“Türkiye bir hukuk devleti bile değil”; KKTC olsa ne yazar! – Halil Paşa

3494

Bu yıl, aralarında Cumhuriyet gazetesinin de bulunduğu “Alternatif Nobel Ödülü” alan kuruluşlar için Almanya Cumhurbaşkanı’nın verdiği davete, gazeteyi temsilen katılan yazar Özgür Mumcu; Türkiye’nin öngörülemez bir ülke olduğunu ve artık bir hukuk devletinden söz edilmesinin mümkün olmadığını söyledi.

Mumcu özetle: İlan edilen olağanüstü halin (OHAL) yanı sıra, AKP hükümeti tarafından çıkarılan Kanun Hükmünde Kararnamelerin (KHK), özellikle Anayasa Mahkemesi tarafından denetlenemeyeceği kararıyla, birlikte, Türkiye’nin yakın geleceğinin bütünüyle öngörülemez bir noktaya geldiğini ifade etti. Cumhuriyet yazarı varılan bu noktayı da; “Türkiye bir hukuk devleti, bir kanun devleti bile değil” şeklinde hiçbir yoruma yer bırakmayacak şekilde açıkladı.

………………………………………………………………..

Peki uluslararası diplomaside, Türkiye’nin bir alt yönetimi olarak tanımlanan KKTC bir hukuk devleti midir?

Suyunu dışarıdan akmaya başlayan, elektriğini de dışarıdan almaya hazırlanan ve pek yakında ”susuz elektriksiz devlet” olarak tarihi kayıtlara geçecek ilk devlet olarak geçse geçse Guiness Rekorlar Kitabına geçecek olan KKTC, ne denli bir hukuk devletidir…

Üzerinde devlet ilan ettiği toprakların çoğunu, ”uluslararası hukuk” kurallarını çiğneyerek, alt yönetiminde olduğu Türkiye’nin “pazu gücü üzerinden” elinde tutan KKTC devleti için, hukuk ve siyasi dilde nasıl bir tanımlama yapmak mümkün?

Gelir getirecek üretken kaynakları kıt, kamunun verimsiz, buna karşılık devlet çalışanlarına ve emeklilerine maaş olarak her ay binlerce çek basıp dağıtan…

Meclisteki partilerin ulusal bayramlarda pek şatafatlı yüksek maliyetli yeme-içme-eğlenceler düzenlemekten, bakanlarının Mercedeslere binmekten kendilerini alamadıkları; bırakın “çok kazanandan çok, az kazanandan az” bir vergi adaletini, etkin bir vergi sisteminin dahi kurulamadığı, vergi kaçırmanın bile önüne geçilemediği bir KKTC’yi nasıl ifade etmeli?

Bürokrat kadrolarının, liyakata göre değil, ama andaki hükümet partisinin “güvenilir adamı”, “taraftarı”, “bayrak sallayıcısı” olmasına göre göre tayin ve terfi ettirildiği…

Sürekli bütçe açıklarını dış borçlanmayla karşılayan, “borçlarını ödeyecek olsa bunu ancak borçlanarak yapabilecek” duruma ge(tiri)lmiş bu devleti, KKTC’ni…

Hangi sözcükleri bir araya getirerek tanımlamalı?

………………………………………………………………

İflas bayrağını çekmesi sürekli ertelenerek gecik(tiril)en asalak ve hantal hal-i perişanıyla mı?.

Yetkilerini, yeniden seçilebilmek kaygısıyla, seçmenden oy devşirmek için çıkardığı KHK ile kendi çıkardığı yasalarını dahi kötüye kullanan ya da geçersiz kılan kaşarlanmış siyasi yöneticileriyle mi?

Öte yandan kendisini yöneten aynı parti ve siyasileri seçmeyi de kaderi olarak içselleştirmiş, eski sahibi Kıbrıslıtürklerle, sonradan Türkiye’den adaya “taşınan”, “göç eden”, “yerleşen”, başta Hataylılar olmak üzere pek çok vilayet ve kasabasından varsılı-yoksulu, üniversite öğrencisi-haytası, patronu-emekçisi, esnafı-zanaatkarı, kurpiyeri-kumarbazı, 7/24 açık bakkalı-beş yıldızlı otelcisi, askeri-istihbaratçısı, Süleymancısı-Nakşibendisi vb.

Bütün bu yukarıda sayılan kent, sınıf ve mesleklerin, Kuzeyin demografik yapısını, statükosunun lehine, sürekli bir devinim içinde tutmakta olan bir Cemaatler İttifakı mıdır KKTC?

…………………………………………………………….

Umut bağladıkları ve özellikle ay sonları öve öve bitiremedikleri kurtarıcılarının, tek bir kişinin iki dudağı ile tek parti diktatörlüğüne çoktan kaymış ve çoğu hapiste, kalanları da gün sayan yazarları-aydınları tarafından artık bir hukuk devleti olmaktan çok İslami yaşama çoktan dümen kırmış, hayli de yol almış bir ülke olması, bizim “Tatlı Su Milliyetçileri”ni de endişelendirmiyor değil ya!..

Ama yine de “anavatanın etkin ve fiili garantisi” ve ”KKTC sonsuza kadar yaşayacaktır” düsturlarıyla yatıp kalkıyorlar.

Meclise kapağı atmış sol yanımız” da, kendisinden ve komşusundan misliyle güçlü bir devletin garantisi varken, başındaki haşmetlinin etkin yardımları ve fiili himayeleri altında kalmak kaydıyla; “Çözüm-barış derken, arada bir de Kıbrıslıtürklerin hakları-falan-filan, Omorfo için papatya falı ile malul verir-vermez, Maraş evkafın mıydı neydi..” iddiaları arasında bir kulağı Ankara’dan gelecek seste mırıldanıp duruyor…

Başka solcular da var. Ama sayıca az ve bölünmüşlükleri nedeniyle, meclis solu ve sağının ortak nitelemeleri, “marjinal” halleri nedeniyle, ne kadar radikal ve ne kadar takdire şayan siyasi ifadelerde bulunsalar da, ay sonundaki çeklere odaklanmış “efkar-ı umumiye” tarafından dikkate alınmıyorlar, hatta arada bir meclistekilerin de dürtüklemesiyle hışımlarına uğradıkları bile oluyor.

…………………………………………………………

Bu arada RTE sultasındaki Türkiye dışişlerinin, başından beridir adaya nüfusunu taşıyan, “bütünlüklü çözüme” ulaşılamadığı bahanesiyle de Maraş’ı açmayıp, Omorfoyu da vermeyeceğini her fırsatta, meydan okurcasına nobran bir dille efelenmesi…

Bu arada görüşmelerin bilmem kaçıncı kez çökmesiyle kırılan yeni rekorun üzerinden daha 24 saat geçmeden, “blame game”, yani “karşı tarafı suçlama oyunu”na geçme temayüllerine de baktıkça…

Hele de adanın Kuzeyinin Güneyinden; çok daha kirli bir çevresine ve kötü yollarına, çok daha ölümcül trafiğine ve her Allahın günü beş yıldızlı otellerinden belediyesine arıtma tesislerinden denizine b.k akıtan istasyonlarına, çarpık kentleşmesine, çirkin betonlaşmasına, saat ayarlamasına, trafik kazalarına ve kanalizasyon kokulu sokaklarıyla her gün daha bir kötüleşen yaşam kalitesine şahit oldukça…

Ve nihayet aydınlarının, özgür düşünceli gazetecilerinin dilinde; “artık bir hukuk devleti bile değil” söylemine düşmüş Türkiye’deki ceberrutluğu ve İslamcılığıyla öne çıkan iktidarına bel bağlayan beceriksiz hükümetleriyle yaşamak zorunda kaldıkça…

Marazi yapmaz da ne yapar be dostlar bütün bu çirkinlikler bu adanın insanını?

Siyah siyah konuşmaz da ne yapar trafiğe kurban giden çocukları için anaları-babaları dahi gençleri bu adanın?

Maaşını anası ve siyasal partilerinin bir lütfuymuş gibi algılamaya içselleştir(il)miş  bu ada insanlarının fikri ve yaşamı, sol hafızasını ketum yapmaz da ne yapar?

Daha dün yosun kokarken, bugün b.k kokmaya başlayan denizine bile kör ve hissiz bir cemaatten ne denli kendi ayakları üzerinde duracağı umut edilir?

Devletleri için “bir hukuk devleti bile değil” diyor Türkiye’nin aydınları ve yazarları…

Öyleyse eğer, suyu, elektriği ve de parasının önemli bir bölümünü “anasının” kesesinden sağlayan, bırakın yürümeyi hala bir gün ayakları üzerinde duracağı ümidiyle yanıp tutuşan ve şimdilik bakıma muhtaç halini kanıksamış bu çocuk, KKTC, sosyal bir hukuk devleti olsa ne yazar?