Türkiye Kıbrıs’a yerleşirken 2- Halil Paşa

3966

Nisan 2016 itibarıyla KKTC maliyesinden her ay 40.422 kişiye, 170 milyon Türk lirası çek çıkıyor.

Bir yılda KKTC’nin yalnızca emeklilerini ödemek için bulmak zorunda olduğu para 2 milyarın üzerindedir.

Her yıl yemeden içmeden üretmeyen bir kesime 2 milyarın üzerinde para ödemek!

Bu arada belirtelim. Bu rakama her ay bakanlıkların yurt dışı ziyaretleri için ödenen uçak paraları, beş yıldızlı otel ve yurt dışı harcırahları, bakanlıklarla dairlerin makam arabalarının masrafları, ayrıca kokteyller için yapılan harcamaları dahil değildir.

Kim neden oldu bu duruma düşmemize?

1974 yılından itibaren bugüne kadar bu ülkeyi en çok kimler yönetmişse onlar.

Siyasal lideri, siyasal partisi, başbakanları, bakanları ve vekilleri ile seçtiklerimiz.

Sırasıyla en çok lider olarak seçtiğimiz Denktaş, bizi yönetsin diye en çok Başbakan ve bakan yaptığımız Eroğlu ile en çok hükümete getirdiğimiz partisi UBP, vekilleri…

Sonra Denktaş’ın arzusu hilafına UBP’den kopup çıkan DP, Bakan ve vekilleri…

Onlarla kurdukları koalisyonda günün sonunda koltuk değneği olmaktan çok daha önemli bir işlevi başaramayan CTP (ITEM yasasına verilen desteğini unutmamak kaydıyla) ve TKP. (dayatılan TC paketine verilen desteği atlamamak kaydıyla)…

Yıllarca bıkmadan usanmadan üç aşağı beş yukarı hep aynı vekilleri seçtik. Bizi ya da yakınımızı işe alacağı, Rum mallarından bir parça da bize vereceği, hem devletten ve hem de sigortalardan çifte emekli yapmaya olanak sağlayan yasalar çıkaracağı, cevizcinin çuvalından bize de dağıtmaya söz verdiği için lehlerine kullandık oylarımızı.

Dünyada gelişmiş, zengin ülkelerde bile bulunmayan emekli maaşlarıyla ödüllendirdik kendimizi.

Türkiye buraya nüfusunu yığdıkça, adanın yarısını kendi kasabasına benzettikçe, seçtiklerimiz de buna aracı oldukça, neden gıkımız çıkmıyor?

Bir dönem hak etmediğimiz kadar çok emekli maaşıyla ödüllendirilip, hala bunun kaymağını yiyen bir cemaat olduğumuz için mi? Bu elbette işin bir yanı. Ama önemli yanı!

 

KKTC EKONOMİK OLARAK “BATIK” BİR DEVLETTİR

KKTC ürettiği tükettiğinden, ihracatı ithalatından, geliri giderinden daha büyük bir devlet midir?

Hayır!

Ya nedir?

Yukarıdakinin tam tersidir!.

Ürettiğinden daha çok tüketen, ihracatından çok ithal eden, yani dışarı sattığından daha çok dışarıdan alan, dolayısıyla da gelirinden daha çok harcamak zorunda olan bir örgütlenmedir.

Sonuç?

KKTC, bütçesi sürekli açık veren, açığını her ay borçlanarak kapatan, borçlarını da ancak başka borçlar ya da hibelerle kapatacak kadar “güçlü” ve de yukarıdaki emeklilerini de borçlanarak ödeyen bir kurum mudur?

Evet!.

Üretmeyen, borcunu ödeyecek durumda olmayan, ancak emeklilerine ve devlet görevlilerine de sürekli borç bularak ödeme yapmak zorunda bir devlete ne denir?

Nasıl borcunu ödeyemeyen şirketlere “batık” derlerse, tanınmış bir devlet olsaydı eğer; ekonomideki bu hal-i perişanından mütevellit olarak KKTC de diğer ülkelerin nazarında bir “batık devlet” muamelesi görmüş olurdu.

Nasıl şirketler bataktan kurtulmak için tasarruf yaparlarsa, devletler de “bütçe açıklarından” kurtulmak için tasarruf yaparlar?

Borçlarını ödeyemeyen, borçlarını ödemek için yeniden borçlanan şirket yöneticileri, şirketin ensesinden yiyip içmeye, kokteyller, arabalar, şoförler, korumlar ve hizmetkarlar eşliğinde para harcamaya devam ederse ne olur?

Şirket kısa sürede batar ya da, ana-baba hayrına bir yerlerden akan para kesilinceye kadar şirket devam eder.

KKTC için de buna benzer bir durum var. Ana parası Türkiye’den akmaya devam ettikçe ekonominin çarkları da dönmeye devam edecek olan bir örgütlenmedir KKTC denen şey!.

Ama şirket ile devlet nasıl karşılaştırılabilir ki?

Elbette karşılaştırılamaz ve görevleri farklıdır.

Peki?

Karşılaştırılan kapitalizmin yalın gerçeğidir. Yani paran yoksa yoksulsun, bağımlısın, her an kriz yaşamakla, iflas etmekle karşı karşıyasın demektir. Kişi, şirket, kurum ya da devlet. Fark etmez!

 

AYAĞINI YORGANINA GÖRE UZATMAK

Ne yapmalı?

İnsanlar, şirketler ve devletler için cevap üç aşağı beş yukarı aynıdır.

Ayağını yorganına göre uzatmalı!

Bununla ne demek istediğimi biraz daha açıp konuşmamızı sürdürelim…

Avustralya varsıl bir ülke midir?

Evet!

Yani gelirleri giderinden çok ve ekonomisi kendine yetmekte midir?

Evet!

Kişi başına düşen geliriyle dünyanın ilk on devleti içinde mi yer alır?

Evet!

Şehirlerinin yaşam kalitesi dünya sırlamasında en önlerde midir?

Evet!

Avustralya’da emeklilik yaşı KKTC gibi 55 ya da 60 mıdır?

Hayır 65’tir!

Avustralya’da KKTC’deki gibi devletten çifte emekli maaşı alan birisine rastlamak mümkün müdür?

Hayır değildir!

Avustralya’da bir tek kira geliri, banka faiz geliri ya da bankada belirli bir miktarın üzerinde parası olan veyahut da bir şekilde geliri bulunan kişi, 65 yaşına kadar çalışıp da tüm yatırımları yapılmış olsa bile devletten emekli maaşı alabilir mi?

Hayır alamaz!.

Neden?

Geliriyle yaşayabileceği için…

Bu ülkede yaşayan insanların dünyadaki mutluluk sıralamasında ilk on arasına girdiklerini bir daha hatırlatmak isterim.

Avustralya yıllardır ayağını yorganına göre uzatarak, giderlerini de gelirlerine, emekli maaşlarını da devletin maddi olanaklarına göre ayarlıyor.

Elbette oralarda da şikayetler var. Ama ne şikayetler, ne ülkedeki yaşam kalitesi bizimkilere hiç benzemiyor, kıyaslandığında da açık ara önde oldukları kolayca ortaya çıkıyor…

 

NE YAPMALI?

Çifte maaşlar iptal edilmeli.

Bir aileye düşen emekli maaşı 10 bin Türk lirasının üzerine çıkmayacak şekilde tıraşlanmalı.

Beş bin Türk Lirasının üzerinde geliri olan hiç kimseye emekli maaşı verilmemeli. Altına düştüğü anda takviye edilmeli. Gelirini kaybettiği anda emekli maaşı ancak o zaman bağlanmalı.

“Bunlar yapılamaz”, “anayasa aykırı” mı dediniz?

Bir ülkede yasaları yapan insanlardır.

Yanlış hesap gibi onlar da Bağdat’tan döner elbet.

Ekonomide tasarruf yapmak bir ülkenin, devletin, ekonominin hamle yapması için olmazsa olmazdır. Ve tasarruf denen şey; eğer daha eşit ve adil, daha yaşanabilir bir çevrede ekonomik bir yatırıma dönüşecek şekilde düzenlenecek olursa, bu cemaat, toplum ya da halk olsun… Daha hızlı benimsenir ve daha gönüllü, dolayısıyla da çok daha kısa sürede sonuç alıcı olur ve sonuçta uygulama alanı bulur.

Elbette insanların gelirleriyle oynanması kolay bir iş değildir. Hele de ayda on binlerce lira emekli maaşı ya da çifte emeklilik alanların bile, maaşlarından kesilen birkaç yüz liralık verginin peşine düştükleri bir atmosferde bunu başarmak kolay değil elbette zordur. (1)

Öyleyse geçmişte biz 40, 50 ve 60 yaşın üzerinde emekli olan biz Kıbrıslıtürkler. Bilelim ki bu KKTC denen devletin bugün batık duruma gelmesinin de sorumluluğundan kaçamayız. İleride müsrif bir cemaatin, hem en müsrif hem de en bencil bir kuşağı olduğumuzu yazan çıkar elbet. Hele de bilginin bu kadar yaygın ve hızlı dolaşımda olduğu bir çağda…

 

BİR BAŞKA KIBRIS MÜMKÜN, AMA…

Demek istediğim şu ki;

1974 sonrası dönemi kapsayacak, geriye doğru yürüyen yeni bir emeklilik yasası çıkararak başlayalım işe. Emekli maaşlarını, hane başına ayda on bin lirayı geçmeyecek şekilde düzenleyelim.

Kimin kirada evi, bankada parası, hane başına on bin liranın üzerine düşecek geliri varsa, kendisini “emekli maaşından emekli” edelim.

Bunları referanduma sunalım ve tabii ki kabul edelim.

Türkiye’ye, içimizdeki ve içindeki yetkililerin siyasi ve ekonomik aklından, değil kendi ayakları üzerinde durabilen, batmış bir devlet kurulduğunu söyleyip, artık kendi ayaklarımız üzerinde durmak için kendi başımızın çaresine bakabileceğimizi bildirelim.

Dünyaya artık bu coğrafyanın kuzeyini, burada yaşayan Kıbrıslı Türkler olarak biz idare edeceğimizi deklere edelim.

Elli değil 25 vekil, on değil 5 bakanlık, Mercedesle değil kendi imkanlarımızla, kokteyller ve pahalı yemeler ve içmeler dahil tüm savurganlık kalemlerimizi birer birer gözden geçirip üzerini çizelim.

Emekli olup da yeniden iş sözleşmesi imzalayanlarımıza, ikinci bir maaş yerine madalya verelim.

Dünyada şaşsın bu işe biz de!.

Artık burada durayım.

Çok mu hayalciyim…

Hayal kurmadan değişim, plan, program yapılmaz ki!.. Hayal kurmadan Che misali “gerçekçi olup da imkansızı istemek” mümkün değil ki!.

Dahası geçmişte yapılan ve süren yanlışlarımız, kurtuluşumuz için bir makaleye sığmayacak kadar çok hayaller ve fedakarlıklar yapmamızı gerektiriyor.

Özetle bir başka Kıbrıs elbette mümkün. Ama…

Bir başka kafa, bir başka anlayış, şimdiye kadar yapılanları ters yüz edecek bir başka siyaseti bir başka ekonomik akıl olursa eğer.

 

KÜÇÜK TÜRKİYE

Yoksa Türkiye Kıbrıs’a yerleşirken, kendi siyasetini de, partilerini de, örgütlerini de, kumarcılarını da, varsıl ile yoksul yaşamlarını da, dilini de, kültürünü de, askerini de, seçimini de, kerameti kendinden menkul kimliklerini de…

Kıbrıs’ın yarısı, şimdiye kadar olmadıysa eğer, çok yakında “küçük Türkiye” olacak…

Emekli maaşlarından vergi alınmıyor. Yasada böyle yazılı olduğu için emekliler de gidip dava açmışlar. Mahkeme alınamayacağına karar vermiş. Ama karar çıkana kadar da maaşlardan vergi kesilmiş. Yıllardır kesilen bu verginin iadesini geri talep ediyorlar. Haksız mıdırlar? Yasaya göre haklılar. Üç – beş bin Türk lirası emekli maaşı alanlar için kişi başına kesilen bu vergi rakamları birkaç yüz lira kadar. Yüksek maaş alanların zaten maaşları yüksek. Demek istediğim şu ki; hükümetin kestiği vergiyi geri almak için bazen öyle bir şikayet fırtınası esiyor ki; sanırsınız kesilen vergi nedeniyle emekliler iflasa sürüklenmiş. Ancak hiç birisi de çıkıp “Batık devlet”in en büyük sorunlarından birisinin de, zamanında çıkarılan bu emeklilik yasaları olduğunu görmek istemiyor. Bunun için nasıl bir çare gerekiyor, kafa yormaya kimse de yanaşmıyor?

Yalnızca emeklilerden vergi alınınca mı hükümet yasaları çiğniyor. Hükümetin bakanlarının, vekillerinin kendi koyduğu yasaları çiğneyerek hareket etmesinden niye rahatsızlık duymuyorlar. Çünkü herkes kendi cebini ilgilendirdiği oranda siyasetle, ekonomiyle, çevre temizliğiyle, trafik keşmekeşiyle ilgileniyor bu adada. Dolayısıyla yeni bir yasa, yeni bir vicdan gerektiğinin de farkında değilmiş gibi yapıyorlar. Evet bu cemaate yeni yasa ve yeni vicdan gerekiyor. Eskilerini ilga edecek yeni yasalar! Ve cemaatimizi sarsacak, devrim gibi yasalar çıkarmak, devrimci insanlarla ve elbette örgütlerle mümkündür. Gerisi laf-ı güzaf…