Gerçekten liderlerimiz barışı istiyor mu? – Ulus Irkad

618

Elbette Kıbrıs sorununda suçu sadece bir tarafa atıp seyretmek ne kadar doğrudur bilemeyeceğim ama “blame-game”de aşırı noktalara gidildiği doğru. 2004 yılındaki referandumda Kıbrıslırum toplumu “Hayır” demişti. Biz bu miras üzerinden 14 yıldır oyun oynuyoruz ama topu hep karşı tarafa atıp sorumluluktan kurtulmak değil mi bizimkisi de? Montana ve diğer görüşmelerden beridir ki Sayın Akıncı sessiz, Mevlut Çavuşoğlu en fazla konuşan… Aslında bu durum toplumun geldiği genel durumla ve son pozisyonla ilgili. Türkiye her bakımdan Kuzey’i devralmıştır. Buradaki siyasilerin bir fonksiyonu yoktur, söz sahibi de değillerdir. Türkiye istediği partiyi seçtirir veya dibe vurdurur. Hele hele resmi ideolojiye uymayan bir partinin yaşam hakkı yoktur. Bir şekilde susturulmaktadır. Türkiye bilhassa 1981 seçimleri gibi bir sürprizle karşılaşmak istememektedir. Ne olmuştur 1981, 28 Haziran seçimlerinde? Hiç beklenilmeyecek bir şekilde muhalif sol partilerden biri, hem de içindeki iki sol fraksiyonla örgütlenerek de , taşınan nüfusa rağmen, UBP’yi altetmişti. Tarihinde ilk kez olarak TKP, oyların %28’ini alarak etkili olmuş, hatta hükümeti kurabilecek bir duruma gelmişti. Koalisyon hükümetiydi ama hükümeti kuracak durumda olan TKP idi. TKP lideri Durduran da Başbakan olacaktı. Bu Türkiye’deki askeri Cunta için dayanılacak bir durum değildi. Bu arada TKP içinde iki sol fraksiyon,Türkiye’de tehlikeli görülen Marksist ve Leninist sol grup bayağı örgütlenerek, Türkiye askeri Cuntasının tepkisi ve de telaşına sebep olmuştu. Bu iki fraksiyon tehlikeliydi Cunta’ya gore. 12 Eylül 1980’de, seçimlerden daha bir sene once, Türkiye’de yapılan darbede, bu adamların hemen hemen hepsi toplanarak hapisleri doldurmuştu. Gerekirse Kıbrıs’ta da aynen bir 12 Eylül Darbesini düşünüyorlardı. 1990’lı yıllarda, bu konuda bir demeç veren rahmetli eski Başbakan Mustafa Çağatay, bu gerçeği Ortam Gazetesine anlatmış ve askeri böyle bir darbe olasılığından ötürü nasıl engellediğini de söylemişti(Bk. Önemli Bir Dönemin Tanığıyla…Mustafa Çağatay’la Konuştuk, söyleşi , Neriman Cahit, 31 Mart-1 Nisan, Ortam Gazetesi).

İşin diğer en büyük olayı ise yine 1981, 28 Haziran seçimlerinde Toplum lideri federe Devlet Cumhurbaşkanı Denktaş’ın da, gene rahmetli Ziya Rızkı karşısında aldığı sonuç pek parlak değildi. Denktaş seçimler sonunda “Sol çok büyüdü budanması gerek” diye demeçler vermişti. Akıbet 1981 seçimleri tamamıyle müdahale ile engellenirken, 1981 sonrası hem Türkiye’den nüfus taşıma eylemleri çoğalacak, hem de seçimlere müdahaleler artık aleni yapılacaktı. Her seçim döneminden once seçmenler yazılmış, her seçim döneminde seçmenlerin sayısı artmıştı. Buna maalesef muhalefet partilerinin çoğu fazla ses çıkaramamışlardı. 1989 seçimlerinden önce kurulan YKP (Yeni Kıbrıs Partisi) ses çıkarıp bunu resmi dünya kanallarına duyurunca, kurulduğu ilk gece bombalanacaktı. Tabi Halk-Der’e karşı TKP içinde sürdürülen saman altı oyunlar, Halk-Der’i TKP’den tasfiye etmek için yapılanlar da buraya nakledilmelidir. Sayın Akıncı bunları birkaç sene önceki bir  demecinde saklamayacak ve şöyle dillendirecekti (Mete tümerkan, Havadis,16/6/2012):

“Mustafa Akıncı: Durduran ve Halk-Der ekibi arkadaşları… Onların anlayışı “Biz Kıbrıslı Türk ilericiler sadece Kıbrıs Türk Yönetimi’ni eleştiririz, Kıbrıs Rum ilericiler de Kıbrıs Rum Yönetimi’ni eleştirecek ve doğruları bulacağız” diye idi. Biz kendi yönetimimizi her gün kaldırıp kaldırıp yere vuruyorduk, yanlışlarını seslendirip eleştiriyorduk ama yeri ve zamanı geldiğinde sağ iktidarların yaptığı gibi içteki olayları unutturmak adına sabah akşam temcit pilavı gibi Rumlara saldıralım değil, ama mesela bir Kipriyanu yönetimi, bir Andreas Papandreu yönetiminden açıkça federal çözümü desteklediklerini, Kıbrıs Türk toplumunu, Kıbrıs Türk halkını bir azınlık olarak görmediklerini, bunu açıklamalarını istemek hiç bir zaman yanlış olan bir tavır olamazdı. Bu nedenle ben karar suretinde bunları da dillendirdim. Temel amacımızın da federal çözüm olduğunu da sonuna kadar bunun mücadelesinin verileceğini ama paralel süreçlerde de Kipriyanu yönetimi ile Papandreu yönetiminin de Kıbrıslı Türkleri bir azınlık olarak görmediklerini, federal çözüm istediklerini beyan etmelerini talep edeceğimizi belirttim. Bunu yapmadıkları takdirde de yeni bir devlet kurmak değil ama o zamanki devletin kendi kendine yeten, kendi ayakları üzerinde duran ekonomisi ile demokrasisi gelişip güçlenen ve uluslararası alanda da kabul görmesi için çaba harcayacağımızı bildiren ve tabii ki Türkiye ile ilişkilerde karşılıklı saygıya dayalı ilişkiler kurulması gerektiğini… Bugün KKTC için ne söylüyorsam o gün de bunu öneren bir taslak sundum. Buna Durduran ve arkadaşları şiddetle karşı çıktılar. Kurultayda da benim çoğunluğum yoktu. Sayın Bozkurt da bu konularda o zaman farklı bir tavır içindeydi. Daha sonraları KKTC’ye çok sahip çıktı. Ama orada ayrı devlet konusunda şiddetle karşı olduğunu söylemişti. Tabii daha sonraki söyleşilerinde onu o şekilde seslendirmediğini gördüm. Ama işin gerçeği o gün oydu. Ben tekrar ediyorum, ben yeni bir devlet önermedim orada. Ve var olan bir devletin Türkiye ile olan ilişkilerinde ve dünya ile olan ilişkilerinde daha farklı çalışmalar yapacağımızın gerekeceğini, TKP’nin de bu işin bayraktarlığını yapması gerekeceğini seslendirdim. Çünkü sağ iktidarların bu taraklarda bezi olmadığını söyledim. Bu ve buna benzer bir kaç öneri içyapımıza, Türkiye ile olan ilişkilere ilişkin… Hatta Ulusal Konsey’in kurulmasına ilişkin önerilerimiz vardı. Bunlar oylanmadı bile. Dediler ki bunları parti meclisine havale edelim. Benim zaten hedefim şuydu: Parti meclisinin getirdiği görüşler vardı, benim getirdiğim, 3 kişinin getirdiği görüşler vardı. Bunlar amalgame edilerek ortaya Rum Yönetimi’ni de uyaran, dikkatli olmalarını ve Kıbrıs Türk halkını azınlık olarak görmekten vazgeçmelerini isteyen, ona çağrı yapan bir adım atılmasını sağlamaktı. Bir de partide dağılma başlamıştı. Kasımda kurultay yapıldı, mayıs ayında Fuat Veziroğlu istifasını vermişti. Daha sonraki aşamada Özbaflı partiden ihraç edildiydi. Öğretmen kesimi partiden koptuydu. Böyle bir dağılma karşısında benimki aslında bir toparlanma girişimiydi. Yoksa o kurultayda ben seçilmeyeceğimi biliyordum. Netice itibarı ile böyle bir ayrışma oldu”.

Sayın Mustafa Akıncı’nın yukarıda söylediklerini bircik bircik okuyun ve ayrıştırın. Kusura bakılmasın, bu açıklamada niye bugün sessiz bir duruma gelindiği, Kıbrıslıtürklerin niye artık Kıbrıs siyaset sahnesinde söz sahibi olamadıkları ve gizli hesapların sadece KKTC’yi tanıtmaya yönelik olduğu, ortaya çıkar. Halk-Der’e niye karşı olunduğu da yaptıkları devimci- demokratca eleştirilerdendir. Elbette öncelikle bir namuslu demokrat veya devrimci-demokrat kendi egemenlerini eleştirmelidir. Bunda hiçbir yanlış bulunmamaktadır.

KKTC yetkililerinin sessizleşmesi ve Mevlut Çavuşoğlu’nun Montana Görüşmeleri dahil, Kıbrıs Sorunu üzerinde söz sahibi olmasındaki sebep de işte bu görüşlerin içinde yatmaktadır…