde RTE’yi protesto eder ve polisin saldırısına uğrayıp darp edilirlerken, o aynı gün basında Erdoğan ile mütebessim pozlar eşliğinde mutlu demeçler veriyordu. Ertesi gün gazetelerinde iki farklı görüntü ve haber yer alıyordu.

Bir tarafta; KTHY önünde darp edilen sendika, sivil toplum örgütü ve sol parti temsilcilerinin hal-i harap görüntüleri…

Diğer yanda sanki hiçbir şey olmamış gibi, yeni taşındığı ve tüm maliyeti KKTC devletinden karşılanacak olan bürosu önünde mütebessim bir şekilde Erdoğan ile yan yana kol kola birlikte gülümsemekte olan Talat.

Gerçi Akıncı da o günlerde ortalarda yoktu ya… Yoktu ama Akıncı ile Erdoğan arasında Annan Planı günlerindeki tartışmalar da henüz kamuoyunun belleğinde bayatlamış değildi. Hala da değil. 

Zaten daha ilk seçildiği gün Akıncı’ya “sor bana söyleyim sana” mealinde önceden ayartılmışa benzer bir sorudan hareketle Erdoğan’ın hakaretlerine maruz kalması, buna karşın kendini ezdirmeme ve dik durma çabası, daha liderliğe adımını attığı ilk günden Akıncı’nın hanesine bir artı daha eklenmesine yol açmıştı.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; Akıncı yerine Talat seçilmiş olsaydı, ne Erdoğan ona böyle canlı yayında cepheden aleni saldırır, ne de sonuçta her iki cemaatte kamuoyu çözüm için bu kadar çok heyecan duyardı.

 

AKINCI’DAN UMUT VAR… ANCAK ÇÖZÜL(€)MEYEN KONULAR HALA ÇÖZÜMSÜZ

Talat’ın dört yıllık müzakerecilik geçmişi ile karşılaştırıldığında, Akıncı’nın bir süre daha kendi kamuoyu nezdinde “siyasi kredisi”ni sürdüreceğini söylemek mümkün müdür?

Sanırım mümkündür.

Ancak gerçek de şudur ki; Talat döneminde çözülemeyen en önemli sorunlardan özellikle ikisinin (mal-mülk ve garantiler) hala daha çözümsüz olarak masada durmaya devam ettiğidir. Ayrıca Anasatasiades ile ekibinin garantilerkonusunu Akıncı ile değil de, uluslararası siyasi dengelere oynayarak Türkiye ile çözmeye çalıştığı da bir başka gerçektir. Her zaman için görüşmelerin perde gerisinde belirleyici bir rol oynayan AKP, en azından mal-mülk, yerleşikler  vegarantiler konusunda direkt olarak devreye girmediği sürece müzakerelerden çözüm çıkacağını sanmak büyük saflık olur. Zaten Akıncı’nın da bu konularda son sözü Türkiye’nin söyleyeceği bir tutum içerisinde olduğu bilinmeyen değildir.  

 

AKINCI VE TALAT’IN  ORTAK ÖZELLİKLERİ…

Akıncı ve Talat’ın elbette pek çok noktada ayrı düşündükleri kadar, pragmatist siyaset yapmakta birbirlerine yanaştıklarını ve hatta görüş birliği içerisinde olduklarını not etmek de mümkündür…

Neden?

Birinci neden her iki lider de olası bir çözümde, “kurulması tasarlanan yeni federal devletin kurucusu olarak KKTC dışında yeni bir yapılanma”düşün(e)miyorlar.

İkinci olarak kurumlarının bir suyu yönetmekten bile “aciz ve güvensiz” ve üstelik de “asalak” olan bu örgütlenmeyi, hala ekonomik olarak kendi ayakları üzerinde duran “güçlü bir KKTC” yaratma arzularıyla, her fırsatta icraatları ve söylemleriyle ortaya koyuyorlar.

Üçüncüsü Akıncı ve Talat eğer çözüm olmazsa da “aynı KKTC ile yola devam edilebileceğini” düşünüyorlar ve eğer görüşmeler çıkmaza girerse, her fırsatta bunun alternatif bir çözüm olabileceğini dillendirmekten geri durmuyorlar.

Dördüncüsü Türkiye olmadan, ne KKTC’nin varlığını sürdürebileceğine, ne de çözüm ve barışın gerçekleşebileceğine inanıyorlar. Bu nedenle de son tahlilde her ikisi için de “Türkiyesiz bir çözüm”  ya da “Kıbrıslı bir çözüm” mümkün değildir ve siyasi ajitasyonun dışında pek bir kıymet-i harbiyesi olan bir öneme sahip değildir.  

Çözüme ilişkin Dünyada kabul görmeyen ve Kıbrıslırumların da federal devlete dönüşecek unsur olarak kabule yanaşmadığı KKTC’ne ek olarak, Türkiye’nin adadaki askeri varlığını, etkin ve fiili garantisini, kimi zaman yüksek, kimi zaman alçak bir tonda her iki lider de seslendiriyorlar ve bu da onları ortak düşüncede birleştiren beşinci noktadır.

Öyle görünüyor ki her iki lider de federal çözüm derken bugünkü mevcut iki ayrı coğrafyada, iki ayrı etnik kimliğin egemen olduğu bir yaşamı tahayyül ediyorlar. Adanın Kuzeyinde, ekonomik, siyasi, kültür, eğitim, polis ve hatta askeri alanlarda bir şekilde şimdikine benzer kurumların, siyasal partilerin ve sivil toplum kuruluşlarının, adı federal olan çözümün ertesinde kendiliğinden iyileşeceğini (nasıl olacaksa) cümleler arasındaki söylemlerinde ifade ediyorlar. Fakat çözüm sonrasında adanın bütününde, birleşik sendikalar, birleşik sivil toplum örgütleri, birleşik ekonomiler, birleşik sağlık kurumları, aynı sokağı paylaşan farklı etnik kimliklere sahip iki cemaat… Bu konuda her iki liderin ortaya koyduğu yakıngeleceğe dair görüşleri yok.

Diğer bir deyişle çözüm sonrası Barış’ın inşası için bir plan ya da “Birleşik bir Kıbrıs” tahayyüllerinin olmayışı, ya da bu düşüncelerini kamuoyu ile şimdiye kadar paylaşmamış olmaları da altıncı ortak özellikleridir.

 

SONUÇ:

Kıbrıs Türk Liderliğinin Dr. Küçük ile Denktaş tarafından belirlenen siyasal geleneği aşılmadığı, Kıbrıs Rum Liderliği de etnik kimliğe dayalı maximalist politikalarından vazgeçmediği sürece…

Liderler birbirlerine benzemeye ve birbirlerini kopyalamaya, farklı siyasi söylemlerle de olsa, “çözümsüzlüğün suçunu karşı tarafın üzerine yıkmaya”, çözümü hep “önümüzdeki bahara” ertelemeye devam edecekler gibi görünüyor.

Artık bu uzun erimli makalemize, Akıncı ile Talat arasındaki benzerliğin, “bu filmi daha önce görmüştük” babında böyle yukarıdaki benzer bir siyasi tekrara dönüşmemesi dileğiyle noktayı koyabiliriz…

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
295AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin