Avrupa’da birleşme ve demokratik bir cumhuriyet olma koşulları – Ulus Irkad

476

Avrupa toplumları 1950’lere kadar birbirleriyle kavgalı topluluklardı. En son Hitler, Avrupa’da başlattığı savaşla milyonlarca insanın ölümüne sebep olmuştu. 1950’lerin sonlarında, Avrupalılar öncelikle bir ekonomik birlik kurdular ama daha sonra bu birlik demokratik normlarını da ,hukuksal normlarını da öne çıkardı. Tabi elbette kapitalizmin acımasız şartları burada da mevcuttu ama Avrupa halklarının yüzyıllar süren emek kavgaları , bu emek kavgalarından ötürü elde edilen hukuk ve insan hakları normları, elbette Avrupa ülkelerini etkileyecek , Avrupa Birliğinin demokratik normlarını oluşturacaktı.Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve yine Avrupa Parlamentosu, bugün 20’den fazla üye ülkenin kaderini çizmekte, yaptığı yatırımlarla bu ülkelerin kalkınmaları için de yardımcı olmakta. Bu ülkelerin son alınan çoğu üyeleri dışında kabul etmemiz gerekir ki, Belçika gibi üyeleri aslında bizim bile örnek alacağımız birden fazla topluma merkezi bir fonksiyon olan ve adeta onlara başşehir olan bir merkez durumundadır. Avrupa’da Belçika gibi örnek olan, İsviçre de, içerisinde yaşayan altıdan fazla milliyetiyle bir birlik oluşturmakta ve bu ülkeler, aslında şu anda içerisinde toplumlararası ihtilafları olan ülkelere bir örnek teşkil etmekte. İsviçre veya Belçika olsun bu ülkelere dikkat edilirse, buralarda gönüllü birlikler mevcuttur. Federe devlet bu ülkedeki yaşayan toplumlara kendilerini idare etmek için gereken anayasal güveni de vermiştir. 200 yıl önce birbirleriyle çatışan bu toplumlar, bugün  birlik içinde hareket edebilmektedir. Gerçi arada sırada Belçika’da bazı sorunlar ortaya çıkmaktadır ama Brüksel bu birliği sağlayan sağlam bir merkez olarak ayakta durmaktadır. Belçika ve İsviçre’ye dikkatle göz atarsak buradaki devletler bir dominant toplumun olmasına karşıdırlar. Belçika veya İsviçre eşit katılımla yönetilmektedir. Aslında bu tip ülkelerde çoğunluk ve azınlık ortadan kaldırılmıştır ve burada yaşayan toplumlar için kültürlerini dillerini kullanmaları için bir engel yoktur. Çoğulculuk anlayışı, bütün AB ülkelerinde bir demokratik norm olarak durmaktadır. Çoğulculuk anlayışıyla en küçük sayıda bulunan partilerin bile azlığına bakılmaksızın, onların da taleplerine değer verilmekte, alınacak olan kararlarda onların da onaylaması beklenmektedir. Zaten toplumların geleceklerini etkileyecek olan kararlarda, en azınlıkta olan kitlelerin bir oluru alınmazsa, o kararlar geçersiz sayılmaktadır. Oydaşma denilen bir başka demokratik kararda ise, alınacak olan kararlarda toplumun tüm kesimlerinin kapsanmasına çalışılmaktadır ve bu aslında gizli bir denge anlayışını içermektedirç. Baştan inmeci kararlar geçersiz ve demokratik olmayan kararlardır.

Bu gibi demokratik ülkelerde, Kendi dininin propagandasını yapmak  veya o özelliklerini devam ettirmek isteyen, bunu devlet aracılığıyla yapamaz. Onun için bu devletlerde veya cumhuriyetlerde tek bir budun, kan, dil, din dil, etnisite hakimiyeti yoktur ve bunlar dışlanmıştır. Ulusal bayraklar ve ulusalcılıklar da bu ülkelerde yasaktır, yapılmamaktadır. İsteyen kendi kulübünü kurarak oralarda kendi dininin veya ulusal kültürünün veya bayrağının, o kulüb içinde propagandasını yapmaktadır ama bu iş ırkçılığa ve aşırı milliyetçiliğe varırsa anayasalarına göre bu gibi örgütlerin kapanması talep edilmektedir veya devlet hemen önlemini almaktadır.Çünkü bu tip değerlerin öne çıkarılması demek buradaki toplumlarda kaos ve karışlıklığın yaşanacağı anlamına gelmektedir ki bu yüzden tek bir ulusun hakimiyeti yasaktır. Bu arada burada yaşayan toplumlara her türlü özgürlük verilmiştir. Bu ülkelerde her türlü özgürlük verildiğinden ayrılma istemek yasaktır. Ama elbette self determinasyon her federe bölge için bir insan hakları olarak anayasalarında bulunmaktadır. Asıl önemli olan ise, bu hakkın olmasına rağmen sırf ulusal güdüler yerine getirilsin diye bu ülkeler self determinasyonu kullanmak istemiyorlar. Aksine bu hakkın varlığı, bu ülkeleri tek devlet içinde daha fazla birbirlerine bağlamıştır. Elbette her toplumun insan hakkı olarak kendi kaderini belirleme hakkı vardır ama bu hak ikide birde gerekli veya gereksiz bir şekilde kullanılmamaktadır. Aksine hareket etmek yasaktır ve bu durumlarda örneğin demokratik, hukuksal ve insan olma hakları verildiğinden, sizin  buna rağmen başkaldırmanız ve ayrı bir devlet talebiniz pek hoş karşılanmaz, zaten bu talep dıştan da destek bulamaz. İsviçre’de,Belçika’da bugün özyönetim vardır. En küçük birimlerden eyaletlere veya federe bölgelere kadar özyönetim uygulanmakta, vatandaşlar bu yönetim şekliyle seslerini daha fazla devlete duyurmakta,yine özyönetimle devlete katılıp katkıda bulunmaktadırlar. Bu sistemde, ekonomik bakımdan geri kalan bölgelere daha fazla yardım yapılmakta ve bireysel hizmetlerle vatandaşın ayağına daha fazla gidilmektedir. Bunun yanında önemli siyasal yerlere, örneğin vali, emniyet müdürlüğü ve kaymakamlıklara da insanlar seçimle gelmektedirler ve eğer yolsuzlukları tarafgirlikleri veya suistimalleri görülürse bu insanlar azledilerek, yerlerine gelecek olanlar da seçimle gelmektedirler.Belçika ve İsviçre’de sokaklardan tutun mahallelere, buradan Belediyelere, konseyler şeklinde vatandaşlar katılmakta ve pek tabi ki bu konseylerle devlete de katılma olanakları çoğalmaktadır. Vatandaşlar devletten ve yönetimden soyutlanmamakta, en küçük birimlerdeki sorunlar bile bir şekilde, hem belediye konseylerinde, hem de devlet meclislerinde duyurulmaktadır.

Avrupa’da hukuk da insan hakları da değer bulmuştur. AİHM bugün birçok soruna çözüm bulabilmekte, hatta ülkelere bile ceza verebilmektedir. AİHM’nin alacağı kararlar, devletler için de bir nevi emsal teşkil etmektedir. Hukukun tanımı günümüz şartlarında artık değişmiştir. Hukuk , vatandaşın devlete karşı korunmasıdır. Eskiden devleti vatandaşa karşı koruyan bir kurum olan hukuk, bugün Avrupa’da bu şekilde değer kazanmıştır. Hukukla birlikte insan hakları da artık değer kazanmıştır. Halkların kendi kaderlerini belirlemelerine de, bugün bir insan hakları değeri olarak bakılmaktadır. Başka bir ülkeden oy taşımak ve o ülke kaderiyle oynamak, artık Avrupa Birliği tarafından da kabul edilmemektedir. Bugün Estonya, Latviya ve Litvanya gibi ülkelerdeki Rusya ile olan sorunların birçoğu buradan kaynaklanmaktadır.

Polonya-Almanya hatta Danimarka, Çekoslovakya gibi ülkelerin Almanya ve Rusya ile aralarında toprak sorunları vardır ve bu sorunlar hala daha sürmektedir.

Fakat ne isterse olsun, bugün bu sorunlara çözüm arayan Avrupa Birliği, elbette eskiden kazanılan demokratik kurum ve yapılanmalarıyla, bu sorunlarına da muhakkak çözüm bulacaktır.