yaklaşımlarÖzkan YıkıcıÇakma değil, bütünsel ele almanın önemi – Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Çakma değil, bütünsel ele almanın önemi – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Geçen akşam sürekli dinlediğim prokramlardan ilgili olanı izliyordum. Tez Hocam dda olan Emre Kongar da konuyu ele alıyordu. Erdoğanın K. Kıbrısa gelip Maraştaki “piknik” durumunu deyerlendiriyordu. Özellikle öteki Kemalistler gibi Erdoğanın “8 uçakla” adaya gelişi üzerinde duruyordu. Doğrusu durulmayacak gibi de deyildi. Fakat, Türkiye kamuoyu bu tutuma alışılması da gerekiyordu. Nasıl ki Türkiye içindeki görkemli dolaşımdaki kalabalık veya yurt dışı gezilerindeki katılım kalabalığı nasıl olduysa K. Kıbrısa da aynen tekrarlandı. Üstelik, siyasal probaganda operasyon algısı da işin parıldayın yıldızıydı. Bazı dış yayınlar gezi ve piknik yanına karşıt olarak protestoları da vurguladılar. Hocam ve öteki Kemalistler neden se bu yöne pek ilgi göstermediler!

****

Ayni günlerde bu defa ABD dışişleri bakanının istanbula geliş şeklini de eleştiriyorlardı. Kimine göre “siyasal krize dek” alınması gereken tutum olarak önerildi. Ponpeyonun Türkiye yetkilileriyle görüşmemesini de eleştirdiler. Hocam buna da deyindi. Elbet, Erdoğanın Kıbrıs çıkartmasında salt kalabalık ve alışılan şov dalgasına göndermeler yapılırken, Ponpeyonun yetkililerle konuşmamasını eleştirirken, devletçi refleksin nasıl bütünleşen siyasal gerçeğinin de işaretiydi. Halbuki ayni olayın içinde özde olup de geçiştirilen önemli can yakıcı olgular da vardı. Bunalr ötelenip, diyalektik ilkeler itilerek devletçi refleksle bakılmanın kendisini yakalıyordum.

Şöyle bir eksiklik desem: Madem hocam ve perkner arkadaşı Yanardağ Erdoğanın görkemli gelişine dokunuyorlardı: ozaman, ısrarla tekrarladıkları bağımsız devlet olgusuna yine öteki yanlışı da neden söylemediler? Türkiye yetkilileri son dönemde sık sık adaya geldiler. Ama, hani Ponpeyona yöneltikleri eleştiri vardı ya: aynen TC yetkilileri de başta Fuat bey ile Çavuşoğlu da KKTC Cumhuru eski Akıncıyı ne ziyaret ediyor nede temas ediyorlardı. Peki buna diyecek sözleri yokmuydu? Başka bir olgu: Erdoğan K. Kıbrısa gelip Varoşa veya Maraşa girip “piknik yaptı”! Uluslararsı hukuk Maraş için ne diyordu? Üstelik, bağımsız bir devlet deyil de Türkiyenin Konya belediyesinin koordinasyon yapıp Maraştaki koşulalrı hazırlamasının da adı yokmu?

Galiba hocam gibi bilim akademisyenliklerine deyer veren bizler sık sık suratımıza şu vuruluyor: iş K. Kıbrısa gelince ne hukuk, ne bilim nede oradakilerin düşündükerli akla gelmenin dışına itiliyor. Ne yazık senelerdir bunu yaşıyoruz. Aynen Müntaz Soysaldan beri böyle. Üstelik, Erdoğanın uçak sayısına takılırken, Fazıl küçük ile Denktaşın mezarlarının ziyaret edilmemesi de konu deyildi. Olay, Türkiye iç politikasına mavzeme yapılacak 8 uçak hikayesi kalıyordu. Tabi, Tatarın ister tarihi ister mizahi mavzeme olacak olan “eyapacaktım, ne yapacaktım. Cumhur başkanıma telefon açtım” deme tavrı da ibretliktir. Aslında Ersin Tatar farkında olmadan şunu haykırıyordu: “Ben adına bakmayın Cumhur falan deyilim, cumhurum Erdoğandır” diyordu. Bir başkan ötekine başkanım diye kendi halkını hele muhalefet gördüğü kesimi şikayet ederse ne olur?

Birden aklıma 77 yılının Sonbaharında araştırmaya başladığım Sömürgecilik tarihindeki önemli liderlik nitelemeleri geldi. Sömürgecilikte sömüren kesim kendine en uygun işbirlikçiyi seçer. Onu besler ve lider yapar. İstediğini yapmasını ve kendi dışında sömürge yöreyi yönetemeyerek hem kendine bağlı, hem de halkının da sorunlarını çözemeyecek ikilemde tutar. Hatırlayın Ersin Tatarın yakın tarihini. Nasıl ingiltereye veya uluslararası Avrupaya gidemezken, tutuklama kararının kaldırılmasını. Üstelik İngiltere yargısından da karar alınmamasına rağmen. Öyle bir haber duyulmazken, ansızın kaldırıldı bilgisine dahi Tatar epey kararsız kaldı. Tabi,o dönemde Türkiyede öldürülen İngiliz ajan hikayesi de başka bir ayni dönemlik bilgidir.

Nitekim, Maraşın B.M. kararlarından tutun öteki uluslararsı belgeerde hem Türkiye kontrolunda olduğu hem de B.M. denetiminde sahiplerine açılma kararına rağmen bu gelişmeler oluyor. Bunlar hiç birlikte düşünülmedi. Düşünülse, en azından Türkiye devlet politikasını daha doğru şekilde olgularla tamamlayıp deyerlendirme şansı olacaktı. Zaten, daha önce de yazdım: Hocam ve yanardağın direk Tatarın kazanmasına sevindikelrini de tanık olduk. Bol bol eleştirip yanlışarını sıraladıkları ve bedel de ödedikleri AKP rejiminin Kıbrıs adaayını başka yere çekip destekliyorlardı. Tıpkı, Denktaşın burada Kemalistleri katlederken, Türkiyedeki Kemalistlerin Denktaşcı olması gibi…..

Kıbrıs penceresi hep böyle sislidir. Fakat, Türkiye başka bir gerçeği de yaşıyordu. Alman faşizmin dersi yeniden yazılıyordu. Bu defa isimelr deyişik. HDP belediyelere kayum atanırken, liderleri içeri tıkanırken, Türkiyenin özellikle batıdaki Kemalistler sesiz kaldılar. Şimdi sıra onlarda. Kılıçtaroğlu hem de daha dün hapisaneden çıkarılan faşist Çakıcının tehtitlerine maruz kaldı. Devlet hukuku dediği kurumu aaradı. Yok! Oysa, baştan demokratik duruşta olsa, bunlar başına gelmeyecekti. Benzer çok gelişme oluyor. Diyarbakır, Mardin Van belediye kayumuna ses çıkarmazken, şimdi İstanbul belediye başkanının kanal projesine karşı çıkmasına bahanelerle soruşturmalara dek gelindi. Alman faşizminin dersi yeniden yazılıyor…

Kuzey Kıbrısta ise işler darmadağın. Teslimiyet ve müdahale öylesine yerleşti ki UBP bile nasibini alıyor. Ama, ganimet ve yandaşlama rantı var ya: başk düşünce de kalmadığı için de çarasizce çırpınılıyor. Ama, saraya taşınan Tatar, grip aşısı dahi yok ken kendine lüks bir arabayı hemen sipariş verdi. Erdoğanın yeni muhtteşem saray ikramı müjdesini de aldı. Sonrası mı: egemen ve siyasal eşit Kıbrıs talebiyle kandırmaca oynuna gelindi.

***

Böyle bir dünyamız var. Ötesini söylemeye gerek var mı? Madem kendine karşı olup da dışarıya gelince yanında duruluyorsa, devletin sınıfsal gerçeği yönetim biçimine bakılmaz sa sömürgecilikten uzakta yıldız aranırsa, elbet seçeneksizliği de kökleşir. Her sistem kendi aydınını politikacısını ve gazetecisini de yetiştirir. Boşuna deyil sanatçı, aydın ve bilimci gerçeklerle sorguladığı için hep muhalif olmak zorundadır tarihi gerçek hep hatırlatılır. Unutmadan: sevgili hocamla olan çelişkilerimden biri de MHP demokratikleşme anlayışıdır. Paramilitr devlet yapısı gerçeğinden hep kopardığı için koşuldaki ayara hocam hep onlar da demokratlaşıyor diyordu. Çakıcı ve Bahçeli ona sanırım yanıtı verdi. Tıpkı Tatarın iyi insan diyenlere işbirlikçilikle nelere muktedir oluşu gibi.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
240AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin