yaklaşımlarMurat KanatlıMarx Altınkumsal'daydı
yazarın tüm yazıları:

Marx Altınkumsal’daydı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Bazen öyle anlar olur oturup uzun uzun teorik şeyler yazma ihtiyacı ortaya çıkar. Kimi zaman da öyle şeyler olur, yazılması çok da gereksiz mecburi yazılar ortaya çıkar…

YKP Gençlik’in düzenlediği kamp[1] için hazırlanan afişi bir zatı muhterem sayesinde bir süredir tartışıyoruz[2]. Tartışma yalnızca afişle kalsa iyi, önce Marx üzerine anlamsız cümlelerle biriktirilmiş teorik sorun olarak karşımıza çıktı, sonra Marx’ın denize girme ve dinlenme konusu gündeme taşındı.
CTP-DP-CTP menşeli eski DGD’li, güçlü self determinasyoncu şimdiki teorik birikiminin yeri ve yurdu bilinmeyen bu büyük düşünür, afişe ve afişteki kullanışa takılmış…
Yenidüzen Gazetesine gönderilen cevap yazısında[3] da söylemiştik duyarlılık afişin tahrif edilmesiydi ki bundan geri adım atıldı, gerçi üstüne konuşulanlar tahrifatı anlamsız gerekçelere dayandırmaktaydı ama neyse, ana konu bu olmadığı için tali konuya takılmak gereksiz…
Gerçi yazar birçok ciddi hatayı ve düzeysizliği de içinde barındıran yazılar yazmıştı, bu bile tartışmamayı içinde taşımasına rağmen yine de cevap yazalım dert anlatalım dedik, yazar anlamazsa ahali anlar, belki teoriye katkısı olur diye düşündük…
Hata denmesi bir tür, ‘tartışma götürecek’ şeyler anlamı içermiyor, ciddi başlıklar. Mesela yazar ilk yazısında “ölümünün üstünden ikiyüz yıl geçti” demişti. 1818 – 1883 arasında yaşamış Marx’ın değil ölümünün, doğumunun üzerinden bile hala 200 yıl geçmemiş durumda… Yazar diyor ki Lucién Febvre, “20.yy’ın en büyük tarih yazıcılığı ekolünün, kurucusu”, “en büyük” kendisi için olabilir ama bunun somut olarak ispatı olamaz. Febvre, tikel tarihi ön plana çıkaran Fransız tarih okulu Annales’in kurucusu… Kendinden sonraki birçok tarihçiyi etkilemiş olması bir kişiyi nasıl en büyük yapar bilinmez… Bilip bilmeden “Allahtan, Stalin hayatta değil… Yoksa ÇEKA çoktan birkaç ajanını görevlendirmiş olurdu” yazabilmekte… ÇEKA eski Sovyetler Birliği Gizli servisi. 1919’da kuruldu. 1922’de ÇEKA lağvedildi ve yerine Devlet Politik Direktörlüğü GRU kuruldu. Yani ÇEKA, GRU, OGPU, NKGB, NKVD, GUGB, MGB, KI ve son olarak KGB haber alma ve diğer işler için kurulmuş gizli servislerdi. Yazar 1919-22 yılları arasındaki ÇEKA’ya atıfta bulunarak ne yapmaya çalışıyor bilinmez… En önemlisi son cümleydi, bir kadın adı olan Zennube’yi anarak; “gelsin gitsin, Zennube” demenin ‘derin’(!) anlamını yazarın düzeyine inmeden okuyucunun hayal gücüne bırakıyorum… Yazar, 25 Mart -13 Nisan 1866 tarihleri arasında deniz kenarında bir şehir olan Margate’de tatilde olmasına rağmen, onu hiç tatile çıkmamış da ilan edebilmişti ikinci yazısında… “Orak Çekiç, Bolşevik’lerin bir sembolüdür ve ilk Bolşevik fraksiyon, Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin İkinci Kongresi’nde Lenin tarafından kurulan bir topluluktur. Tarih: 1902’dir” cümlesi de birçok kaynak tarafından doğrulanmamakta, bazı kaynaklarda “orak ve çekiç sembolü 1917/18 yıllarında kullanılmaya başlandıysa da resmi olarak kullanılmaya 1922 yılında başlanmıştır. Daha önce Kızıl Ordu’nun üniformalarında ve madalyalarında keplerinde vb. kullanılmıştır” denmekte… Bunun gibi başka düzey, mantık ve bilgi hatalarına rağmen biz dert anlatmaya gene de deneyelim bay yazara…
Marx karakteri bir afişte nasıl kullanılmalı? Bu aslında peygamberin resmi veya karikatürü çizilebilir mi, nasıl çizilir sorusu ile tıpatıp aynidir. Aslında herhangi bir karaktere anlamlar yükleyerek, onu özel bir yere koymak ve onu yaşamdan kopartarak, ulaşılmaz ve dokunulmaz kılmak yani yabancılaştırmak için yapılan böylesi tartışmalar bizleri çok da ilerici bir noktaya taşımaz, tersine yalnızca dogmalar için boğulmamızı sağlar…
Bu tip tartışmaların bazı taraflarına göre Marx, Engels, Lenin, Mao, Stalin ve benzerlerinin belli çizim şekilleri, sunuş biçimleri vardır. Belli tartışma biçimleri vardır. Onlar tartışmayı Spinoza’nın da anlattığı gibi “iyilik-kötülük” ekseninde sunarlar ama yaşamda “iyi-kötü” vardır. Değer kipleri olan “iyilik/kötülük” yerini varoluş kipleri olan “iyi/kötü” olarak almazsa ve “iyi” ve “kötü”, “nesne, ama göreli ve kısmi bir ilk anlam taşırlar: Doğamızla uyuşan veya uyuşmayan”[4] şeklinde tanımlanmazsa, “değer kipleri” emir kipine dönüşür, tartışmadan ve “bilgi edinme” sürecinden koparılır, kutsallaşır. Kutsallaştırılan “değer” dogmaya döner. Marx bulunduğu dönemde, en fazla düşüncelerinin bir dogmaya dönmemesi için mücadele etti ve bizi eleştiren yazıda da alıntısı yapılan Marx’a mal edilen sözde olduğu gibi, Marxizm böyle bir şeyse Marx bile Marxist olmadığı ilan etmişti zaten…
Bu yönüyle Marx’ın ‘kutsallaştırılarak’ yabancılaştırılmasına karşıyız… Marxizm birçok makalede de belirtildiği gibi bir yol haritası, bir kılavuz, bir araçtır. Marxizm tapılacak kutsal bir din ve Kapital kutsal bir kitap değil, yeni bir toplumu, komünist bir düzeni yaratma için mücadeledeki araçlar olarak algılanmadığı sürece, bir dönem Moskova’dan dayatılan teorilerle büyüyen ve yaşayan pro-Sovyetik örgüt modelleri ve bireyleri ortaya çıkar ki bunların da ilk sallantıda yıkılması içten bile değildir. Yıkıntıların sonucunu hala yaşamaktayız. Bu tip bireylerin ve örgütlerin saf değiştirmesini 1990 sonrasında yaşamıştık, sapmalar hala devam ediyor. Çernobil ve Perestroika etkisi hala bu yüzyılda da sürdürüyor…
Bu noktada Marx, Engels ve diğerlerinin hangi şekilde ve biçimlerde kullanılacağına da küçük örnekler verelim. İletişim Yayınları Marshall Berman’ın “Marksizmle Maceram”[5] kitabının kapağında bir Marx karikatürü kullanmıştı, bu karikatürün Marx’a mı, yoksa başka birine mi benzediğini tartışmak işimiz değil, işi edinenler elbette tartışabilir… Yılmaz Okumuş, ”Karl Marx Trabzon’da doğsaydı” fikrinden yola çıkarak Laz Kapital’i[6] kaleme almış, kapağında da Laz burunlu bir Marx koymuştu. Okumuş’un deyişi ile “Tamam, kabul etmek lazım, Emperyalizum karşusinda ilk yarıyı yenuk kapattuk. Şimdi soyunma odasında yaralarumuzi sarayiruz (…)Şimdi ikinci yariya çikacağuz. Ara tiransferde kadroya Çavez’i ve Maradona’yi da kattuk. Kadromuz fena değildur, yürekten oynarsak bunlarla başa çikabiluruz” diyor ama bu espriyi anlamayıp bir sürü “teorik” alıntıyı da birilerinin hemen yapıp Marx’ın Karadenizli olamayacağını ve bütün diyalogların Marxizm karşı yapılmış değerler kipinden “kötülük” olduğunu yazacaklarına eminiz… Neysa, devam edelim, Howard Zinn de “Marx Döndü”[7] diye bir kitap yazmıştı. Aykırı Yayınları da İletişim Yayınlarının Marshall Berman’ın kitabı için kullandığı karikatürün aynisini, farklı bir şekilde kitabın kapağında kullanmıştı. Tek kişilik tiyatro oyunu olarak Howard Zinn tarafından kaleme alınan kitap, duvarda 1990’lardan kocaman bir gazete küpürünün üzerinde “Marx öldü” yazması ve Marx’ın pişik der gibi bir işaret yaparak başlaması da “aşağılayıcı” bulanabilir ama Marx’ın kendi kaleminden bugüne dair Marx sorgulamalarına Marx’ın bir elinde birası ile cevap verdirilmesi dâhiyaneceydi…
YKP Gençlik’in afişine de normalde fikir veren bu oldu aslında…
Evet, gerçeği söylemek gerekirse Marx yeniden döndü ve Altınkumsal’da bizimle beraberdi. Tarihler 3 Ağustos’u gösteriyordu. Soho’ya gittiğinde toplu taşımayı tercih etmiş otobüsle gitmişti ama Kıbrıs’ta toplu taşımacılık olmadığından dolayı oraya kendi olanakları ile ulaştı. Orda buluştuğumuzda, zaman kendisine iyi gelmişti, eski fiziksel hastalıklarından pek iz de görünmüyordu. Gerçi Yenidüzen yazarı onun birçok rahatsızlığı olduğundan bahsediyordu ama 2007 itibari ile, adeta “yeniden” doğmuş gibiydi.
Ona sormadan, 1990ların başında ‘Marx’ı öldü’ ilan edenlere inat, ne fiziksel, ne teorik dinginliğinden hiçbir şey kaybetmediğini göstermek için, bizlerin Bandabuliya’dan kendisine aldığımız orak çekiçli mayosu ile tüm gün kah tartıştı kah bizimle beraber ‘sosyal’ ilişkilere girdi Altınkumsal’da… Dedikodu gibi olacak ama bazılarının yazdıklarını da çekiştirerek “eğer bunlar Marxist iseler ben bir kez daha caydım, Marxist falan değilim” diye vurgulamıştı… Dinçti, kendisini öldü sayıp gidip sağ bir parti kadrolarında, orda burada kendi aleyhine çalışanlara da kızgındı. Hatta bazılarının geri döndüğünü iddia etmelerine rağmen bir yanlarını orada bıraktıklarına inanmaktaydı. Bakmayın demişti bize, “benden alıntı yapan nicelerini gördüm, benim düşlerime düşüncelerime düşman”… Evet Marx, Altınkumsal’da bizimle beraberdi, hoş sohbet 3 gün geçirmiştik kendisiyle, bol bol “Komünist Manifesto” okuyarak…
“Marx in Soho” ya da Türkçeye çevrilmiş hali ile “Marx Döndü” bazılarının olmasa da birçoklarının zihnini açıcı nitelikte önemli bir kitap… Bulup okunması her tür “sağ” ve “sol” sapma hastalığına iyi gelecek nitelikte…
Sembollere yeniden dönmek gerekirse, ilk kirlenmenin Che’nin yeniden tüketilmesi ile ortaya çıktığı söylenebilir. Che’yi tüketemeyen rejim, onun “cilalı imaj” devrine uygun ürünlerini piyasaya çıkararak tüketmeye çalıştı.Cilalı imaj devri çocukları Che’yi t-shirtdeki resmi ve “gerillanın el kitabı” ile bilirler ama onun düşlerinin peşine takılıp önce Afrika sonra Bolivya dağlarına sürükleyen “sosyalizm ve insan” kitabındaki düşüncelerinden haberdar değildirler. “Sosyalizm ve İnsan” veya Che’nin deyişi ile ‘21. Yüzyılın insanını’ yaratma mücadelesi ile onu anlamamanın bireyleri taşıyacağı yer ancak bu kadar yanlış olabilirdi. Tam bu noktada ‘kutsal’ bir karşı duruşu belirmekte yara var: Meksika dağlarında Marcos… Marcos, 90’ların ortasından beri gerilla ve toplumsal hareket mücadelesini sürdürmekte ama imaj devrinde yüzünü kimseler göstermeden… Hala kimliği bilinmiyor. O, maskesinin ardında bir halk olduğundan bahsediyor, komutanı halk olan bir ordu, kendisinin de komutan yardımcı olduğundan…
Marcos’un pipolu ve maskeli fotoğraflarına rağmen kimse onu tüketemiyor çünkü o tüketilmeye karşı, yüzünü de, kimliğini de gizleyerek meydan okuyor…
Tam da bu noktada başlıyor, bize ait olanları tüketmeye çalışan kapitalizme karşı, bizim olanların yeniden üretilerek bugünden, yeniden özü ile birlikte kullanılması… Kitlelere yabancılaştırılmış Marx bir tiyatro oyunu olarak kitlenin karşısına dikiliyor ve komünizmi anlatıyor. Kıbrıs’ın kuzeyinden silinmeye, kötülenmeye çalışılan Marx kalkıp Altınkumsal’a, dostlarının yoldaşlarının arasına geliyor, düşleri ve fikirleri ile birlikte…
Marx’ı yalnız ekonomist, ya da yalnız felsefe yönüyle ille dayatmaya çalışanlar var. Marx’ın düşüncelerine ille ‘dokunma’dan sahip çıkmak isteyenler var. Tam bu noktada Rosa Luxemburg’un sözünü hatırlatıp devam edelim: “Marx’in genel tutumuna paralel olarak, onun kapital’i katî ve değiştirilemez gerçekleri içeren bir kutsal kitap değil; aksine daha öte çalışmalar, daha ileri bilimsel araştırmalar ve gerçek için yapılacak daha öte mücadelelere teşvik eden tükenmez bir kaynaktır”… Bu nedenle ondan sürekli alıntı yapmak değil, onun kaleminden bugünü okuyabilmek ve yazabilmektir aslolan…
Bu noktada dikkatimizi bir şey çekiyor. Bizi eleştiren yazar, sürekli olarak Marx ve Engels dönemine yönelik alıntı yapıyor. Bunun anlamı şu, ‘en son 20-30 yıl önce okumayı bitirdik, şimdi sermayeden yiyoruz’… Marx okumalarını biz 90’ların ortasında tamamladık. Önemli olgular ve çelişkiler olduğunda yeniden okumalar dönüyoruz ama bugünü anlamak için ileri okumalar önemli. Mesela Alfredo Saad Filho tarafından hazırlanan “Kapitalizme Reddiye” kitabındaki[8] “sermaye, sömürü ve çelişki” bölümünü okumak, Marx ve Engels’in bu konudaki yazılarını tekrar etmekten daha ilerici ve bugünü anlamaya yönelik daha yapıcı bir eylemdir. Ayni yazarın “Marx’ın Değeri”[9] kitabı da dün ve bugün arasındaki ilişkileri anlamak için önemli birikimler sunuyor.
Son söz olarak söylenebilecek aslında afişin görevini hakkı ile yerine getirdiğidir. Uzun zamandır pek de gündemde olmayan bir Marx polemiğini bizlere hediye etmiş olması, eski tüfeklerin eski alışkanlıklara tartışamaya yaklaşımları ve yeni kuşağın kendilerini kendi biçimleri anlatma denemeleri de ‘tartışmaya ön giriş” olabilecek nitelikteydi…
Ama aramızda kalsın, Marx gerçekten Altınkumsal’da bizimle beraberdi…
—————————————————-
[1] www.ykpgenclik.org/kamp2007
[2] “Yüz yılların posteri” ve “Zurnada peşrev, zırvada tevil olur mu?”, Nazım Beratlı, 5 ve 11 Ağustos 2007, Yenidüzen Gazetesi
http://www.yeniduzengazetesi.com/index.php/cat/1/col/34/art/5977/PageName/Haberler
http://www.yeniduzengazetesi.com/index.php/cat/1/col/34/art/6020/PageName/Haberler
[3] Murat Kanatlı, 7 Ağustos 2007 Yenidüzen Gazetesi ve 10 Ağustos 2007 Yeniçağ Gazetesi
[4] Spinoza, Pratik Felsefe, Gilles Deleuze, Norgunk Yayıncılık, s.29-32
http://www.ideefixe.com/kitap/tanim.asp?sid=G3DK4G1PSP7P1R3DF7W0
[5] Marksizmle Maceram, Marshall Berman, İletişim Yayınları, Nisan 2005
http://www.iletisim.com.tr/iletisim/book.aspx?bid=1140
[6] Laz Kapital, Yılmaz Okumuş, Epsilon Yayıncılık, Mayıs 2006
http://www.ideefixe.com/kitap/tanim.asp?sid=O3VW5MO0MK1KF1MGWSCY
[7] Marks Döndü! Howard Zinn, Aykırı Yayınları, Ekim 2002
http://www.ideefixe.com/kitap/tanim.asp?sid=MDS61XO72D8D0M1PYR8X
[8] Kapitalizme Reddiye (Marksist Bir Giriş), Hazırlayan: Alfredo Saad-Filho, Yordam Kitap, Ocak 2007
http://www.pandora.com.tr/urun.asp?id=146017
[9] Marx’ın Değeri ‘Çağdaş Kapitalizm için Ekonomi Politik’, Alfredo Saad-Filho; Yordam Kitap, Kasım 2006
http://www.yordamkitap.com/book.php?bookId=7

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
341AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin