yaklaşımlarNidai MesutoğluDin bezirganlığından din tüccarlığına – Nidai Mesutoğlu
yazarın tüm yazıları:

Din bezirganlığından din tüccarlığına – Nidai Mesutoğlu

Yeniçağ podcastını dinleyin

Bezirgan sözcüğünü şimdiki nesil bilmez. Yaşı 60’ı aşmış olanlar belki hatırlar. Köylere haftanın belli günlerinde kumaş satmak için gelen kişilere denirdi. O zamanlar köylü elbiselik kumaş almak için bezirganın gelmesini beklerdi.

Şimdi bezirgan sözcüğü kullanılmaz çünkü şartlar değişti ve artık bu tür satıcılar köylere gitmiyor. Köylü tüm ihtiyacını karşılamak için kasabalardaki tüccarlara uğruyor.

“Dinin de bezirganlığı olur mu?” Diye sorabilirsiniz. Din öyle alınıp satılan bir mal mı? diye itiraz da edebilirsiniz.

Ünlü mizah yazarı Aziz Nesin’in bir sözü ile size yanıt vereyim: “Dünyadaki en karlı ticaret din tüccarlığıdır. Sermayesi YALAN müşterisi CAHİL’dir” demşti.

Elbette bu sözün doğruluğunu kabul etmeyebilirsiniz. Yaşamınız boyunca dini bilgileriniz çevrenizdeki kişilerden duyduklarınızla oluşmuştur. Yetiştirilme şekliniz önemlidir” Büyükleri dinleyeceksiniz. Onların sözünden çıkmayacaksınız” uyarıları beyinlere kazınınca her söylenileni de sorgusuz kabul etmek durumunda kalıyorsunuz.

İslam dini yaklaşık 1400 yıllık geçmişiyle ilk çıktığı gibi değil elbette. İslamiyet’i Kur’andan öğrenmek bir yana buna ek olarak yazılıp anlatılan hadislere de inanmak zorunda bırakılırsınız.

Türkler ne yazık ki İslam dinini anlamak konusunda en kötü durumda olan uluslardandır. İslamiyet’i kabul etmenin zorla mı yoksa gönüllü olarak mı olduğu tartışılmaktadır.

Neyse şu andaki yazının konusu bu değil. Türklerin şansızlığı İslam dininin kitabı olarak kabul edilen Kur ’anın kendi anadilinde öğrenilmesinin doğru olmadığı, İslam inancına göre Arapça okunması gerektiği şeklindedir. Arapça bilmeyen Türkler Arapça sesler çıkararak Kur’anı okumakta ve doğal olarak anlamamaktadırlar.

İbadet etmek için camilere giden insanlar okunan duaları sadece dinlemekte ve bir anlam çıkaramamaktadırlar. Buna karşın anlamış gibi “Amin” demektedirler.

Camilerde verilen vaazlar anadilde okunduğu için anlaşılmakta buna da çeşitli hurafeler ve doğruluğu kanıtlanmamış hadisler ekleyerek insanların beyinleri yıkanmaktadır.

Beyin yıkamanın en önemli yöntemi olarak din adamlarının cemaate: “Dinde sorgulama olmaz. İnançlı iseniz inanmak zorundasınız” demeleridir. Buna eklenen çeşitli kıssalar ile insanlar korkutulmaktadırlar. Böyle olunca da din adına söylenen her şey sorgusuz kabul edilir ve gereği yapılır.

Aziz Nesin’in söylediği sermaye işte burada devreye girer. “Yalan”. Kimse din adamının söylediklerini sorgulayamaz. Kesin olduğuna inanmak zorundadır.

Dini inançları siyaset arenasında kullanılması camilerdeki imamın söylediklerini miting meydanlarında söylenmesi gibidir. Başında sarığı sırtında cübbesi olmasa da yöntem aynıdır.

Dinin tüccarlığını yapan bu tür siyasetçiler elbette onların her söylediğine inanan cahillere ihtiyaç duymaktadırlar. Hem yaptıklarını hem de yapamadıklarını Allah’a yüklerler.

Madende ölümleri, depremdeki felaketi kadere bağlayarak işin içine Allahı koyarlar ve sorumluluktan kurtulurlar. Kurtulurlar diyorum çünkü onlar bu felaketlerin Allah tarafından bir ceza olarak verildiğine inandırılmışlardır.

Türkiye’de dini inançları siyasette sermaye olarak kullanan partilerin iktidara geldikten sonra bu egemenliklerini sürdürebilmek için daha çok cahil insanın yetiştirilmesi gerektiğini biliyorlar. Bunun başında da eğitim sistemi gelir.

Türkiye’de 22 yıllık Erdoğan liderliğindeki AKP iktidarının en başarılı olduğu konu cahil insan yetiştirmektir.

Cumhuriyetin üretime dönük tüm yatırımlarını yabancı sermayeye peşkeş çeken iktidarın üretimden anladığım sadece cahil insan üretmektir. İktidarda kalmalarının en belirleyici özelliği budur.

Ne yazık ki Türkiye’de din tüccarlığı yapanlar şimdilerde devlet yönetmektedirler.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
246AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin