Şimdi ne olacak? – Aykut Bektaşoğlu

2157

Sermayenin refahı başka, halkın refahı başka şeylerdir. Birisi olursa diğeri olmaz…

İş yerleri açılsa da açılmasa da çıkmaz katlanarak devam edecek. Bu çıkmaz kapitalizmin çözülemez yıkımıdır…

Tarih, salgın günlerini, insanlığı çaresiz ve korunmasız, uçurumun kenarında yaşatan, aşağılık bir düzeninin dönemi diye yazacak…

Şimdiki konular…

Biriktirilmiş, el konulmuş, sermaye edilmiş varlıklar, toplumun zorunlu ihtiyaçlarını gidermek için kullanılmalı mı? Bence kullanılmalı.

Bu yapılmazsa, yok oluş çok uzun sürmeyecek. İki şekilde yok oluş:

Yaşamsal ihtiyaçların giderilememesi…

Doğaya verilen zararın toparlanamaz hale getirilmesi…

Salgınla ilgili belli konular öne çıkıyor:

İş yerlerinin açılıp açılmaması sorunu olarak ele alırsak: Aklıevvel bir sürü insan, yıkımın engellenmesinin, bu konu ile ilgili olduğunda ısrarlı. Salgın biterse, iş yerleri açılacak, alış veriş yoluna girecek, asgari yaşam sağlanacak… Ya da salgın bitmeden, ekonomi çalışacak diye hayal kurabiliyorlar…

Fakat işin aslı öyle değil. İş yerleri açılsa da açılmasa da çıkmaz katlanarak devam edecek. Bu çıkmaz kapitalizmin çözülemez yıkımıdır:

Zaten tıkanmış olan düzenin yıkılışı, virüs ile hızlandı. Kaldı ki virüsün, yaşamımız üzerindeki etkisinin, olabileceğinden çok daha olumsuz bir durumda olması, tüketim ekonomisinin yarattığı bir durumdur. Toplum sağlığı konusunda, ciddi hiçbir çaba harcanmadı. Özel sektörün, hızlı para kazandıran sağlık pazarı yaratması, insanlığın önüne, hayati bir sorun olarak gelmiştir…

Yaşamın devamlılığı ve temel ihtiyaçların karşılanabilmesi için önerilen, yeniden turizm sektörü, ithalat, inşaat, özel üniversiteler ve kumar sektörü… Bunlara bağlı olarak tarım ve hizmet sektörlerinin de gelişmesi, istihdam sorununun da çözümünün sağlanması…

Sonuç olarak, banka ve tefeci faizlerinin ödenebilmesi, böylece maaş ödemelerinin ve ihale bedellerinin ödenebilmesinin sağlanması… Bu yöntemle yeniden sermaye çoğaltma sisteminin inşa edilmesi…

Bu temenni, iktidarın, yeniden yönetebilmesinin inşa edilmesi özlemidir…

Halkın, artacak sefaleti pahasına…

Fakat yaşamı her gün daha çaresizliğe sürüklenen halkın çıkarı, böyle bir proje ile yönlendirilemez. Bankaların, taksitlerin, kredi kartlarının ve gelir daralmasının saldırısı altındaki halk, yeniden organize edilmeye çalışılan pazara, uyum sağlayamaz, bunu kaldıramaz. Devletin, daha fazla yaptırım yolları ile insanların ceplerine elini atması, kimin için var olduğunu açık etmektedir.

Bu durum, yalnızca halkın daha fazla borçlandırılma sorunu ile çıkmaza girmiş değildir. Daha da önemlisi, çok yakında, temel ihtiyaçları bile karşılayamaz acizlikte bir iktidarla karşı karşıya kalacak olmamızdır. Çünkü ekonomik yapı, insanların refahını sağlamak amacını taşımamakta, sermaye iktidarının devamlılığı sorunu olarak görülmektedir.

Diyelim ki dış borç veya iç borçlanmalar yöntemi ile ekonomi ‘rayına sokulacak’! Sermaye kesimlerine aktaracakları kaynaklar yaratılacak. Bu aşamada, deneyebilecekleri başka bir enstrümanları da kalmamıştır zaten…

Fakat unutulmamalıdır ki bundan sonra, çarşıdan ikinci telefon alınamayacak, birincisi de alınamayacak. Ev almak için borçlanılamayacak, özel okula gidilemeyecek, turizm turlarına katılınamayacak. Buna benzer tüketim ekonomisi ile ilgili mal ve hizmet satışları devam edemeyecek…

Virüs sebebi ile hızlanan yıkılma süreci, halkın borçlu sayıldığı düzenin anlamsızlığını açığa vurdu.

İktidarın bir diğer yapabileceği şey ise müşterek değerlerin satışını hızlandırmak… Mal sermayeye satılacak, borç halka yazılacak. Gönüllü borçlanmayacak halk, metazori borçlu sayılacak. Fakat bunu yaptıklarında da çıkmazın aşılması mümkün değildir. Topladıkları paraların piyasada dolaşma şansı olmayacağı. Çünkü halkın ihtiyaçlarını giderecek bir proje yapılmayacak…

Parça parça sattıkları şeyler, atıl şeyler haline gelecek.

Nitekim dağ taş milyarlarca dolar değerinde Beşparmak Dağlarının deniz boyları, yarım inşaatlarla dolu. Bu projeler, halka çoktan borç olarak yazılmıştır bile.

Şu demek: Bundan böyle Kapitalizm, toplum ve doğayla ayni vücutta var olamaz…

Çok sürmez yeni bir salgında veya sermaye sınıfının sebep olduğu diğer bir olumsuzlukta, daha büyük bir yok oluşla karşılaşma riski olacaktır.

Sermaye odakları ve Hükümet, böylesi açılım ve umutlara bel bağlamışlardır.

‘Piyasayı açalım, halk çalışıp maaşlarını alsın, harcasın, sektörler kar etsin, bankalar piyasada dönecek bu paradan faizlerini toplasın, yatırımcılara kredi sağlasın, yeni baştan tekerlek dönsün’…

Bu plan baştan ölü bir plandır. Çalışanın maaşını alıp harcama yapması devlet tarafından yasaklanmıştır. Mahkemelerce suçlu sayılmamak için yapması gereken, elindeki parayı hemen bankalara faiz olarak yatırması gerekir. Devletin yasaları bunu böyle organize etmiştir. Asıl görevi budur. Yasalar bunun içindir…

 

Ayni yöntemle, ayni yıkım olur. Yıkımın altında, yine halk kalır. Muhalif partiler de dahil olmak üzere, ‘iyileştirmeci’ sistem parti ve örgütlerin de durumun vahametini anlamak istemedikleri kanısındayım.

Adanın yönetilen sınıfı, bu güne kadar öngörülen asgari veya onun üzeri yaşam standardını kalıcı bir yapı sanmış ve pamuk ipliğine bağlı, yok oluşa her zaman çok yakın bir mesafede tutulduğunun farkına varamamıştır. Topyekûn statükocu olmuştur. Hatta gerek güncel yaşam koşullarına gerekse de Kıbrıs Sorununa, sermaye sınıfı mantığı ile bakmaktan kendini ayrı tutamamıştır. Yönetilen sınıf, kendisini yönetenle, sermaye ile bir tutmuştur. Güney ve kuzey sermaye sınıfının ve emperyallerinin olası uzlaşmalarını, kendi kazanımı saymıştır…

Fakat batı diye de anılan emperyallerin, halklara nasıl bir ölüm projesi sunmuş olduklarını çok acı bir şekilde görmekteyiz.

Salgın sürecinde, Avrupa ve Amerikan Halkının kaldırımlarda ölüme terkedilmiş olmalarına izin vermemiş olmalıydık…

Demem o ki bu saatten sonra Kapitalizmin yıkım ve ölüm projesi oluşu, yalnızca ‘diğerleri’ (Merkez kapitalist ülkeler dışında olanlar) için olmadığı, tüm halklar için olduğu gerçeğinin çok açık olduğudur. Emperyalizmin hayalleri kendine aittir ve halkın hayalleri de kendine ait olmalıdır.

Sonuç olarak, sermayenin refahı başka, halkın refahı başka şeylerdir. Birisi olursa diğeri olmaz…

Peki sağlık?

İktidarın, sermaye sınıfının esenliği için var olduğunun açık edilememesi, önleyici sağlık sisteminin olması için gereken kamuoyunun oluşamamasına sebep olmuştur. İnsanlar sermayeyi ve devleti başka şeyler sanmaktadırlar. Hâlbuki devlet mevcut düzenin yürütücüsüdür. Karlılık gözetilmeden yapılacak işler konusunda eli kolu bağlıdır. Başka türlü davranması beklenemez. Sermaye sınıfının zarar göreceği veya kazancını engelleyeceği ya da az kar edeceği bir girişimde bulunamaz. Kar değil de toplum yararına yaşamsal faaliyetleri örgütlemek, politikasını yapıp hayata geçirilmesini sağlamak, mülkiyet sistemine karşı olan bir anlayışın ürünü olabilir.

İnanılır gibi değil. Üç yüz bin civarı nüfusu olan bu ülkede, ne kadar zor olabilirdi ki önleyici ve tam teçhizatlı bir sağlık sisteminin oluşturulması. Oran olarak, dünyanın en fazla ventilatöre sahip sağlık sistemine sahip olabilirdik.

Özel hastanelerin derdinin, toplum sağlığı olmadığını, kar etmek olduğunu ve önemli bir toplum sağlığı sorunu ortaya çıktığında, hiçbir işe yaramayacağını bilmeliyiz.

Toplumun yaşamsal sorunlarının, müşterek eylemlerle gerçekleşebileceğini açığa vurmak gerekir. Kar için değil, toplumun esenliği için düzenlenecek her şey, zorunlu ihtiyaç sayılmalıdır.

Bu güne kadar ülkenin bütün imkânlarıyla, sınırsız inşaat çılgınlığı ve faiz sektörleri yarattılar. Sonu gelmez ithalat çılgınlığı ile yok edici bir tüketim ekonomisi yarattılar. Bu düzen, binlerce mazbata davası ile mahkemeleri dolduran bir devlet yapısı, binlerce avukata istihdam yolu açan ve bunu normal sayan bir toplum yarattı. Bir o kadar da tefecilerin insafına terk edilen esnaf…

Toplum yoksullaşıyor. Virüs sebebi ile iş yerleri kapalı durumda. Yani alışılmış ekonomi durmuş durumda…

Virüsten önce gelmiş olduğumuz nokta, zorda olan sınıfın yoksullaşması ve artık sisteme katılamaması durumundaydı. Yoksullaşan sınıfın temel ihtiyaçları, daha da karşılanamaz hale geliyordu…

Tarih, salgın günlerini, insanlığı çaresiz ve korunmasız, uçurumun kenarında yaşatan, aşağılık bir düzeninin dönemi diye yazacak…

Bundan hiç şüphem yok.

Virüsten önce uçurumun kenarındayken, salgın dönemi ile aşağıya doğru uçmaktayız,

Yeniden ayni şeyler…

Gerçekler apaçık ortadayken, tekrar uçurumun kenarını halka önermek, kendi sınırlarını fazlasıyla zorlamaktır.

Virüs, insan vücudu ister. Başka da şansı yok. Kar düzeni ve iktidarı da aynı bunun gibidir. Kendini yenileyerek yaşamaya çalışmaktadır. Sömürecek insanlara ihtiyacı vardır…

Küçük bir sınıfın, insanlığın emeğini ve doğayı, tamamen metaya dönüştürmüş olması, bu düzeni, devam edebilecek bir hayat olmaktan çıkarmıştır. Saçmalık haline gelmiştir.

Bunun üzerine, ‘Hadi gelin yeniden ayni şeyleri yapalım. Siz bizim için üretin, biz bu ürünleri yine size satalım. Her şey yoluna girsin.’ Deniyor. Fakat bu motor artık çalışamaz. Akla aykırı.

Her şey karmaşa…

Virüs konusu, bilim ve müşterek davranışlarımızla halledilebilecek bir sorundur. Salgının büyük bir sorun olarak ortaya çıkması, var olan düzenin ne kadar kokuşmuş bir yapı ve insana karşı oluşunun ispatıdır. Kapitalizmin beşiğindeki halkların bile, sokak ortalarında nasıl can verdiklerini görmek, insanın içini acıtıyor. Hepimize, tüm dünyaya, insanlığa, çok uzun zamandır yaşatılan, boyunduruk ve ölüm tarihleri kanıksattırılmıştı. Fakat artık dünyanın her yerini, yaşanılamaz hale getirdikleri ortaya çıkmıştır…

Yeni bir dünya yaratılabilir.

İnsanlık, bunu yüz yıl önce de istemiş, elli yıl önce de istemişti.

Tarihin bu zorlaması, iyiye delalettir umarım. Yüz yıl öncekinde yeni bir ufuk, elli yıl önce yeni bir gençlik ve şimdi yeni ve eşitlikçi bir düzen önerilmesinde çekingen davranılmamalı…