yazılariktibasKapitalistler Hiçbir Zaman Demokrasinin Dostu Olmadı - Dylan Riley
diğer yazılar:

Kapitalistler Hiçbir Zaman Demokrasinin Dostu Olmadı – Dylan Riley

Yeniçağ podcastını dinleyin

Orjinal yazının kaynağıjacobin.com
alıntı yapılan kaynakbirdunyaceviriblog.wordpress.com

Günümüzün siyasi uzlaşısı, kapitalizm ve demokrasi arasındaki yakınlık konusunda ısrarcıdır. Serbest piyasa ideologlarına göre sermayenin dilediğini yapma özgürlüğüne getirilecek her türlü önemli kısıtlama, toplumları Friedrich Hayek’in meşhur deyimiyle “serfliğe giden yola” sürükleyecektir. Piyasaların düzenlenebileceğine ve düzenlenmesi gerektiğine inanan liberaller ve sosyal demokratlar, özgürlüğün korunması için ekonomik kaynakların özel mülkiyetine dayalı bir sistemin gerekli olduğunu kabul ederler.

Yine de tarihsel kayıtlara en ufak bir bakış, kapitalistlerin Hitler’in Üçüncü Reich’ından Güney Afrika apartheid’ına ve Latin Amerika’daki cuntalara kadar tarihin en kötü şöhretli otoriter rejimlerinden bazılarının başlıca destekçileri olduğunu gösterir. “Demokrasiyi” en minimal anlamda, hükümet kadrolarının resmi olarak barışçıl yöntemlerle değiştirilmesine yönelik bir dizi prosedür olarak tanımlasak bile, kapitalizm ile böyle bir siyasi çerçeve arasında zorunlu bir bağ olmadığı açıktır; bir arada var olmaları mümkündür ancak hiçbir şekilde kaçınılmaz değildir.

En köklü kapitalist demokrasilerde bile sağcı otoriter güçlerin yeniden başını kaldırdığı bir dönemde, kapitalistlerin demokrasi karşısında nerede durduğuna dair gerçekçi bir değerlendirme hayati önem taşımaktadır. Kapitalist sınıflar ne indirgenemez bir şekilde demokrasiye düşmandır ne de değişmez bir şekilde demokrasiyi destekler. Aksine, diğer sınıflar gibi onların da siyasi çıkarları, sınıf ilişkileri içindeki özgül yapısal konumlarından ve sınıf mücadelesinin somut koşullarından kaynaklanır.

Kapitalistlerin ayırt edici sınıf çıkarlarını açıkça tanımlayarak işe başlamalıyız. Bir grup olarak kapitalistler, kendine özgü bir sınıf türü oluşturduğundan “zenginler” gibi erişilebilir görünen ancak aslında onları tanımlamak için ölümcül derecede belirsiz kategorilerin kullanılmasına direnç göstermek önemlidir. Kapitalistler ne “zenginler”, ne “yüzde bir” ne de “şirket elitleri”dir. Onlar, antagonistik artık çıkarma ilişkilerinde ayırt edici bir yapısal konuma sahip bir grup aktördür. İleri kapitalist toplumlarda siyasetin karakterinin büyük bir kısmı bu grubun kendine özgü siyasi davranışından kaynaklanmaktadır.

Tüm büyük kapitalist demokrasiler “rekabetçi elitizm” ya da “resmi demokrasi”nin mükemmel örnekleri olmaktan çok uzaktır. Hepsinde, temsil ile toplumdaki siyasi görüşlerin gerçek dağılımı arasında bir uçurum yaratan önemli çarpıklıklar -seçim kolejleri, sondan bir önceki oylama sistemleri, süper çoğunluk ödülleri- bulunmaktadır. Ancak aşağıdaki açıklamalar en mükemmel şekilde örgütlenmiş temsili sistem için de geçerlidir.

Kapitalistler Nasıl Yönetir

Kapitalistler, doğrudan üreticilerden artı-değer elde etmenin karakteristik yöntemi nedeniyle önceki tüm egemen sınıflardan ayrılırlar. Kapitalistler, toplumdaki temel üretim araçlarının mülkiyeti üzerindeki yasal olarak desteklenen iddiaları sayesinde işçiler tarafından üretilen ürünlere el koyarlar. Buna karşın, kapitalistler tipik olarak üreticilerden doğrudan siyasi araçlar kullanarak (şiddet tehdidi ya da fiili şiddet kullanımı gibi ya da devlet yetkililerine güvenerek resmi olarak artığın üretimini zorlamak gibi) artık elde etmezler. Daha ziyade kapitalistler üretim sürecinde, bir işçinin çalışma kabiliyeti karşılığında paranın resmi olarak serbestçe mübadelesinden sonra artı-değer elde ederler.

Dolayısıyla kapitalist toplumu tanımlayan merkezi sınıf ilişkisi doğrudan siyasi değil ekonomik bir ilişkidir. Kapitalistlerin toplumsal konumu bu ekonomik ilişkinin sürdürülmesine bağlı olduğu için, genel olarak siyasi otoriteyle (ya da devletle) özel bir ilişkileri vardır.

Kapitalistlerin sömürü ilişkilerinde işgal ettikleri konumun en önemli sonucu, temel sınıf çıkarlarının hükümeti doğrudan kontrol etmelerini gerektirmemesidir.

Bunun iki önemli siyasi sonucu vardır: Birincisi, kapitalist sömürü, devletteki yönetici kadroların değişimiyle uyumludur; ikincisi, bu kadroları oluşturan bireylerin kendilerinin kapitalist olması gerekmez. Aslında, birçok kapitalist devlet teorisinin de savunduğu gibi kapitalist olmayanlar kapitalizmin siyasi yöneticileri olarak çoğu zaman kapitalistlerin kendilerinden çok daha iyi performans gösterirler.

Başka bir deyişle kapitalist ekonomik sistem seçimle gelen ya da resmi demokrasiyle uyumludur. Elbette kapitalizm, kapitalist bir ekonomiyle birlikte var olan birçok siyasi otoriterlik örneğinin de gösterdiği gibi liberal demokrasi dışındaki siyasi biçimlerle de uyumludur. Ancak kapitalizmin asıl ayırt edici özelliği, biçimsel seçim demokrasisi ile uyumlu olmasıdır. Tarihte artık değere el koyan başka hiçbir sınıf, doğrudan üreticilerin en azından önemli bir kısmına oy hakkı tanıyan bir siyasi sisteme izin vermemiştir. Kapitalistlerin çoğu durumda böyle bir sisteme müsamaha göstermesi, son derece özgül sınıf çıkarlarından kaynaklanır.

Kapitalistlerin Özgün Siyasi Çıkarları

Bu genel uyumluluğun yanı sıra, kapitalist sınıf çıkarları ile liberal demokrasi arasında daha özel bir bağlantı vardır. Bu bağlantı, kapitalizmin karakteristik özelliği olan “sınıf içi” ilişkilerden meydana gelir. Kapitalistler başlıca üretim araçlarının özel, bireysel mülkiyeti yoluyla artığa el koyduklarından, bu artığı piyasada ürün satışı yoluyla gerçekleştirmek zorundadırlar. Sonuç olarak kapitalistler pazar payı için diğer kapitalistlerle rekabet ederler. Dahası, kapitalistler rekabetin oluştuğu yeni üretim alanlarına girmeye çalışırlar.

Bu iki süreç – üretim kolları arasındaki rekabet ve yeni iş kollarına giriş – kapitalistlerin özgül ekonomik çıkarlarının, ortak bir sınıf çıkarına sahip olsalar da tarihteki diğer egemen sınıfların aksine oldukça farklılaştığı anlamına gelir. Örneğin petrol şirketlerinin, güneş pili üreticilerinin ve yel değirmeni üreticilerinin çıkarları birbirinden farklıdır. Bu farklı kapitalistler arasında süren Hobbesçu savaş, hepsine kişisel olmayan bir yasal düzenin sürdürülmesinde ortak bir çıkar sağlar ve böyle bir düzenin korunması, farklı hükümet ekiplerinin devlet içinde ve dışında rotasyonunu gerektirir.

Basit bir ifadeyle, kapitalistler seçim demokrasisine yalnızca potansiyel olarak hoşgörülü olmakla kalmazlar, aynı zamanda seçim demokrasisinden olumlu bir çıkarları da vardır.

Demokrasiye Kapitalist Hoşgörünün Sınırları

Seçim demokrasisinin kapitalistler tarafından hoş görülmesinin iki belirgin sınırı vardır: Biri sınıf mücadelesinden, diğeri ise kapitalist ekonomilerin yapısal koşullarından kaynaklanır.

İlk sınır kümesini ele alalım. Ekonomik büyüme dönemlerinde kapitalistler, toplumsal artığın ücretlere doğru yeniden dağıtılması için baskı yapan işçi sınıfı örgütlerinin ortaya çıkmasını kabul edebilirler. Ancak bu tutum kesinlikle koşulludur. Kapitalistlerin örgütlü kitlesel işçi hareketlerine ve siyasi partilere hoşgörü göstermesinin tek örneği, bu partilerin devlet gücünün ele geçirilmesi ve kullanılması yoluyla özel mülkiyetin aşılması hedefini ya yumuşattığı ya da tamamen bir kenara bıraktığı zaman ortaya çıkmıştır.

Bir başka deyişle kapitalist sınıfların, kısa vadede bile olsa, devlet iktidarını ele geçirerek kapitalist mülkiyet ilişkilerini ortadan kaldırmayı amaçlayan işçi sınıfına dayalı kitle partilerine hoşgörü gösterdiğine dair hiçbir tarihsel örnek yoktur. Kapitalizm içinde kitlesel işçi sınıfı partilerinin var olduğu durumlarda, bu partiler her zaman sosyalist amaçlarını temelde terk etmek ya da örtbas etmek zorunda kalmışlardır: bu durum İtalyan komünizmi için olduğu kadar İskandinav sosyal demokrasisi için de geçerlidir.

Bunun sosyalistler için çok önemli bir anlamı vardır. Sosyalizm için mücadele eden bilinçli bir işçi sınıfı hareketi zafere ulaşmaya yakın göründüğünde, kapitalistler demokrasiye olan her türlü bağlılıklarını hızla terk edecek ve acil durum önlemlerine başvuracaklardır. Sonuç olarak, kapitalist sınıf düşmanı bastırılmadan sosyalizme geçiş gerçekleşmeyecektir. Bu da seçim demokrasisi çerçevesinde gerçekleşemez.

Başka bir deyişle, demokratik sosyalizmin kuruluşunun kendisi salt seçimsel anlamda demokratik olamaz; aynı zamanda katılımcı anlamda çok daha demokratik olmalıdır.

İkinci sınır kapitalist ekonominin yapısal özelliklerinden kaynaklanır. Yukarıda da belirttiğim gibi kapitalistler, ekonomik büyüme ortamında işçilerin maddi tavizler için harekete geçmesini tolere edebilirler. Bu koşullar altında kapitalistler genişleyen pastanın kazanımlarını siyasi taleplerini ılımlı hale getirmiş bir işçi sınıfıyla paylaşabilirler. Ancak büyüme yavaşladığında, sermaye ve emek arasında bu pasta üzerindeki rekabet giderek sıfır toplamlı bir karaktere bürünür. Aynı zamanda, kapitalistlerin kendi aralarındaki çatışma da sertleşir.

Bu ortamda, kapitalistlerin büyümeden elde edilen yetersiz kazançları paylaşma konusunda giderek daha isteksiz hale geldiği “kazanan hepsini alır” stratejileri ortaya çıkar.

Dahası, büyüme yavaşladığında, kapitalistler üretim araçlarına yatırım yapma stratejisinden, artıktan aldıkları payı artırmak için siyasi araçları kullanma stratejisine geçmeye başlarlar. Bu alternatif strateji, kiralarını ödemeyen sakinleri tahliye etmek için polis güçlerinin kullanılmasından, borçlulara karşı mali sermayenin çıkarlarını uygulamak veya fikri mülkiyet hakları üzerinde tekelci kontrolü güvence altına almak için yasaların kullanılmasına kadar pek çok farklı biçim alabilir.

Bu gelişmelerin her ikisi de -sınıflar arasında ve kapitalist sınıfın kendi içinde bölüşümün giderek sıfır toplamlı bir nitelik kazanması- “hoşgörü” ve seçimlerin tesadüfi sonuçlarını meşru olarak kabul etmeye istekli olmayı gerektiren liberal-demokratik mekanizmaya derinden zarar vermektedir.

Tüm Bunlar Ne Anlama Gelir

Kapitalistler, tarihte sömürülen sınıfın önemli bir bölümünü kucaklayan geniş bir imtiyaza dayalı seçim demokrasisine tahammül edebilen artığa el koyan yegane sınıftır. Kapitalistler, artığa el koyma ilişkilerindeki kendilerine özgü konumları nedeniyle, hem yönetim kadrolarının değişimine hem de devlette kapitalist olmayanların varlığına tahammül edebilirler. Ancak, seçim demokrasisine tahammülleri kesinlikle sınırlı ve koşulludur.

Kapitalistlerin, kapitalist mülkiyet ilişkilerini tehdit edebilecek seçim sonuçlarına tahammül ettikleri tarihsel bir örnek yoktur. Dahası, dünya ekonomisi giderek durgunlaştıkça ve tesis ve teçhizata yapılan yatırım oranları genel olarak düştükçe, hem kapitalistler arasında hem de kapitalistler ile üreticiler arasında sıfır toplamlı bir mücadele ortaya çıkmaya başlamaktadır.

Yeniden canlanan bir demokratik sosyalizm ve krizdeki bir kapitalizm başka ne anlama gelirse gelsin, rekabetçi elitizmin geleceği için iyi bir işaret değildir. Kapitalizmin ötesinde sosyalist bir demokrasinin kurulmasına yol açıp açmayacakları ise tamamen farklı bir konudur.

Çeviri: Yener Çıracı

  • Bu makalede yer alan fikirler yazara aittir ve Yeniçağ Gazetesinin editöryal politikasını yansıtmayabilir 
- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
261AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin