yaklaşımlarÖzkan YıkıcıYakın tarihten günümüze ve günümüzden geleceğe alınacak dersler – Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Yakın tarihten günümüze ve günümüzden geleceğe alınacak dersler – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Haftamız Temuzun ortası. Tamda Kıbrıs yakın tarihinin altüstlerin yaşandığı günlerin yeniden anımsanma dönemi olarak karşımızda duruyor. 15 Temuz Yunan cuntasının adada darbe yapıp adeta yeni dönemin tetiklenmesi başlangıcıyla soradan Türkiyenin 20 Temuz çıkışıyla adanın resmen fiylen ikiyeayrılma döneminin tarihinin yeniden anımsanma günleri oluyor. Fakat tehlikeli olan; ilgili darbe ve müdahaleler adayı parçalarken, silinen belekler ve oluşan dizayin yapılanma sonucu, hala çok uzak olmayan olaylar adeta yokoldu. Günlük çıkara ve dış dinamik yönlendirmesiyle banbaşka yakın tarihle günümüz yeniden sömürgeleşmenin ağına takılıp kalındı. 1974 yılında yaşanan bu olaylar Kıbrıs sorununu daha dış dinamik kısgaca sokarak ve yeni sorunalrla adeta normal sosyolojik gelişmeleri dahi yeniden daha dış etkenle baştan yazdırma dönemi oldu.

Klasik bir söz vardır: “Önce tarihimizi bilmemiz gerekir”. Ancak bu yetmez: Tarihi bilmek kadar onu yorumlayarak ve dersler çıkararak geleceğe yönlendirme duruşunda olmamız şart. Tarihi doğru bilmek ve ondan dersler alarak geleceği düşünmek. Fakat Kuzey Kıbrısta başta tarih adına yazan ve bilim yapanlarında kulanılmasıyla bilinen yakın tarih dahi yaşandığı gibi algılatmama çabası hep resmi idoloji olarak bizi kandırmalarla yaşatıyor. Onun için bizde önce tarihi doğru bilmekle daha geri adımdan başlama düşünce acısı vardır. Tarih sadece basit öykü değildir: Yaşanılan dönemin bilimsel süreci oluyor. Yaşanan diyorum. Bu dahi şunu gösterir: Yaşanılıp tarih olan gerçekler ne silinmeye uğrama olayı olması mümkün veya yeniden yaşanıp düzeltme şansı vardır. Yaşanan yaşandıktan sora tarih oldu. Bunu bilmesekte fark etmez. Artık yaşanıp tarihleşmiştir. Bizde hala tarihi tarih gibi anlamama ve günlük resmi idolojik mavzeme gibi kulanma ısrarı hala etkindir. Olan değil, istenilen günlük idolojik çıkara göre öğretilir.

Tarihin anıdan ve öyküden ayıran özü ise bilimsel akademik kuramıdır. Bizde sıkca yapılan öteki yanlış “Tarihi anı gibi ve tek tek olaylarla açıklama” olgualra sıkışmamızdır. Bundan dolayı kolayca sıkışıp kalırız. Oysa kuram bize olayın sadece kendisini değil, yaşanılan günün olgularıyla anlamamızı ve bunlar üzerinden tarihin oluşmasını önerir. Örnek olarak şuandaki başlığı koyalım. Kıbrısı sadece 15 Temuz darbesi ve Türkiye müdahalesiyle sınırlamamak gerekir. Şöyle bir koşularla birlikte tartmamız gerekir. Doğrudur: Darbe oldu ve sorası müdahale gerçekleşip ada ikiye ayrıldı. Bunlar olayın bir çerçevesi. Darbe oluşumu ve giden gelen kadar, tarihi tamamlayan öteki olguları katarasak tarihi daha net öğrenme şansımız olur.

Kıbrısda darbeyi yapan ve müdahaleyi devam etiren “garantörler”! Dönemsel konumlamada Kıbrıs hem “garantörlerin koruyuculuğu” olurken tam bağımsız olmama durumu ortaya çıkar. Kıbrıs ve o dönemde genel koşulalarda şu konumdadır. Resmen sistemsel Emperyalist yeni sömürgecilik ilişkileri vardı ve Kıbrıs çok boyutlu Yeni sömürga ağında oluyordu. Ayni zamanda ilgili yılarda soğuk savaş süreci de yaşanılmaktaydı. Kıbrıs Emperyalist kanpında bu ayrışmada yer alıyordu. Bunlar genel koşulalrdı. Soğuk Savaş dönemi yaşanırken, özelikle Emperyalist eksende sol paranoyla piskolojik korkular idolojikleşti. Viyetnam Kanboçyadan gelen haberler, Bölgede yükselen devrimci dalgalar sistemi hep kuşkuda tutuyordu. Ayrıca Kıbrıs “Garantörlerin”gölgesindeyken özelikle Makariyos çizdiği poletikayla hem bloksuzlara, hemde Sovieytlere de yakındı. Özelikle bloksuzlar hareketinde etkindi. Bunalr yanında ilerleyen ekonomisiyle artık Yunanistanın önüne geçip onun “Garantörlüğünü” sorguluyordu.

Soğuk Savaş sol paranoyal hastalıksa Makariyosun bu duruşunu hep kuşkuyla karşıladı. Hatta korku piskolojisiyle adayı “Kübaya” benzetmeye başladılar. Bunlarla şunu tamamlayalım: Yunanistan ve Türkiye batı itifakında ve Nato üyesi oluyorlardı. Oysa garanti yaptıkları Kıbrıs bloksuzları seçti. Adayı elden kaçırmama adına ama bağlı oldukları itifakın çıkarlarıyla örtüşerek hareket etme şansları vardı. Nitekim kIbrıs yakın tarih olaylarında direk Amerikanın ve Kisincır doktrini ile CİA damgasını her adımda buluyoruz. Aynen darbe ve Türkiye müdahalesinde olduğu gibi.

Yukarda özetlediğim koşulalrda olan darbe ve sorası resmen adayı ikiye ayırdı. Kuzey Kıbrıs bir yanda güney göçmenler, öte yanda Türkiyeden yoğun taşınan nifusla adeta yeni bir insan yapısıyla yükseliyordu. Bu karmaşa yerleşik ve yerel göçmen iklemlilikle yeni paradikma yaratıyordu. Ekonomide ise ganimet türü paylaşımla birikimler oluşuyordu. Zenginleşme ama merkeze bağlı ve Türkiye işbirlikcilik olgusunu oluşturuyordu. Teşkilat tipinden yönetim ilişkisine geçişle idari sınırlı yapı oluşuyordu. Kaçakcılık ekonomisi ise önce bavul ticareti ile başlayıp Doksanlarda daha geniş dıştan kumarhanesinden kerhanesine ulaşan bir yeniden yapılanışa döndü. Elde tutulan ve oldukça önemli sanayi fabrikaları kapatılıyor tarım çöktürülüyordu. Ekonomideki üretim yıkılıyor hiçeleşiyordu. Tam bir işbirlikcilik teslimiyet kesimi oluşuyordu. Dışa bağımlılık artırılıp ilhak poletikasıyla taşlanıyordu. Ufak kıpırtılar ise başlangıçta endişeler yaratılsa da 1981 Seçim müdahalesi ve ardından “KKTC” ilan taşlanmasıyla ilgili muhalefet dizginleşti.

Şuanda sayılan sorunalr adeta 20 Temuz olayı ile şekilendirilen yapının sonuçlarıdır. Hesapta “Garantörler” adanın ağımsızlığını koruyacak ve adayı batı ekseninde tutacaklardı. İkincisi hep temel olurken, adanın bağımsızlığı ve toprak bütünlüğü bizat onu garanti edenlerce dağıtıldı. 74 darbesi ve sorası aslında adanın yeniden şekilendirme sürecini yaşatırken, garanti edilen adanın geri dönemeyeceği koşuları da yaratıldı. Tamamen Uluslar arası imzalanan anlaşmalara ters kararlar ile yapılanmalarla Kuzey Kıbrıs günümüze gelindi. Çoğu insanın burada olanları bilmediği hatta önceki Kıbrısa yabancı olup duydukları öğretilenlerle konuyu algılamaları travması varoldu. Nitekim Kıbrısı hiç bilmeyen adını “bilimci” koyanlar dahi yeri geldiğinde sanki çok bilirmiş gibi “siz Kıbrıs sorununu bilmiyorsunuz” suçlamasına uğrarız. Oysa onlar bilmediği ama resmi öğretiyi bilmelerinin yanılgısını yaşıyorlar. Hatta şu aldatmaca dahi tutuyor: Sanki “Garantörlük” denilen nesle “Türkiyenin çıkarlarını sağlama veya Türk toplumunu koruma” olduğu gibi savlarla hep karşılaşırız. Nedemişti Göte “Cihalaet eylem olup güç haline gelirse çok tehlikeli olur”!

Haftanın Temuz sıcaklarında yakın tarihi yeniden şöylesine yazdım. Tarihin kendisi de daha doğru öğrenme şansını özelikle yapılan yanlışlarla kazanan kesimelrin idolojikleşen yapısının kırılmasıyla daha gerçekli tarihe ulaşırız. Günümüzü yeniden yapılandıran darbe ve müdahale Temuzların yeşertip işbirlikci güç haline getirilen kesim elbet yaşananı değil, kendi çıakrına göre tarih anlatacaktır. Helle de ötekileştirme ile sistemi söyletmeme daraltısıda olursa! Çünkü doğru aktarma oluşan yanlış yapınında sorgulanması demekti. Dikat etinizmi bize darbe ve sorası anlatılırken dahi ne sistemin tutumları, nede orda yapılan yanlışlar hiç söylenmez. Hatta resmen yazılı olan kararlardan tutun kelimelerin anlamları dahi başkalaştırılır. Bunu sanırım son dönemdeki Maraş sorununda, Ulsslararası anlaşmalarda ve Garantörlük içeriklerinde hep karşılaşırız. Helle şu yalan artık iyice tiksinti veriyor. “Biz ulusararası kararlara

bağlıyız”! Hangisine*

 

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
215AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin