Yakın tarihten güncele savrulmak – Özkan Yıkıcı

1939

Bugün 24 Nisan Cuma. Gün ikindine geldi. Hava limoni. Güneş ile bulutmanma veya sakinlik ile rüzgar arasında gelip gidiyor. Sıkıntılı denecek durumda. Karpazda Korona krizinin ev mahkumu olarak yaşıyorum. Beynim durmadan doluyor. Kuşatılan konularla seçki yapmaya çalışıyorum. Hem güncel, hem de yakın tarih günleri arasında ordan oraya savruluyorum. Dar beyin ile belek canlanması arasında düşünce bütünleştirme zorunluluğu gelişti. Aklıma uygun tarih ile günlük makale şekilenmesi tam tamamlanıp yazmaya girişecekken; yeni gelen acı haberi de koyma zorunluluğu da oluştu! Gurup Yorumun ölüm orucundaki ikinci kişisi de hayata gözlerini yumdu. Garip deyimli: geçenlerde Türkiyede adı infaz olsa da aslında af yasasıyla hırsızı, uyuşturucusu, mafyacısı, cinsel suçluları dışarı çıkarken, artık ölüm aşamasında olup ayrgılanma şekleri resmen tartışmalı olup gizli tanıklı uydurmalarla olan insanlar devletin şefkatli elinden mahkum kaldılar. Bu af gerçekleşirken, Helini kaybederken, daha yapılan yanlışın tartışması dinmezken, başka genç müzisyen yaşadığı işkencelerle birlikte hapisanede ölüyor. Hem de Kızkardeşinin “brakın hiç olmazsa, yanımızda ölsün” feryatını dahi duyulmazken ki yaşanmışlıkla beraber gerçekleşti. Bu olay istemeden beklenmeden olsa da yazıya eklenme zorunluluğunu da getirdi. Tanık olmakla, ilerici insanlığın, demokratik yaşamın ve insana bakışın zorunlu görevi olarak da not düşmek de gerekmektedir.***

Bugün 24 <Nisan. Dün ise 23 Nisan, makalemin ilk başlangıcına katledilen iki Kıbrıslı gazeteciyle başlangıç yapacaktım. Tarihi ile gelinen gündemin adeta tamamlayıcı örneklemlerinden birisiydi. Ancak, tam da yazacak ken, Türkiyeden gelen haber ile mutlaka severek dinlediğim Gurup Yorumun Mustafa Koçak ölümünü de eklemem gerekiyordu. Çok düşündürecek buluşmalar birlikte oluştu. Geçenlerde Türkiyede önemli suçluları hem de ünlü mafya denilecek insanların hapisaneden salınmasının yaşandğı, Türkiye Büyük Milet meclisinin asrılık ilanının kimine göre kutlanması kimine göre de anılması gerektiği günde Mustafanın da ölüm haberi geldi. Hem de kısa zaman önce, kız kardeşinin “brakın hiç olmazsa, yanımızda ölsün” deyişinden nerede ise hemen hemen sonrasında gerçekleşti. Devamında, bildik klasik Türkiye hikayesi cılızda olsa konuşulmaya başlandı. Mustafa Koçak, Gurup Yorum üyesi olmaktaydı. Yine klasik uygulamayla “gizli tanık ifadesiyle” tutuklanıp yargılanıyordu. Daha sonra, yine zaman zaman tekrarlanan tanıklardan birisinin “işkenceyle tanık olduğu” itirafına rağmen  adaletin yönü hiç deyişmedi. Çaresizce Mustafa haklılığı için ölüm orucu son aşamasına geldi.Talebi, adaletli yargılanma ile konser verme özgürlüğü istiyordu. Kimse tınmadı. Hat ta yapılan bazı açıklamalrda, zorla işkenceye uğrayıp tecavüze yaşandı.Sonuçta, göz göre göre Mustafa Koçak hayata gözlerini yumdu.

Bir dip not eklemek isterim: Sözkonusu olan gizli tanık olayı AKP döneminde geliştirildi. Bizde tarihi sürecimizde, hat ta şimdilerde buna benzer koşular yaşanmaktadır. Muhbirlik ile suçlama tekniği toplumsal muhalefet ve aydınları devrimcileri suçlama mekanizmasıyla linç kültürüne dek getirmektedir. Çoğumuz mutlaka işe girmekten en ufak hak almaya veya gerçekleri söylemenin sonucu olarak muhberlendiğimiz ispiyonlaştırıldığımız ve “satılmışlıktan Rumculuğa” damgalanıp yargılanmadan suçlandığımız sık sık yaşadığımız güncel gerçek normaliği çoktan oldu. Türkiyede son dönemlerde birinin gizli tanık idiyasıyla nice aydın sanatcı ve politikacı hapislerde çürümekte,taraftar tröleri ile linç kültürüne saldırgan holinganlığına uğramaktadırlar. Gurup Yorum, söylediği türküler nedeniyle butip uygulamaalrla ta baştan hep karşılaştı. Mustafanın son katli denecek sonuyla da yeni bir acı halkayla yarın türkülerinde yükselen ağıt olarak eklenecektir.***

Girişte de belirtiğim gibi: aslında ilk başta 23 Nisan 1962 yılında katledilen Kıbrıs Cumhuriyet gazetesinin iki üyesinin anısına ayıracaktım. Ayhann Hikmet ve Muzafer  Gürkan öldürülmelerinden önce Bayraktar camisinin olayının özünü yazacaklarını açıkladılar. O  dönem, Kıbrıs cumhuriyeti tüm adada geçerliydi. Yine herkes biliyordu ki ilgili tarafların örgütlerinden merkezi olanlar bunu yıkmak istiyordu. Provakasyonlar da gerçekleştirilmeğe başlandı. Bayraktar camisi de bunlardan birisiydi. TMT yetkilileri ve özellikle Denktaş hemen Eyokayı suçladı. Cumhuriyet gazetesi de bunun gerçeklerini yazacağını söyledi. Gürkan ve Hikmet 23 Nisanda öldürülürken, neden buydu. Üstelik TC Kıbrıs elçisi Dırvana da olayla ilgili raporuyla Denktaşı suçlayarak istifa etti. Sonradan o  dönemin Özel harp itirafcısı Sapri Yirmibeşoğlunun da açıklamasıyla  “csmi bonbalandığını da itiraf” ediverdi.

Nedense, Yetmişlerde bolca tüm baskılara rağmen konuşulan bu konu, şimdilerde nerede ise unuturuldu. Bir ufak uyarı da Türkiyedeki Kemalistlere “Gürkan ve Hikmet Kemalisti”* Oysa, Türkiyeli Kemalistler ve şimdilerde CHP taraftarlarından TELE 1  kesimlere Denktaşı ençok savunan kesimlerdir! Düşündürücülükten de öteye olan tutum deyil mi?***

Dikat edilmesi gereken başka tarihi gün ile buluşulan gerçek de şu: iki gelişme de tam da TC meclisinin kuruluş yıldönümünün gününde gerçekleşti. Ayni olaylarla birlikte düşünülünce, gelinen noktaların da can yıkıcı gösgtergeleri vardır. Zaten, Türkiye 23 Nisan gününde tam 1  asırlık TBMM ilanını kimine göre kutlar kimimine göre anarken, yaşanan olayların da oluşu başka ek bilginin de işaretiydi. Nitekim, Mecliste konuşan çoğu kesiözellikl  etkisizleştirildiğini anlatırken, Erdoğanın ne Anıtkabire nede mMeclis toplantısına gelmemesi de başka gerçeklik ilanı oluyordu. Tarihci Sinan Merdandan siyaset bilinmci Fatih yaşlıya veya Artı Gerçekte Doğan Özgüdenden Sol Gazetede Gözde Kökün yazdıkları kuruluşun çok gerisindeki meclis kurumsalaşma rolu ile tarihi gelişmenin asrın fotoğrafını çekiyordu.Artık, Türkiyede de resmen Meclise Parlementer Cumhuriyet kuruluşu deyil de Osmanlı dönemli Meşrutiyet meclisi benzetmeleri yapılmaya başladı. Zaten, rolu çoktan elinden alınıp saraya devredildiydi. Bunu son anayasa deyişikliği ile de hukuklaştırıldı.****

Kıbrıs yakıbn tarihi resmi yörüngesi için de önemli günlerdi. 23 Nisan, sınırların açılması veya 24 Nisan, dilerde bazen sakızlaştırılan Annan planı referandumudur. Bunlar yerel siyasal taleplerle, dinamiklerin gücüyle gerçekleştirilmediği için, sorgulama, nerede yanlış yaptık veya alınacak dersler düzeyinde dahi gündemleşmedi. Sadece, bazısı nostaji, bazısı da kendine hikaye yazma adına bunu hatırlar gibi konuştu. Onlar da oldukça azınlıkta.

Bir başka konu da “pek de konuşulmak istenmeyen” olay: 24 Nisan Türkiyede yaşanan Ermeni konusudur. Dünyanın önemli kesimi tüm engelemelere rağmen olayı Soykırım olarak kabulenirken, Buna Türkiyeden bazı aydınlar ve siyasal çevreler de eklenirken, Türkiye devleti hala bu noktada yok sayma veya karşı çıkarak konuşmuyor. Aslında, olayda hukuk ve siyaset, gün ile geçmiş ilişkilerindeki karışıklık kadar, konulan ezber ile yaşananın benzeşmemesi ile idolojikleştirme derinliğinin konuya hala netleştirme sonucu getirilemiyor. Sonuçta, o  zamana kadar Anadoluda yaşayan Ermenilerin şimdilerde olmadığı sonucunu yok edemiyor. Bilmeme özellik nereye dek gider bilmem.*****

Yazıyı bitirmeden, uyarılar yapmak niyetindeyim. Günümüz,Korona salgınıyla yatılıp kalkılıyor. K. Kıbrısta verilen rakamları doğru kabulenirsek, burası çok iyi durumda. Tabi test yapımından, bilgi deyerlendirmelerine de doğru kabulenip kuşkumuz yoksa. Bu koşullarla gelecek çizmek daha kolaydır. Fakat, gerçekten rakamlar doğruysa, eşitdir burası iyi yönetildi ile geneleştirmek de yanlıştır. Hele de pratik ne diyor sorusuna da bakmazsak. Örneğin, hala “iyi yönetim” denilriken, makamcıların dedikleri dahi birbirini tutmuyor. Pandemin hastanesi olayı dahi oluşmadı.Tetbir övgüsü ise algı ezberidir. Örnek, sık sık yazmaya başladığım gibi: kapıların kapnması Rumlara karşılık verme refleksiyle başladı. Hatırlayın, Güneyden sınır kapıları kapanınca, neler söylenip karşılık verildiğini!Yine uçak uçuşlarını da Türkiye kapatıp Güneye de geçilemediği için oluştu. Sonradan göstermelik kararın da işlevi elbet yoktu. Ama alıştık: ezberlerle kendimizi övmek, hikayesini yazıp tarihleştirme kurgumuz zengindir.

Yine de ekleyecem: gerçekten tüm beceriksizliklere karşın, rakamlar eğer doğru ise testler deyerinde yapılıyorsa, tetbirler gerçekten alındıysa, bu iyiye işaretdir. Elbet, olumsuz K. Kıbrıs koşullarının, bu defa denilen rakamların doğruluğu da iyi ise ilk defa karını gördük. Koşullar Korona krizinde yardımcımız oldu. Ama bu, yine de K. Kıbrısın yasal ve doğru yapın olduğunu da geneleştirip yüceltmez!

Başka bir önemli konu da şu: birçok kişi şu yanılgıya düşer: “hele de imahla reklama da esir düşerse” hemen kişilerin görüşüne, alanına bakmadan, etiketlerini gösterip iyi deyip birçok alana önerirler. Şimdilerde bazı gazeteciler de bu koroya katılıp, başta koltukculara “bu insanlardan yararlanın, ilgili uzman kişiler” deyip onları över, ekranlarda konuştururlar. Demek ki Korona salgını dahi bazı dersleri aldırtmadı. Örnek, Korona krizi ile sağlıkta özelleştirme, sektörleşme veya hizmeti satın alma kuramının da iflasını hala K. Kıbrısta anlayan yeni birileri olmadı! Öyle ki örneğin ingilterede Teçirizmin örneklemi Türk doktoru ekrana alıp geleceği de kkonoşturup bize bilimselik olan satan gazeteciler var. Oysa ilgili kişi doktordur. Tedavideki yerini elbet konuşamam. Ancak, siyasal duruşu da özelleştirmecidir. Geldiği siyasal mesleki yer Neoliberalizimciliktir. Burada net sözüm olur. Çünkü buraya gelip sektörleşme sağlığı da savunan kişinin, siyasal sağlık anlayışı Korona mikrobuyla yerden yere vuruldu. Ama, Kıbrıslı oluşu, adının simgesiyle buradakiler, sağlık politikasına bakılmaksızın, doktorluk adıyla, siyasal sağlık yapılanışını karıştırıp resmen yanlış denecek modeli tekrardan anbalajlıyorlar.

Benzer örnek de şu: kimisi eski müşavir veya yönetici olan veya etiketi akademisyenin görüşlerine bakılmaksızın, yönetime komiteye alın diyecek derecede konuyu hafife alıp etiketle konuşup öneri yapan gazeteciler de türemeye devam ediyor. Oysa,başarılı dediklerinin siyasal yaptıkları ortada. Akademisyenlik ve uzmanlık alanı ile istenen yapılanış ilişkisini ise hiç gözetmeyen ve tanıdıkla duyulan kadar öneri yapmanın da yanılgılarıyla dolu dolu da konuşmalar öneriler yapılıyor. Neyaazık ki boşluk, çaresizlik ve artık yerinde kulanacam, cihaletsizlikle konuşma ihdiyacı, kamuoyu oluşturmada destekciler de çıkmaktadır Medyanın katgısını da başka yazıya.***

Okuyucu fazla sıkılmadan, yazıyı da savrulmaktan kurtarıp daha iyi yarınlarla burada tamamlıyorum.