yaklaşımlarMurat KanatlıSizin demokrasi nerden başlar? - Murat Kanatlı
yazarın tüm yazıları:

Sizin demokrasi nerden başlar? – Murat Kanatlı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Kıbrıs’ın kuzeyinde tartışmama hallerimize devam edelim…

Bunu geçen hafta yazmıştık, benzer yerden başlayarak devam edelim…

Kemalizm’i Kıbrıs’ın kuzeyinde çok fazla konuşmadık, yeterince tartışamadık, bu nedenle milli anlatının esirliğinde fundemantalist bir saldırı olduğunda onun tarafında olmayı kurtuluş sayıyoruz…

Ancak yakın geçmişe ait yeni çalışmalar bize ayni şeyi söylemiyor…

24 Temmuz 1923 Lozan Antlaşması imzalanır, arkasından ise Kemalizm’in içte temizlik operasyona hız verilir… Bu konuda şu aşamada yayınlanmış birçok kitap var…

Cemil Koçak, “Muhalif Sesler” kitabının önsözünün girişinde “özellikle 1926 yılındaki İzmir suikastı davasından sonra muhalefet hakkında pek geniş bilgimiz bulunmamaktadır” demektedir… Hakan Özoğlu’nun “Cumhuriyetin kuruluşunda iktidar kavgası” kitabında ise “önce İzmir’de, sonra da Ankara’da görülen İzmir suikastı davalarından sonra, BMM’nin içinde ve dışında görünür hiçbir muhalefet kalmadı” diye yazar… Özoğlu kitabında “Muhalefet, Mustafa Kemal’in ölümüne kadar suskun kalmıştır” diye yazarken, dönemin baskı ortamının ipuçlarını da vermekteydi aslında… Erik Jan Zürcher ise “Milli Mücadelede İttihatçılık” kitabında durumu “1926 davaları Mustafa Kemal’in otoritesine şu ya da bu zamanda meydan okumuş, Milliyetçi hareket içindeki bütün rakip grupların tasfiyesini amaçlıyordu” diye yorumlamıştı…

2008’de Ayşe Hür Taraf Gazetesindeki yazısında konuyu şöyle özetler;

“Cumhuriyetin ilk döneminde rejime muhalefet edenlerin tepesinde ‘Demokles’in Kılıcı’ gibi sallanan İstiklal Mahkemeleri, kanunla kuruldukları için yasaldılar ancak hukuki değillerdi. Çünkü, mahkeme heyeti hukukçulardan değil, meclis üyeleri arasından oy çokluğuyla seçiliyordu. Sanıkların avukat tutmaları, şahit çağırmaları veya temyize gitme hakları yoktu. Sanıklar genel hukuk prensiplerinin tersine, suçsuz olduklarını ispatlamakla yükümlüydüler, bunu yapıncaya kadar suçlu kabul ediliyorlardı. Kararlar delillere göre değil, her açıdan ‘sorumsuz’ kılınmış olan hâkimlerin vicdani kanaatine göre verilirdi ve temyiz edilemezdi. Verilen cezalar (idam dahil) derhal infaz edilirdi. Faaliyette bulundukları dönemde 67 bin kişinin yargılandığı ve (asker kaçakları hariç) yaklaşık 1.700 kişinin idama mahkûm edildiği İstiklal Mahkemeleri 4 Mart 1927’de hukuken sona erdiler ancak kuruluş kanunu ve ekleri 1949’e kadar yürürlükte kaldı.”

(İzmir Suikasti) “Dava, Cumhuriyetin ilk muhalif partisi Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın 3 Haziran 1925’de, Şeyh Said İsyanı ile ilişkilendirilerek kapatılmasından sonra muhaliflere karşı verilen mücadelenin son aşamasını teşkil etti. Suikasta karışanları cezalandırmak bahanesiyle yargılamanın çerçevesi öylesine genişletildi ki, iki ay içinde Mustafa Kemal’e muhalefet eden tüm kadrolar tasfiye edildiler.”

Hatırlatalım adı geçen olaylar yani Şeyh Sait İsyanı 1925 ve İzmir Suikastı davası ise 1926 yılına aittir.

O dönemde Cumhuriyet Halk Fırkası Genel başkanı olan Mustafa Kemal 15 – 20 Ekim 1927 tarihlerinde, CHF’nin 2. Kongresinde bir konuşma yapar… Bu konuşma daha sonra Nutuk olarak adlandırılır ve Türkiye Cumhuriyeti resmi kuruluş tarihi olur…

Yani Lozan imzalanır, arkasından her tür muhalefet ortadan kaldırılma süreci hızlandırılır ve Mustafa Kemal kendi versiyonu resmi tarih yaklaşımını dayatır…

Tabii arada 150’likler olarak bilinen Saltanata yakın olduğu iddiasında olunanların sürgüne gönderilmesi olayı da bu tarihlerde gerçekleşti…

1921 yılında ise Mustafa Suphi ve arkadaşları öldürülmüştü… Ancak yeni rejim bununla da kalmamıştı. 15 Ağustos 1922’de hükümetin yasaklaması üzerine Türkiye Komünist Partisi’nin 2. Kongresi Ankara’da gizli olarak gerçekleştirilmişti. Kongreden yaklaşık üç hafta sonra 12 Eylül 1922’de, Ankara Hükümeti o güne kadar yasal çalışma yürüten TKP’yi kapatmıştı…

Yani kendine karşı herhangi bir muhalefeti kabul etmeyen yeni rejim İstiklal Mahkemeleri kurup onun idam kararlarıyla, sürgünlerle tam bir korku imparatorluğu kurmuştu…

Son olarak 1937 yılında Dersim’deki olaylar yaşandı…

Bu noktada ortadaki kafa karışıklıklarına iyi gelecek ya da daha da karıştıracak İdris Küçükömer’in kitabı “Batılılaşma ve Düzenin Yabancılaşması” eleştirel bir gözle yeniden okunabilir…

Yani AKP ve cemaatçiler her saldırdığında Kemalizm limanına sığınmak bizi daha demokratik veya laik yapmayacak, hatta bir anlamı ile anti-demokratik militarist yaptırımları kutsamamız anlamına gelecektir. Ancak Türkiye yakın tarihini Mustafa Kemal’in Nutuk’u üstünden okumaya devam edersek, üretebileceğimiz de bundan daha fazlası olmayacaktır!

Bu nedenle demokrasi ve özgürlük taleplerini Kemalizm ve onun yaptıklarına öykünmek üzerinden yeniden kurgulamak yani Kemalizm ve muhalefet ilişkisinin ve Kemalizm’in kendi otoritesine meydan okuyanlara yaptıklarının güncellenmesinin gerçek demokrasi ve özgürlük mücadelesi ile alakası olamaz!

Yakın tarih yaklaşımı tamam değil da, bugüne yaklaşım tamam mı?

Yerel yönetimlerde tartışma sürüyor. Demokrasi istediğini iddia edenlerin belediye başkanı algısı, onu yorumlama biçimi ağızlarımızı açık bırakıyor. Hayretler içinde kalmamak mümkün değil!

Ve işin trajik-komik yanı ortaya konan açıklamalarda tüm yapılan suçlar belediye başkanlarının hanesine yazılırsa sorunların çözüleceğine dair beklentinin yükseltilmesi…

Belediye Meclisi basit bir isim tamlaması değildir, bildiğiniz meclistir! Ama bu coğrafyadaki birçok meclis gibi içi boş, işe yaramaz bir kurumdur. Oralarda diktatörler cirit atar piyonlar seyreder.

Lideri, başbakanı, parti başkanını, belediye başkanını alın görevden bakın bakalım her şey daha güzel olmayacak mı anlayışı rejimle derdi olmayanların söylemidir. Faturanın bir kişiye kesilmesi mevcut sistemin devamına zarar gelmemesinin demokrasi ile ilişkisi olamaz.

Zamanında Denktaş’ı hedefe koyup rejimi gözden kaçırmaya çalışanlar, şimdi hükümeti hedefe koyup, TC destekli rejime bir ke daha paravan yaratmakla meşguller. Sloganları da önce evimizi temizleyelim… Onlara göre demokrasi de böyle bir şey!

Rejimin çürüdüğü, sürekli olarak anti-demokratik, militarist semptomlar ortaya koyarken, kapı önü temizlemek yeterli mi? Demokrasi denen şey bu kadarla yetinebilir mi? Demokrasi kendi bulunulan alanın temizliği mi?

Sahi sizin demokrasiniz nerden başlar?

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
300AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin