yazılarröportajLenin’in Anlamı Üzerine – Paul Le Blanc ile Söyleşi
diğer yazılar:

Lenin’in Anlamı Üzerine – Paul Le Blanc ile Söyleşi

Yeniçağ podcastını dinleyin

Orjinal yazının kaynağıjacobin.com
alıntı yapılan kaynakbirdunyaceviriblog.wordpress.com

Vladimir Lenin, bir devrim sembolü olarak ölümünden sonraki yüzyıl boyunca yaşamaya devam etti. Bu sembol 1930’ların açlık yürüyüşlerinde ve anti-faşist sokak savaşlarında, Stalingrad’daki sokak direnişlerinde, Avrupa’nın dört bir yanındaki partizan ayaklanmalarında, apartheid’a karşı yeraltı savaşında ve Ho Chi Minh Yolu’ndaydı. Yine de eski yoldaşlarına karşı Moskova Gösteri Mahkemeleri’nin ikonografisinde ve Prag Baharı’nın sosyalist-hümanist reformcularının sloganlarında da yaşatıldı. Langston Hughes’un unutulmaz bir şekilde ifade ettiği gibi Lenin “dünyayı dolaştı”. Ancak uğruna seferber edilen siyasi mücadelelere rağmen, Lenin 21 Ocak 1924’te felç geçirerek öldü.

Yüz yıl sonra, sosyalist devrimci ve tarihçi Paul Le Blanc’ın yeni kitabı, Lenin’in devrimci yaşamı ve düşüncesinin hoş bir yeniden değerlendirmesini sunuyor. “Lenin: Felakete Yanıt Vermek, Devrimi Kurmak”, Lenin’i Simbirsk’teki çocukluğundan Marksizmi keşfine, Rusya’nın devrimci hareketine girişine ve Bolşeviklerin yükselişine kadar izliyor – baskıdan savaşa, Kızıl Ekim’e, devrimci hükümete ve Stalinizmin tohumlarına karşı Cassandra benzeri “son mücadele”ye kadar. Bu kitap “belki de Lenin’e İngilizce olarak yazılmış en iyi giriş kitabı” olarak tanımlanmaktadır.

Owen Dowling, Paul Le Blanc ile bir araya gelerek Lenin’in yaşamını ve ölümünü, sosyalist düşünce cephaneliğine katkılarını ve bugün Sol için önemini ele aldı.

                                                                       ***

Owen Dowling: Bugün Lenin’in ölümünün yüzüncü yıldönümü. Lenin bir figür olarak tarihe geçerken, sizi onun siyasi yaşamı ve düşüncesi üzerine bu çalışmayı yapmaya iten neydi – ve neden şimdi?

Paul Le Blanc: Düşüncelerim, yazılarım ve faaliyetlerim boyunca Lenin’le ilişki içinde oldum. Aynı zamanda Verso Books’un Rosa Luxemburg’un Bütün Eserleri‘nin yayın kurulundayım ve kurul üyesi arkadaşlarımdan biri -İngiltere’de yaşayan ve ana akım bir yayıncı için çalışan bir yoldaş- bu kitabı yazmayı düşünüp düşünmeyeceğimi sordu. Bu ani bir dürtü oldu. Anlaşılacağı üzere yayıncısı ilgilenmiyordu ama Pluto Press ilgileniyordu.

Üzerinde çalıştıkça kitap akıp gitti, çünkü bence bugün bu fikirler bir şekilde her zamankinden daha geçerli görünüyor. Sadece benim için değil, aynı zamanda denediğimiz diğer bazı şeylerin – ister anarşizm ister reformist faaliyet olsun – tam olarak işe yaramadığını fark eden geniş bir aktivist kitlesi için de. Yani insanlar “ne yapmalıyız?” diye düşünüyor. Ayrıca iklim krizi var ve bundan kurtulabileceğimiz bana pek olası gelmiyor, ama kurtulursak da Leninist gelenekle ilgili bazı anlayışlara, duyarlılıklara ve pratiklere ihtiyacımız olacağını düşünüyorum. Şu anda ciddi bir durumdayız, dolayısıyla bu kitabı hazırlama isteğim de bundan kaynaklanıyor.

Owen Dowling: Yaptığınız önemli bir açıklama şudur: “Lenin her zaman emekçi çoğunluğun yönetimi olarak gördüğü gerçek demokrasinin ateşli bir taraftarı olmuştur.” Lenin’i bir demokrasi teorisyeni olarak nitelendirebilir misiniz? Bunun onun proleter devrim ve daha geniş anlamda insanlığın kurtuluşu vizyonunda ne gibi bir önemi vardı?

Paul Le Blanc: Lenin’i bir “demokrasi teorisyeni” olarak düşünmemiştim, ama bunu dile getirdiğiniz için teşekkür ederim: doğru görünüyor. Pek çok kişi Devlet ve Devrim‘i okur, ancak Lenin’in 1915 tarihli “Devrimci Proletarya ve Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı” adlı bir çalışması var ki, demokrasi ve demokrasinin sosyalist devrim stratejisindeki yeri üzerine parlak bir tartışma içerir. Kitabımda bu makaleden önemli bir alıntı yaptım, çünkü az önce dile getirdiğiniz bazı hususlara cevap verdiğini düşünüyorum. Lenin kendine özgüdür. Bazı insanlar onu “demokrasiyi reddedip diktatörlüğü başlatan” biri olarak görür. Ancak bu yanlıştır. O gerçek bir demokrasi istiyordu, yapmacık bir demokrasi değil. Demokrasi diye yutturulan pek çok şeyin zenginler için demokrasi olduğunu düşünüyordu. Tam bir demokrasi için çaba sarf etmek istiyordu, çünkü bu onun sosyalizm vizyonuyla tutarlıydı ve aynı zamanda stratejik bir değere sahipti.

Lenin, işçi sınıfını stratejik açıdan kilit önemde gördü ve devrimci hareketin kendisini var olan demokrasiye dayandırması, onu savunurken aynı zamanda sınırlarına meydan okuması ve sosyalizme giden yolda daha eksiksiz, daha gerçek bir demokrasiye doğru ilerlemesi gerektiğini düşündü. Bence bu, Lenin’in önemli bir demokrasi teorisyeni olmasına yardımcı oldu. Lenin’de çelişkiler ve sorunlar bulunabilir, tıpkı değerli her teorisyende bulunabileceği gibi. Ancak demokrasi ve sosyalizm arasındaki bağlantıyla gerçekten ilgilenen herkes için Lenin bakılması gereken kişilerden biridir.

Owen Dowling: Kitabınız Lenin’in gençliğinden, babasının liberal politikalarından, radikal ağabeyi Aleksandr’ın idamından, erken yaşta ölen kız kardeşi Olga ile olan önemli ilişkisinden, Rus Sosyal Demokrat İşçi Partisi’ne (RSDİP) katılmasına kadar uzanan bir yaşam öyküsü anlatıyor. RSDİP neydi?

Paul Le Blanc: On dokuzuncu yüzyılın sonlarında, Avrupa’da ve dünyanın diğer bazı bölgelerinde sosyalist, sosyal demokrat ve işçi partilerinde bir büyüme yaşandı. Karl Marx ve diğerlerinin fikirlerinden etkilenen bu partiler Sosyalist Enternasyonal’de toplandılar. RSDİP bu gelişmenin bir parçasıydı. Çoğunluğu entelektüellerden oluşan küçük bir grupla 1898 yılında Rusya’da bir kuruluş konferansıyla başladı. Tartışmalar yaptılar, çeşitli kararlar aldılar ve binadan çıkar çıkmaz tutuklandılar.

Bu yüzden RSDİP’nin kurulması biraz zaman aldı. Parti Marx’ın perspektifini benimsedi ve bunu Rusya’ya uygulamaya çalıştı. Evrimlerden geçti ve Lenin de bunun bir parçasıydı; ilk yıllarında katıldı ve diğerleriyle birlikte kurulmasına yardımcı oldu. Daha sonra RSDİP içinde bölünmeler yaşandı ve Lenin RSDİP içindeki büyük bir hizbin lideri oldu. Bu hizip çoğunluğa sahipti – ve daha sonra çoğunluk/azınlık statüsü yıllar içinde değişkenlik gösterdi. Ancak Rusça’da “çoğunluk üye” kelimesi “Bolşevik”tir ve Lenin ve yoldaşları kendilerini böyle adlandırdı.

Owen Dowling: İkinci Enternasyonal’den bahsettiniz. RSDİP’in önderleri için, Alman Sosyal Demokrat Partisi gibi Avrupa’da yeni kurulmakta olan diğer kitlesel sol partilerin örneği ne kadar önemliydi?

Paul Le Blanc: Lenin dahil olmak üzere merkezi bir öneme sahiptir. 1902 yılının başlarında yazdığı Ne Yapmalı?broşüründe, Alman Sosyal Demokrat Partisi’ni (SPD) bir model olarak gösterir. Almanya’da sosyal demokrasiyi inşa eden yoldaşlar aracılığıyla öğrendiklerini Rusya’ya uygulamak istiyordu. Bunun farklı koşullar altında yapılması gerekiyordu. Dediğim gibi Rus partisi kurulduktan hemen sonra tüm kurucuları tutuklandı. Dolayısıyla, büyük ölçüde farklı, illegal koşullarda faaliyet göstermek zorunda kaldı. Ancak Lenin ve tüm RSDİP üyeleri için ideal olan SPD idi.

İster Bolşevik ister Menşevik olsunlar, Çarlık mutlak monarşisini yıkacak ve demokratik bir cumhuriyet kuracak demokratik bir devrim gerçekleştirmeye kararlıydılar. Bu bağlamda işçi hareketini inşa etmenin mümkün olacağına ve aynı zamanda kapitalizmin gelişerek bir işçi sınıfı çoğunluğu yaratacağına inanıyorlardı. Gelecekte bir noktada, Rusya’da sosyalist bir devrim olasılığı ortaya çıkabilirdi.

Owen Dowling: Lenin’in düşüncesinin şekillenmesinde 1905 Rus Devrimi deneyimi ne kadar önemliydi?

Paul Le Blanc: Bu hem kendisi hem de diğerleri için inanılmaz derecede önemliydi çünkü devrimci mücadelede gerçek bir deneyimi içeriyordu. Bu, Bolşevikler ya da RSDİP tarafından başlatılmayan ama onların da katıldığı kitlesel bir ayaklanmaydı ve çok şey öğrendiler. Bir diğer önemli husus da RSDİP’nin geniş bir işçi sınıfı tabanına sahip olmamasıydı. İşçiler arasında çalışmaya, işçileri üye yapmaya ve kitlesel bir işçi sınıfı partisi yaratmaya kararlıydılar. Lakin 1905’e kadar sadece Bolşevik ve Menşeviklerden oluşan kitlesel bir işçi sınıfı tabanı yaratıldı.

Bu deneyimde Lenin’i etkileyen birkaç şey daha vardı. Birincisi, işyerlerinde ve işçi sınıfı topluluklarında sovyet adı verilen ve çok önemli hale gelen demokratik konseylerin (yarı) kendiliğinden oluşumuydu. Bu konseyler herhangi bir sosyalist ya da sol siyasi parti tarafından kontrol edilmiyordu. Lenin, düşüncelerini çeşitli şekillerde harekete geçiren bu gelişmeden çok etkilendi. Bazı yoldaşları bu sovyetleri sekter bir tavırla değerlendirdi (“bu saçmalıklara bulaşmamalıyız; Bolşevik bir devrim yapmalıyız” gibi). Lenin bu konuda bazı yoldaşlarıyla anlaşmazlığa düştü.

Radikalleşen işçi akınının bu illegal ya da yarı illegal örgütlenmeye nasıl uyum sağlayacağı da bir soruydu. Bazı yoldaşlar daha sıkı bir yaklaşımdan yanaydı, ancak Lenin daha fazla işçiyi partiye çekmek için açıklık yönünde baskı yaptı. Dolayısıyla bunlar Lenin’in 1905 deneyiminin önemli yönleriydi: devrimci deneyimin kendisi, işçilerin katılımı, sovyetlerin kurulması.

Bir başka sorun da 1905’ten hemen önce ortaya çıkmıştı. Rusya’nın işçi sınıfı nispeten küçük bir azınlıktı. Kapitalistler, büyük bir köylülük, aristokrasi ve Çar vardı. Peki, çarlığı devirmek için demokratik bir devrim istiyorsanız kiminle ittifak yapmalıydınız? Menşevikler şu sonuca vardı: “Bu burjuva demokratik bir devrimdir. Demokratik bir cumhuriyetin yanı sıra kapitalist gelişme de istiyoruz, dolayısıyla doğal müttefiklerimiz burjuva liberalleridir.” Lenin aynı fikirde değildi ve bir “işçi-köylü ittifakı”nı savundu.

Lenin bunun sosyalist değil demokratik bir devrim olacağı konusunda hemfikirdi. Ancak 1905 deneyiminden yola çıkarak, bunun “kesintisiz bir devrim” olma olasılığını da göz önünde bulundurdu – bu ifadeyi kullandı – demokratik devrim başlangıçta öngörülenden daha hızlı bir şekilde sosyalist devrime doğru akıyordu. Bir Menşevik lider Lenin’i “burjuvazisiz bir burjuva devrimi” istemekle suçladı. Lenin’in bu dönemde yaptıklarına ve söylediklerine baktığımızda, bunda doğruluk payı vardır. Bu, onun düşüncesinde 1917’de daha da güçlü bir şekilde yerli yerine oturan öncüller yaratmaya yardımcı oldu.

Owen Dowling: Lenin’in Bolşevik Partisi’nin ana hatları ve 1905’ten sonraki gelişimi, demokratik merkeziyetçilik ilkesiyle birlikte nasıl şekillendi? Programatik olarak, “Bolşevizmin Üç Balinası” nelerdi?

Paul Le Blanc: 1905’ten sonra hem Menşevikler hem de Bolşevikler arasında hayal kırıklığı yaşandı. Bazıları, özellikle de bazı Menşevikler, “illegaliteyi tasfiye etmek” ve sadece yasal reform faaliyetleri üzerinde çalışmak istiyordu. Lenin bunu oportünist ve devrimci mücadeleden uzaklaşma olarak değerlendirdi ve buna şiddetle karşı çıktı. Ancak kendi yoldaşları arasında bazıları daha aşırı sol bir yönde ilerledi: “Devrim 1905’te tam olarak gerçekleşmedi ama her an gerçekleşebilir ve biz de silahlı mücadeleye hazırlanmaya odaklanmalı, Çarlık Duması (parlamento) seçimleri, sendika ve reform faaliyetleri hakkında fazla kaygılanmamalıyız.”

Lenin başlangıçta bunu kabul etti, ancak daha sonra bunun Bolşevikleri izole edeceği ve işçi sınıfının ve ezilenlerin gerçek mücadelelerine dahil olmaları gerektiği sonucuna vardı. Böylece hem bazı Menşeviklerin oportünist “tasfiyeciliğine” hem de kendi Bolşevik yoldaşlarından bazılarının aşırı solculuğuna karşı çıktı. Birçok Bolşevik ve diğerleri Lenin’in yönelimi etrafında birleşti. 1912’ye gelindiğinde RSDİP’in daha derli toplu bir kesimini örgütlemişlerdi.

“Demokratik merkeziyetçilik” ilk kez 1905 yılında Menşevikler tarafından, onlar ve Bolşevikler hala aynı partideyken kullanılan bir terimdi. Bolşevikler ve Lenin bunun mantıklı olduğu konusunda hemfikirdi. Bu, çeşitli projeler üzerinde birlikte çalışan yoldaşların ne yapacakları konusunda tartışacakları, kararlar alacakları, sonra kararları uygulayacakları ve sonuçlardan öğrenecekleri anlamına geliyordu. Bu, Lenin’in etrafındaki örgütün nasıl işlediğinin önemli bir yönüydü. Ancak Menşeviklerin bir sorunu vardı; bazıları illegal mücadelenin tasfiyesini destekliyor, bazıları desteklemiyordu. Bir arada kalabilmek için, tartışmaların ve kararların alındığı, ancak kararlar tasfiyecilerin aleyhine olursa uygulanmayacağı daha gevşek bir işleyişe sahiptiler. Bolşevikler kadar tutarlı çalışamıyorlardı.

Aynı zamanda Lenin ve Bolşevikler, demokratik devrim için bir işçi-köylü ittifakını destekleme yönelimine sahipti. Ve bunları daha fazla insana ulaştırmak için sürekli tekrarladıkları üç talepleri vardı. Bunlar “Bolşevizmin Üç Balinası” olarak bilinmeye başlandı; bu dünyanın üç balinanın sırtında dengede durduğuna dair bir Rus halk masalına atıfta bulunuyordu.

“Bolşevizmin Üç Balinası” şunlardı: 1) özellikle işçi sınıfı için önemli olan sekiz saatlik işgünü; 2) köylülere toprak veren toprak reformu; ve 3) demokratik bir cumhuriyet yaratmak için bir kurucu meclis. Bu, demokratik bir cumhuriyet için işçi-köylü ittifakını yansıtıyordu ve pratik faaliyetlerini bu stratejik yönelimle ilişkilendireceklerdi.

Bu örgütsel ve siyasi tutarlılık sayesinde, 1912 ile 1914 yılları arasında işçi hareketinde giderek daha etkili hale geldiler ve bir parti olarak RSDİP içinde – Menşeviklerden çok daha güçlü – en büyük güç oldular.

Owen Dowling: 1914’te bazı devrimci grevler yaşandı, Rusya’da belki de 1905’ten bu yana ilk kez gerçek bir çalkantı hissedilmeye başlandı. Ardından felaket geldi: I. Dünya Savaşı patlak verdi.

Kitabınızda “felaket”in Lenin’in “zamanının gelişen gerçekliği”ne bakışındaki merkeziliğini, “Bolşevik stratejik yöneliminde temel bir unsur” olarak vurguluyorsunuz. Birinci Dünya Savaşı’nın “felaketi” Lenin’in düşüncesinin yörüngesinde ve devrime giden yolda nasıl bir öneme sahipti?

Paul Le Blanc: Cevabıma bugünden bahsederek başlayacağım. İklim değişikliği yaşanıyor, milyonlarca insan bundan muzdarip ve milyonlarca insan küresel ısınma ve fosil yakıt endüstrilerinin ve genel olarak kapitalizmin yol açtığı kirlilik nedeniyle ölüyor ya da ölecek. Bunu durdurmak mümkün – ancak durdurulmuyor, çünkü bunu yapmak kısa vadede karlı olmayacaktır. Birçoğumuz bunun farkındayız ve dehşete düşmüş durumdayız, giderek daha fazla insan etkileniyor ve bilimin söylediği şey “daha da kötüye gidecek!” Bu bir felaket; hiç umut yokmuş gibi geliyor. Bence savaşmaya devam etmeliyiz. Felaket karşısında radikalleşme de olacaktır ve gerçekten daha sert ve daha etkili bir şekilde mücadele etmek için fırsatlar ve olanaklar olacaktır – ve bence bunu yapmalıyız.

Lenin ve diğer Marksistler bunun gelmekte olduğunu görebiliyorlardı; emperyalist rekabetin, militarizmin ve rekabet halindeki milliyetçiliklerin hızlanması. Ama patlak vermesini engelleyemediler. Ve sonra korkunçtan da beter, büyük, korkunç bir katliam yaşandı. Ayrıca, sizin de belirttiğiniz gibi savaşın patlak vermesi Rusya’da gerçekleşmekte olan devrimci yükselişi sekteye uğrattı. Devrimciler arasında kafa karışıklığı ve baskı vardı – mahvolmuşlardı. Pek çok işçi savaş yanlısı yurtsever coşkuya kapıldı ve bazı devrimciler buna teslim oldu. Bunu yapmayanlar saldırıya uğradı, tutuklandı, askere alındı ve cepheye gönderildi ya da sürgüne zorlandı. Pek çoğu hayal kırıklığına uğradı ve cesaretleri kırıldı. Ancak devrimciler, tıpkı bizim şimdi yapmamız gerektiği gibi, olaylar hakkında daha derin düşünmeye zorlandılar.

Birinci Dünya Savaşı felaketi de Lenin’in algıladığı gibi Avrupa’daki işçilerin ve diğerlerinin karşı karşıya kaldığı acılar nedeniyle giderek radikalleştirici bir etkiye sahip olacaktı; birçok kişi sakatlandı ve öldü, birçok sevilen kişi yok edildi, hayatlar kaosa dönüştü. Bunun radikalleştirici bir etkisi vardı, tıpkı iklim değişikliğinin daha fazla sayıda insan üzerinde bu tür bir etkiye sahip olması muhtemel olduğu gibi. Lenin, stratejik ve taktiksel düşüncesini bu bağlamda geliştirdi, tıpkı bizim de kendimizi şekillendiren bağlamda yapmamız gerektiği gibi.

Owen Dowling:  Açıkçası burada konuşabileceğimiz çok şey var. Lenin’in emperyalizm teorisi, SPD’nin Alman devletinin çabalarını desteklemesine karşı tutumu, Zimmerwald savaş karşıtı konferansı, vs. Ama belki de Şubat Devrimi’nden sonra 1917’de Rusya’daki duruma ve Lenin’in sürgünden döndükten sonraki Nisan Tezleri’ne geçmeliyiz. Sizce Lenin’in ünlü “Barış, Toprak ve Ekmek – Tüm İktidar Sovyetlere” çağrısı ve o yaz Devlet ve Devrim‘de bir tür anarşizmle flört etmesi, düşüncesinin önceki yörüngesiyle bir sürekliliği mi yoksa ondan bir kopuşu mu temsil ediyor?

Paul Le Blanc: Bu soru akademisyenler arasında, örneğin ben ve Lars Lih gibi diğer insanlar arasında, kopuş karşı süreklilik sorusu üzerine yapılan tartışmaları içeriyor. Benim vardığım sonuç her ikisini de görebileceğimiz yönünde. Lars çok fazla süreklilik olduğunu savundu. Bunda doğruluk payı var. Demokratik devrimi gerçekleştirmek için işçi-köylü ittifakı kavramında ve ayrıca Lenin’in “kesintisiz devrim” kavramında süreklilik var. Lenin ve diğerlerinin Marx ve [Friedrich] Engels’in 1882’de Komünist Manifesto‘ya yazdıkları ve “devrim önce Rusya’da patlak verirse ne olur?” sorusunu ele aldıkları giriş yazısını okumuş olmaları da bir gerçektir. – Bunun, Avrupa’da ve dünyada devrimci bir dönüşüm gerçekleştirmek üzere Ruslara katılacak olan Batı’daki devrimci güçlerin de yükselişine işaret edebileceği yanıtını vermişlerdir. Dolayısıyla Lenin’in 1917’deki yaklaşımı ile kendisinin ve yoldaşlarının daha önce düşündükleri şeyler arasında pek çok süreklilik vardır.

Aynı zamanda “kesintisiz devrim” kavramı 1905’te bir olasılık olarak arka plandaydı ama 1917’de güçlü bir şekilde ön plana çıktı. Devlet ve Devrim‘i 1905’te yazmış olamazdı – ama 1917’de ağzından dökülüverdi. Devlet ve Devrim‘de yer alanlar ve kurucu meclis yerine sovyetlere yapılan vurgu, 1917’de Lenin’in düşüncesinde farklılıklar, değişiklikler olduğunu gösterir. Bu dönemde söylediklerinin bazılarında, anarşist düşünceye benzer bazı kavramlar da dahil olmak üzere, daha önce küçümseyerek reddettiği şeylere yaklaştığını görüyoruz. Yani her iki şey de oluyor: bir süreklilik var ama Lenin durağan değil – düşüncelerinde kendisinin ve diğer yoldaşlarının öğrendiği ve düşündüğü yeni şeyleri yansıtan dinamikler var. Sürekliliği ve yeni olanı görmek önemlidir.

Owen Dowling: Ekim 1917’deki devrimin arifesinde Lenin’in Bolşevikleri ne tür bir halk desteğine sahipti?

Paul Le Blanc: Burada, bu soruyu yanıtlamakta faydalı olabilecek iki çağdaş anlatıdan bahsetmek istiyorum: Bunlardan biri John Reed’in Dünyayı Sarsan On Gün adlı kitabıdır. Reed, 1917 Eylül ve Ekim aylarında Bolşeviklere verilen desteğin yükselişinin izini sürmüştür. Daha önceki dönemlerde böyle bir durum söz konusu değildi. Ancak Şubat-Mart aylarında Çar’ın devrilmesinden bu yana insanların yaşadığı deneyim nedeniyle, giderek artan sayıda işçi, asker ve köylü, devrimden yana olduğunu iddia eden daha ılımlı sosyalistlerin, liberallerin ve muhafazakarların yönelimlerini reddediyordu, çünkü bunlar aslında Çar’ı deviren insanların özlemlerini yansıtmıyordu.

Burada Isaac Don Levine’i de anmak istiyorum. Reed Bolşeviklere tamamen sempati duyuyordu ve Devrimden kısa bir süre sonra Komünist harekete katıldı. Isaac Don Levine farklı bir adamdı: Rusya’dan göç etmişti, Rusça biliyordu, Alexander Kerensky’ye yakınlık duyuyordu – Lenin’i pek sevmezdi. Ama New York Tribune için yazdığı gazete makalelerine dayanan bir kitap yazdı, Haziran 1917’de çıkan Rus Devrimi adlı bir kitap.

Leon Troçki’nin daha sonra “ikili iktidar” olarak adlandırdığı şeye atıf yapıyordu. Muhafazakarlar, liberaller ve bazı ılımlı sosyalistlerden oluşan geçici bir hükümet vardı ve Levine bu hükümeti Woodrow Wilson yönetimindeki Birleşik Devletler hükümetine benzetiyordu. Bir de çarı devirmek için savaşan ve kan döken insanlardan oluşan sovyetler vardı. Sovyetlerin sosyalist olduğunu söyledi. Önce otokrasiyi devirmek, çarlığı yıkmak gerektiğine inanıyorlardı ama sonra savaşı bitirmek ve sosyalist bir dünya yaratmak için ilerlemek istiyorlardı. Levine’in Haziran 1917’de aktardığı da buydu.

Lenin “Tüm İktidar Sovyetlere” derken, Bolşevik sloganın yankı bulduğu bağlam buydu. Sonra, yaz boyunca Menşevikler ve diğer ılımlılar kendilerini gözden düşürdüler ve Bolşevikler oldukça iyi göründüler ve sloganları daha da yankı buldu. Yani o anda, kesinlikle devrimci askerler, işçiler ve köylülüğün geniş kesimleri arasında önemli bir desteğe sahiptiler.

Owen Dowling: Lenin’in “proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü” hakkındaki düşünceleri devrimci hükümetin ilk yıllarında nasıl pratiğe dönüştü? İç savaş deneyiminin Lenin’in Bolşevik Partisi’nin siyasi kültürü üzerinde ne gibi etkileri oldu?

Paul Le Blanc: 1917’ye kadar Lenin’in ve Bolşeviklerin teori ve pratiğinde bir tutarlılık ve bütünlük görebilirsiniz. Bunun son derece demokratik olduğunu iddia edebilirim: işçilerin, askerlerin, köylülerin ve diğerlerinin demokratik konseyleri tarafından yönetilmesi anlamına gelen sovyet iktidarının mümkün olduğuna inanıyorlardı – gerçek, radikal, eksiksiz bir demokrasi. Ancak iç savaş, dış müdahaleler ve ekonominin çöküşüyle birlikte bunu imkansız hale getirdi. Bu, Lenin ve yoldaşlarının proletaryanın, işçi sınıfının değil, Komünist Parti’nin diktatörlüğünü kurmasıyla sonuçlanan acımasız bir durumdu. Rus Komünist Partisi iktidardaydı ve Kızıl Terör olarak bilinen şeyi serbest bıraktı.

Bunun öncesinde devrimci hükümeti yok etmek için İngiltere ve Fransa hükümetleri, ABD ve diğerleri tarafından desteklenen ve finanse edilen, daha az acımasız olmayan bir “Beyaz Terör” vardı ve onunla etkileşim halindeydi. Beyaz karşıdevrimci güçlerin başındaki Rus general ve amirallerin bakış açısına göre, onlar yeniden Çarlık olmasa bile, bu devrimcileri ve işçi sınıfı ayaklanmacılarını ortadan kaldıracak bir tür askeri diktatörlük kurmak istiyorlardı. Bu kötü, acımasız ve vahşi bir gerçeklikti. Her iki tarafta da insan hakları ihlalleri yaşandı, durum her türlü şekilde kontrolden çıktı ve hatalar yapıldı – Lenin ve yoldaşlarının 1917’ye kadar yazdıkları, söyledikleri ve yaptıklarıyla tutarlı olmayan korkunç hatalar.

Bu bir felaketti. Bazı insanlar bu otoriter şiddet yoluyla Lenin ve yoldaşlarının sosyalizme giden yeni bir yol yaratmaya çalıştıklarını iddia ettiler. Ama onlar bunu yaratmaya çalışmıyorlardı; hayatta kalmaya çalışıyorlardı. Bazıları bunun “sosyalizme giden yeni bir yol” olduğunu iddia etmiş olabilir, ancak kesinlikle öyle değildi ve bir noktada çoğunun terk edilmesi gerekiyordu.

Lenin’in bu felaketten önce “proletarya ve köylülüğün demokratik diktatörlüğü” hakkındaki düşünceleri, bazı tutarlılıklar olsa da kısmi bir değişim geçirdi. Lenin, bunun Rusya’da sosyalist bir devrimin başlangıcı olacağını ve Rus işçi ve köylülerinin I. Dünya Savaşı’nın aynı etkilerini hisseden diğer ülkelerle birleşeceğini düşündü. Bu nedenle, Rusya’da kurulmakta olan hükümetten “köylülükle ittifak halinde bir proletarya diktatörlüğü” olarak söz etti. Lenin için bunun hala demokratik bir içeriği vardı, ancak İç Savaş döneminde bu büyük ölçüde buharlaştı. Eski idealler için savaşan çeşitli Bolşevikler vardı ve belli bir noktada Lenin de savaştı. Eski fikirlerden asla vazgeçmedi ama İç Savaş krizinde bunların bir kenara bırakılması gerektiğini hissetti. Ölürken onları yeniden gündeme getirmeye çalıştı.

Ancak İç Savaş deneyimi yıkıcı olmuş ve devrimi demokratik olmayan bir savrulmaya itmiştir. Merhum Arno Mayer’in Fransız ve Rus Devrimlerindeki şiddet ve terörü inceleyen The Furies (Öfkeliler) adlı çok güzel bir kitabı var. Mayer yaşananların çoğunu belgeliyor ve bence üzerinde düşünmeye değer bir şekilde bu dinamiğe parmak basıyor.

Owen Dowling: Sondan bir önceki bölümde, Lenin’in felç geçirdikten sonra güçten düştüğü son yıllarını oldukça etkileyici bir derinlikle özetliyorsunuz. Moshe Lewin’in 1968 tarihli kitabı Lenin’in Son Mücadelesi’ne atıfta bulunuyorsunuz. Bu mücadele neydi? Ünlü “vasiyeti” neydi ve -özellikle de kısa bir süre sonra gerçekleşen ölümünün yüzüncü yıldönümünde- Lenin’in yaşamı ve çalışmalarına ilişkin genel değerlendirmemiz içinde bunlara nasıl bir yer vermeliyiz?

Paul Le Blanc: İlk olarak dostum Lars Lih’ten bahsedeceğim. Kendisiyle çeşitli konularda fikir ayrılıklarımız var, ancak birçok konuda da hemfikiriz ve bence çok iyi tespitlerde bulunduğu noktalardan biri de “Lenin’in vasiyeti”dir. Bu isim – ve aslında “Lenin’in son mücadelesi” – genellikle Komünist Parti kongresine yazdığı ve çeşitli Bolşevik liderleri değerlendiren ve Stalin’in çok fazla güce sahip olduğunu ve görevden alınması gerektiğini belirten mektuba atıfta bulunmak için kullanılır. Bu, Lenin’in son vasiyetinin bir unsuruydu, ancak Lars, Lenin’in vasiyetinin aslında bundan çok daha fazlasını kapsadığına dikkat çeker. Bu, tek bir belgeden değil, bir dizi belge ve makaleden oluşur.

Lenin, hayatı boyunca uğruna mücadele ettiği taahhütlerden, fikirlerden ve ilkelerden uzaklaşılmasından memnun değildi. İlk felci geçirdiğinde -1922, 1923 ve 1924’te bir dizi felç geçirdi ve sonuncusu onu öldürdü – en yakın yoldaşlarından biri olan Lev Kamenev onu ziyarete gitti ve esasen şu soruyu sordu: “Lenin neden mutsuz?” ve o “hemen hemen her şeyden, özellikle de bürokrasinin gelişmesinden” diye cevap verdi. Dolayısıyla, Lenin’in son vasiyetinin bir yönü, büyüyen bürokrasiyi kontrol etmenin ve geri püskürtmenin, işçilere ve köylülere daha fazla söz, yetki ve iktidar vermenin yollarını bulmaya çalışmaktı. Onu çıldırtan bir başka şey de “komünist kibir” dediği şeydi (bilirsiniz, “Biz her şeyi biliriz yoldaşlar, bize bırakın!”). Bu onu çıldırtıyordu, çünkü yoldaşlar her şeyi bilmiyordu – bilmedikleri çok şey vardı ve kibirlenmeyi bırakıp “bunun yerine öğrenmeli, öğrenmeli ve öğrenmeli” ve daha mütevazı olmalıydılar. Vasiyetinin bir başka unsuru da John Reed’in kitabını övmek ve diğer olumsuz yorumları eleştirmekti. O halde vasiyetinin bir bölümü 1917 Devrimini savunmak, ama aynı zamanda onu korumaya ve çeşitli şekillerde ilerletmeye çalışmaktı.

Vasiyetinin bir başka yönü de çok ilginçti. Ölümünden önce, çok saygı duyduğu eski anarşist Pyotr Kropotkin ile görüşmüştü. Kropotkin, Lenin’e ve Bolşevik diktatörlüğüne karşı kesinlikle çok eleştireldi, ancak Devlet ve Devrim‘i ve Lenin’in söylediği ve savunduğu şeylerin bir araya getirildiğini gördüğü devletin ortadan kalkması fikrini gerçekten çok sevdi – nihai hedef olarak devletsiz bir sosyalizm. Tartışmalarında Kropotkin, Lenin’in reddettiği kooperatifleri savundu, ancak son makalelerinden biri, işçilerin ve köylülerin ekonominin çeşitli yönlerini – hem tüketim hem de üretim faaliyetlerini – kontrol etmelerini sağlayacak kooperatifler geliştirme ihtiyacı üzerineydi. Bu, Sovyet Cumhuriyeti’ni onun tercih ettiği sosyalizm türüne daha fazla yaklaştıracaktı.

Yani tüm bunlar onun vasiyetinin bir parçasıydı. Sonra liderlik meselesi vardı ve Stalin’in muazzam bir güce sahip olduğu ve – bilerek ya da bilmeyerek – Lenin’in ulaşmaya çalıştığı bazı şeylerin altını oyduğu gerçeği vardı. Lenin, liderlikte bir değişim olması gerektiğini düşünüyordu. Tüm bunlar için artık çok geç kalınmıştı, ancak bu “son mücadele” Lenin’in hayatı boyunca uğruna mücadele ettiği şeylere olan bağlılığının devam ettiğini gösteriyordu ve aynı zamanda sosyalistlerin hangi yönlere gitmeyi düşünmeleri gerektiğine dair bir fikir veriyordu.

Owen Dowling: Lenin 21 Ocak 1924’te elli üç yaşında son bir felç geçirerek öldü. Bir asır sonra, Lenin’de özellikle karakteristik olarak tanımladığınız temalar – demokrasi ve felaket – her zamankinden daha uğursuz bir şekilde beliriyor. Konuştuğumuz gibi sadece kapsayıcı bir “çoklu kriz” ve ortaya çıkan genel iklim kriziyle karşı karşıya değiliz, aynı zamanda Ekim Devrimi’nin tarihi kalbinde korkunç bir savaşın neredeyse iki yılı ve Filistin’de bir soykırımın üçüncü ayı içindeyiz – daha geniş bir bölgesel yangın tehlikesi ile birlikte. Bu karanlık dönemde sosyalizm için mücadele edenler, ki buna herhangi bir “Leninist gelenekle” özdeşleşmesi gerekmeyenler de dahildir, bu yüzüncü yılda “Lenin’e dönüşten” ne elde edebilirler?

Paul Le Blanc: Kendilerini Leninist olarak gören ya da görmeyen insanların öğrenebileceği çok şey olduğunu düşünüyorum. Bahsettiğiniz şeylerden bazıları – emperyalizm teorisi, radikal ve kapsamlı bir demokrasiye bağlılık ve işçi sınıfı çoğunluğunun merkeziliği – Lenin’in bir parçasıdır ve Lenin’in tüm fikirlerine katılalım ya da katılmayalım hepimiz tarafından ciddiye alınmalıdır.

Eylemciliğimiz, çoğu zaman olduğu gibi, sadece ruh halimiz ve gelip geçici modalar tarafından değil, sloganlarla değil, çalışma ve ciddi tartışmalarla, bazen anlaşmazlıklarla, eylemcilik ve deneyimle yönlendirilmelidir. Açık olmamız elzemdir, ancak bu açıklığı teori, analiz ve ilkelerle harmanlamalı, öğrenmeye devam etmeli ve her şeyi bildiğimizi varsaymamalıyız. Bunlar Lenin’in temel yönleridir. Bunlardan bazıları sadece ona ait değildir, ancak Lenin bu konularda çok iyidir. Ona, Rosa Luxemburg’a ve diğer devrimcilere (Lenin’e şiddetle karşı çıkanlar da dahil olmak üzere) bakmaya değer.

Başka bir şey daha var. Eleştirel düşünen kadrolar geliştirmek önemlidir – bir durumu nasıl ölçüp biçeceğini, nasıl örgütleneceğini, etkili olabilecek bir bildiriyi nasıl yazacağını, bir toplantıyı nasıl örgütleyeceğini ve bundan nasıl etkili kararlar çıkaracağını öğrenen devrimciler. Bunu herkes yapamaz. Ancak bu tür insanların aynı zamanda insanları örgütlemeye yardımcı olmaları ve onlara aynı tür şeyleri nasıl yapacaklarını öğretmeleri gerekir. Etkili olma ihtimali olan kitlesel bir devrimci hareket inşa etmek için buna çok ihtiyaç vardır. Lenin bu tür şeylere çok önem verirdi.

Ama aynı zamanda kibirli, her şeyi bilen kişiler olmamaları ve öğrenmeye açık olmamız gerektiği fikrine de sahip olmak gerekir. Ve yoldaşlar hata yapmaya istekli olmalıdır – bu kaçınılmazdır. Önemli olan hataların farkına varmak ve onlardan ders çıkarmaktır.

Bu da ek bir tür işleyiş anlamına gelir. Bu, her şeyi bilen bilge bir lideri ya da merkezi komiteyi takip etmekle ilgili olamaz; giderek daha fazla insanın içgörülerini, bilgilerini, deneyimlerini ve anlayışlarını kattığı demokratik bir kolektif işleyiş olmalıdır.

Bu bağlamda, tartışabilmeli, münazara edebilmeli, ne yapılacağını değerlendirebilmeli, karar verebilmeli, kararı uygulayabilmeli, sonuçlardan ders çıkarabilmeli ve sonra tekrarlayabilmeliyiz. Bu Lenin’in yaklaşımının bir parçasıydı. Etrafımızda yaşanan felaketlerle etkili bir şekilde başa çıkmak istiyorsak biz de bunu yapmalıyız.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
242AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin