Uzun ekolojik devrim – John Bellamy Foster

7172

Sosyalizm bu şekilde anlaşıldığında, neredeyse kapitalizmden farksız kalıyor—genelleşmiş meta toplumunun yerini alacak olan değil, kapitalist modernitenin temel yapısı ile benzeş bir hareket. Bu, en hafifinden, liberal siyaset alanının başarısı adına sosyalist vizyonun küçük gösterilmesi. Ama statüko karşısında böylesi bir tavizin bedeli, alternatif bir geleceğe dair tüm anlayışların yitirilmesi demek.

Doğanın belirli yasalar izlediğinin kabulünü ayrı tutarsak, on yedinci yüzyılın bilimsel devriminin ve ona bağlı olarak gelişen modern bilimin merkezinde, doğanın fethi ve üzerinde tahakküm kurulması kadar yer tutan başka fikir yoktur. Yirminci yüzyıl sonunda ekoloji hareketinin yükselişine kadar, doğanın fethi, kapitalizm (ve bazen de sosyalizm) altında ilerlemeye eşitlenen evrensel bir mecazdı. Ancak bu nosyonun [ilerleme], bilimde kullanıldığı kadarıyla, karmaşık olduğunu da eklemek gerek. Fikrin ilk savunucularından olan Francis Bacon’ın da dediği gibi, “doğa yalnızca ona itaat ederek alt edilebilir.” Dolayısıyla doğayı fethetmek, ancak onun yasalarını izleyerek mümkündür. (1)

Büyük romantik şairlerden sonra, Sanayi Devrimi sırasında doğanın fethi fikrinin en güçlü muhalifleri, klasik tarihsel materyalizmin kurucuları Karl Marx ve Frederick Engels’ti. Bacon’ın sözlerini yorumlayan Marx, “kapitalizmde doğanın bağımsız yasalarının, onu insan gereksinimlerine [özellikle de birikim ihtiyaçlarına] tabi kılmaya yönelik bir kurnazlık olarak ortaya çıktığını” gözlemledi. Ancak bu kurnazlığa rağmen, sermaye, doğanın kendisini sürekli yeniden dayatan maddi sınırlarını asla tam olarak aşamaz ve bunun sonucunda “üretim sürekli aşılan ama gene sürekli olarak konulan çelişkiler içinde hareket eder.” Doğanın sınırlarına gerçek sınırlar değil de sırf aşılacak bariyerlermiş gibi muamele etmesi, sermayeye muazzam bir dinamik özellik kazandırır. Ama doğanın sınırlarını kabullenmeyi bu şekilde reddediş, aynı zamanda, sermayenin lüzumsuz ve bazen de geri döndürülemez yıkımlara sebep olacak şekilde çevresel sürdürülebilirliğin kritik eşiklerini aşma eğiliminde olması anlamına da gelir. (2) Marx, Kapital’de, insanlığın ve doğanın sosyo-ekolojik metabolizmasında sermaye birikiminin neden olduğu böylesi “bozulmalara,” ve dünya ile onu sonraki insan nesilleri için “boni patres familias” (iyi bir aile babası) gibi koruyacak ve hatta geliştirecek daha sürdürülebilir bir ilişkilenme üzerinden, bu metabolizmanın onarılması ihtiyacına işaret etti. (3)

1870’lerde yazdığı Doğanın Diyalektiği kitabında Engels, ekolojik sınırları vurgulamak için Bacon’cı kurnazlığı baş aşağı çevirdi:

Bununla birlikte, doğa üzerinde kazandığımız zaferlerden dolayı kendimizi pek de övmeyelim. Böylesi her zafer için doğa bizden öcünü alır. Her zaferin beklediğimiz sonuçları ilk planda sağladığı doğrudur, ama ikinci ve üçüncü planda da büyük çoğunlukla ilk sonuçları ortadan kaldıran, bambaşka, önceden görülmeyen etkileri vardır. […] İşte böylece her adımda anımsıyoruz ki, hiçbir zaman, başka topluluğa egemen olan bir fatih, doğa dışında bulunan bir kişi gibi, doğaya egemen değiliz; tersine, etimiz, kanımız ve beynimizle ondan bir parçayız, onun tam ortasındayız, onun üzerinde kurduğumuz bütün egemenlik, başka bütün yaratıklardan önce onun yasalarını tanıma ve doğru olarak uygulayabilme üstünlüğüne sahip olmamızdan öte gitmez. (4)

Marx ve Engels’in ekolojik eleştirilerinin en önemli öğeleri uzun süre bilinmez kalmasına rağmen, analizleri sonraki sosyalist kuramcılar üzerinde derin bir etki bıraktı. Yine de, gerçekten var olan sosyalizmin büyük kısmı, özellikle de 1930 sonlarından 1950 ortalarına kadar Sovyetler Birliği’nde, kapitalist toplumlarla özdeşleşen doğanın fethine dayalı aynı aşırı modernleşmeci vizyona yenik düştü. Doğaya tahakküm nosyonuna karşı kararlı bir meydan okuma, özellikle de Rachel Carson’un Sessiz Bahar’ının 1962’de yayımlanmasını takiben, yirminci yüzyılın ikinci yarısında ekoloji hareketinin yükselişini beklemek zorunda kaldı. Modern bilim ve teknoloji ile—tek başına ekonomik genişlemeye odaklı basit bir “insanlığın ilerlemesi” nosyonu ile ilişkilendirilen—dizginsiz sanayileşmenin getirdiği ekolojik yıkımın eleştirisi, ekolojide sembolize edildiği şekliyle sürdürülebilirliğe, birlikte evrime ve iç bağlantısallığa alternatif bir vurguya neden oldu. En sonunda insanlığın varoluşunun kendisini tehdit eder boyuta varacak şekilde, doğanın kendi yasalarının ihlaline yardımcı olduğu ölçüde, bilimin kötüye kullanıldığı söylendi. Biyosfer konseptinin geliştirilmesi ve (Sovyet ekolojisinin kritik rol oynadığı) Dünya Sistemi perspektifinin yükselişi ile birlikte bilim, giderek artan şekilde, dünya ve insanlığın kâra tabi kılınması mantığına meydan okuyan yeni radikal boyutlar kazanan, daha bütünselci, diyalektik bir bakışa entegre edilir oldu. (5)

Geçtiğimiz yıllar, iklim krizi ve Antroposenin insanlığın gezegenle değişen ilişkisinin bilimsel bir sınıflandırması olarak kullanılmaya başlanması ile birlikte, bu sorunlara yenilenmiş bir ilgi açığa çıkardı. Antroposen yaygın şekilde, bilimde son 12.000 yıllık Holosen evresini takip eden yeni bir jeolojik evre olarak tanımlanıyor; Dünya Sisteminde İkinci Dünya Savaşından bu yana bir “antropojenik bozulma” ile kendisini belli eden köklü bir değişiklik. (6) Doğanın fethi üzerine kurulu yüzlerce yıllık bilimsel anlayışın ardından, artık, hiç tartışmasız şekilde, nükleer silahların ortaya çıkması ve iklim değişimi ile kendisini gösteren, Marksist tarihçi E. P. Thompson’ın “İmhacılık, Emperyalizmin Son Aşaması” (7) şeklinde nitelediği, niteliksel olarak yeni ve tehlikeli bir aşamaya vardık.

Ekolojik bakış açısından, Antroposen—ki yalnızca iklim krizini değil, genel olarak gezegensel sınırlardaki bozulmaları da ifade eder—dünya ile daha yaratıcı, yapıcı ve birlikte evrime dayalı bir ilişkilenme ihtiyacına işaret eder. Ekososyalist kuramda, bu, toplumun daha eşitlikçi ve sürdürülebilir temelde etraflıca yeniden kurulmasını gerektirir. Uzun ve devamlı bir ekolojik devrim gereklidir—mecburen aşamalar halinde, onlarca ve yüzlerce yıla yayılacak bir devrim. Ama bir insan yerleşim yeri olarak dünyanın yüz yüze olduğu tehdit düşünüldüğünde—iklim değişikliği, okyanus asitlenmesi, tür yok oluşları, tatlı su kaynaklarının kaybı, ormansızlaşma, toksik kirlilik vb.—bu dönüşüm birikim rejiminde hemen acil değişiklikler gerektiriyor. Bu, ne zaman ve nerede gezegenin “yaratıcı yıkımını” teşvik etmeye girişse, sermaye mantığına karşı çıkmak anlamına geliyor. Toplumun böylesine etraflı şekilde yeniden kurulması sadece teknolojik olamaz, insanın doğa ile üretim üzerinden metabolik ilişkisini, dolayısıyla da tüm bir sosyal metabolik yeniden üretim alanını dönüştürmelidir. (8)

Hiçbir devrimci hareket boşlukta var olmaz; değişmez şekilde, statükoyu savunmak için dizayn edilmiş karşı-devrimci doktrinlerle yüz yüze kalma durumundadır. Çağımızda, zamanımızın yapısal krizine en kapsamlı meydan okuma olan ekolojik Marksizm veya ekososyalizm, kapitalist ekomodernizm—önceki modernizm ideolojisinin, ilkinin ekonomik büyümenin doğal sınırlara ulaştığı nosyonuna karşı çıkan bir devamı—ile karşı karşıya bulunmaktadır. Ekososyalizm insanın yeryüzü ile sürdürülebilir bir ilişkilenmesini tesis etmenin, sermaye birikimi sistemine cepheden saldırı gerektiren bir devrim olduğunda—ve bunun ancak daha eşitlikçi toplumsal ilişkiler ve dünya ile daha bilinçli birlikte evrimci ilişkiler üzerinden başarılabileceğinde—ısrar ediyorsa, ekomodernizm bunun tam olarak zıddını vaat etmektedir. (9) Ekolojik çelişkiler, bu ideolojiye göre, ekonomimizin veya toplumumuzun yapısında hiçbir köklü değişiklik olmaksızın teknolojik düzeltmeler ve üretimde devamlı hızlı büyüme yoluyla aşılabilir. (10) İklim değişikliği dahil ekolojik sorunlara yönelik hâkim liberal anlayış, uzun süredir sermaye birikimini insanların ve gezegenin önüne koyuyor. Mevcut sistemin yeni teknolojiler, demografik düzenlemeler (nüfus kontrolü gibi) ve küresel “serbest piyasa” mekanizmaları üzerinden, önümüzde duran kapsamlı ekolojik zorluklarla başa çıkabileceğinde ısrar ediyor. Kısacası, kapitalist birikimin ürettiği ekolojik krizlere çözüm yine daha fazla kapitalist birikim oluyor. Bu esnada da, mevcut trendin devam etmesi halinde yirmi yıl sonra gerçekleşecek olan, atmosfere trilyonuncu metrik ton karbonun salınması demek olan “iklim uçurumuna” (yani karbon bütçesinin kırılmasına) hızla yaklaşıyoruz. (11)

Bu vahim koşullarda, bazı kendinden menkul sosyalistlerin, çoğu ekolojist ve ekososyalist aksini söylemesine karşın, iklim değişikliğine ve çevresel sorunlara bütünlüklü bir çarenin basitçe kaynakların ilerici bir yeniden dağıtımı ile birlikte teknolojik değişim olduğunu iddia ederek ekomodernist saflara atlaması tamamen şaşırtıcı olmasa da moral bozucu. Burada yine, Dünya Sistemi krizinin toplumsal ilişkilerde ve insanın doğa ile metabolizmasında köklü değişiklikler gerektirmediği söyleniyor. Bundan ziyade, ekstrem teknoloji yoluyla aşılacak korkutucu bir bariyermiş gibi araçsalcı bir mantıkla yaklaşılıyor.

ABD solunda bu eğilimin mevcut en iyi örneği, Jacobin’in Toprak, Rüzgâr ve Ateş başlıklı Yaz 2017 sayısı oldu. Bu özel sayının yazarlarına ve yazdıklarına göre, iklim değişikliğine ve diğer ekolojik sorunlara çözüm, esasen kalkınmada inovasyonla ve yeni teknolojilerin uygulanmasıyla gelecek ve sermaye birikimi sürecinin veya ekonomik büyümenin eleştirisini gerektirmiyor. Greenpeace gibi aktivist grupları ve birçok ekososyalist, “felaketçilikleri” veya “kıyametçilikleri,” doğrudan eylemcilikleri ve insanın çevre ile ilişkisinde niteliksel değişikliklere ihtiyaç olduğunu vurgulamaları yüzünden eleştiriye tabi tutuluyor. (12) Renkli çizim ve grafiklerle dolu olan sayı, ekolojik krizlerin karbon dışı enerji (nükleer enerji dahil), jeomühendislik ve küre çapında negatif emisyonlu enerji altyapılarının inşasının bir birleşimi üzerinden çözülebileceğini savlıyor.

Bu tavır “sosyalist” ise, bu ancak, devletin yönlendiriciliğinde teknokrat planlamayı ve piyasa düzenlemelerini, daha adil gelir dağılımı önerileri ile birleştiren sözde ilerici, ekomodernist bir “sosyalizm” olabilir. Bu vizyona göre, ekolojik gereklilikler bir kez daha değiştirilemez ekonomik ve teknolojik gelişme nosyonlarına tabi kılınmaktadır. Bu pozisyonu daha da vurgulamak istermişçesine Jacobin’in bu sayısı Lev Troçki’nin Edebiyat ve Devrim’inden (1924) bir paragrafı da alıntılamış:

Dinsel inanç, dağları harekete geçirmeyi vaat ediyordu sadece, oysa “inanç”la hiçbir alışverişi olmayan teknoloji, dağları gerçekten yıkacak ve yerlerini değiştirecektir. Şimdiye kadar bu, sınai amaçlar (madenler) ya da demiryolları (tüneller) için yapılıyordu; gelecekte ise, genel bir sınai ve sanatsal plana göre, çok daha geniş bir ölçekte yapılacaktır. İnsanlar dağların ve ırmakların yeniden bir sayımını yapacak ve gerçekten doğayı düzenleyecektir. Sonunda yerküreyi, kendi imgesine göre olmasa bile, hiç değilse kendi beğenisine göre yeniden kurmuş olacaktır. Geleceğin insanının kötü bir beğeniye sahip olacağını hiç sanmıyoruz. (13)

1920’lerde böylesine pervasız bir üretimciliği savunan ve bunun için “zamanının insanı” diye en azından kısmen mazur görülebilecek olan sırf Troçki değil. Ancak neredeyse yüzyıl sonra, dünya ekosistemlerinin ve insan uygarlığının kendisinin istikrarsızlaşması ile yüz yüze iken aynı hatayı tekrarlamak, yıkım güçlerine teslim olmak demektir. Doğanın fethinin ve ekomodernizasyonun “sosyalist” bir proje olduğuna yönelik mevcut iddia, kapsamlı bir eleştiriyi hak edecek denli tehlikeli. Aksi halde, ekolojik sol tarafından son yarım yüzyılda sağlanmış olan hayati önemdeki siyasi ve kuramsal ilerlemeleri başa sarma riski altında kalırız.

Yeni Prometeci Sosyalizm

Sayı başlığı kelime oyunu ile Toprak, Rüzgâr ve Ateş yapılmış olan Jacobin’in ilk yarısı, sol bir bakış açısından pek tartışmalı olmayan meselelere ayrılmış: kapitalizmin çevresel tahribatları ve radikal değişiklik yönünde çağrılar vs. Ancak yayın kurulu üyesi Connor Kilpatrick, ekoloji hareketleri sırf “korku tellallığına ve kemer sıkmaya dayalı bir siyaset” (14) sunarken Donald Trump ve kapitalist girişimcilerin ekonomik büyüme ve yeni teknolojilerle dolu bir gelecek vaat ederek geniş bir kamuoyuna hitap ettiklerini söylediği yazısı ile sayının ikinci kısmının tonunu belirlemiş. Sayısının ikinci yarısında, Kilpatrick’in eleştirisinin mantıki sonucu olarak, art ardına yazılar boyunca, iyiden iyiye ekomodernist, tekno-ütopyacı bir vizyon geliştirilerek, taban örgütlenmesine dayanan ekoloji hareketlerinin amaç ve yöntemleri ile taban tabana zıt olan sadede gelinmiş.

Sayının sondan bir önceki makalesi olan Leigh Phillips ve Michal Rozworski’nin kaleme aldığı “Planning the Good Anthropocene” (İyi Antroposeni Planlama) Phillips’in önceki çalışması ile birlikte, ilerici olduğu varsayılan bu ekomodernist perspektifin özünü veriyor. Phillips, 2015 tarihli Austerity Ecology and the Collapse-Porn Addicts (Kemer Sıkma Ekolojisi ve Çöküş Pornosu Bağımlıları) kitabının yazarı, Rozworski ise Toronto’da faaliyet yürüten, Jacobin’e de sık sık yazan bir sendika araştırmacısı ve yorumcu. (15) Phillips, kitabında, Theodor Adorno, Ian Angus, Brett Clark, David Harvey, Max Horkheimer, Derrick Jensen, Naomi Klein, Annie Leonard, Herbert Marcuse, Bill McKibben, Lewis Mumford, Juliet Schor, Richard York ve ben de dahil hayatta olan olmayan çok geniş bir yelpazeden solcu düşünüre polemikçi saldırılar yapıyor. Ayrıca önde gelen Dünya Sistemi bilim insanlarının gezegensel sınırlar konseptine de karşı çıkıyor. Aynı zamanda, Phillips, Erle Ellis, Roger Pielke, Jr. ve Breakthrough Institute (ikisi de bu enstitüde araştırmacı); Accelerate Manifesto kitabının yazarları Alex Williams ve Nick Srnicek ve Slavoj Žižek’e (Toprak Ana nosyonuna saldırısı sebebiyle) ekomodernist onay damgasını basıyor.

Phillips’in kitabının Greenpeace’ten Leonard’ı eleştiren bir bölümü “In Defense of Stuff” (Şeylerin Savunusu) başlığını taşıyor; Monthly Review ile ilişkili birçok düşünürün çalışmalarına saldıran bir diğeri “There Is No ‘Metabolic Rift.’” (Metabolik Bozulma Diye Bir Şey Yok) başlıklı. Phillips, bu yönde dağlarca kanıt olmasına rağmen Marx’ın ekolojik değerleri savunduğu fikrini reddediyor ve tüm ekolojik solu “felaket tellallığı” ve “kıyametçilik” ile suçluyor. Klein’ın, neoliberal versiyonundan özünde hiçbir farkı olmadığı iddia edilen “ekolojik kemer sıkma”yı savunduğu söyleniyor. Phillips ekonomik büyümenin sınırları olduğu nosyonunu tümden reddediyor ve daha azla daha çok şey yaparak “aslında sonlu bir dünyada sonsuz büyüme olabileceğini” iddia ediyor. “Bazı tahminlere göre,” diyor “tüm toprakları kullanarak, gezegen 282 milyar insanı kaldırabilir.” (16)

Phillips’e göre büyük olan güzel: “Sosyalist ekonomik büyümeyi, üretimciliği, Prometeciliği savunmalıdır.” Örneğin eski Sovyetler Birliği’nin kabahati aşırı üretimciliği değildi, sadece demokratik planlamayı ve insanlığın refahını yeterince dikkate almamıştı. Doğanın akıl uçurtacak kadar antroposentrik (insan merkezli) bir tanımını yapıyor: “Doğa biziz ve doğaya yaptığımız her şey doğal.” Ve şöyle devam ediyor, “gökdelenlerimiz doğadan ayrı değiller; onlar da doğa.” (Tam da aynı mantıkla insan nükleer silahlarımızın da doğa olduğunu söyleyebilir.) İnsanlığın ilerlemesi, varsayılan tüm doğa sınırlarının aşılması demektir. Bu şekilde bakıldığında, “enerji özgürlüktür. Büyüme özgürlüktür.” Diğer türler ancak ve ancak topluma fayda sağladıkları ölçüde değer taşır. Dolayısıyla “türler yok olurken bunu içsel değerleri için değil, türlerin kaybı canlı sistemlerinin insanlara sağladığı hizmetlerin etkililiğinde düşüşe sebep olacağı için umursamalıyız.” (17)

Genel olarak 1960’larda Yeni Sol ve devamcıları, daha da fazla üretime—“daha fazla şeye”—yönelik “Prometeci tutkuyu” reddettikleri için hatalılar. Benzer şekilde Phillips, Brezilya Topraksız İşçiler Hareketini, tam da işçileri toprakla yeniden bir araya getirmeye çalıştığı için toplumsal ihtiyaçlara ayak uyduramamakla suçluyor. Gereken şey, “yüksek enerjili bir gezegen; ılımlılık, alçakgönüllülük ve sade yaşam değil.” Ekomodernizm toprağı yoğunlaştıracak ve büyük ölçekli tarımsal üretime odaklanacaktır. (18)

Phillips iklim değişikliğine çözüm olarak nükleer enerjiye öyle meftun ki, “neoliberalizmin küresel olarak etkili şekilde tersine çevrilmesinin ve güçlü, demokratik bir kamu sektörü etosunun benimsenmesinin,” esasen “küresel ısınmaya karşı cephaneliğimizdeki kesinlikle en güçlü silah olan” nükleer enerjiyi etkin şekilde kullanmamıza izin vereceğinden, iklimsel açıdan avantajlı olduğunu söylüyor. Tabi Fukushima’dan falan hiç söz etmiyor. (19)

Phillips ve Rozworski bu aynı perspektifi Jacobin’in özel sayısına yazdıkları yazıya da taşımışlar ve tam da bu amaçla sayıya dahil edildiklerine hiç kuşku yok. Ekonomik büyümenin sınırları olmadığı ve insanlığın “dünyanın kolektif egemeni” olarak hükmettiği daha geniş bir ekomodernist fantezinin parçası şeklinde, fosil yakıtlara makul bir alternatif olarak nükleer enerji çığırtkanlığı yapıyorlar. Bir tür devlet planlamasını benimsemelerine rağmen, doğanın, emeğin ve toplumun kapitalizm altında metalaştırılmasına karşı hiçbir doğrudan itiraz getirmiyorlar ve mevcut üretim ve tüketim yapılarının insan ihtiyaçlarını nasıl çarpıttığı ve istismar ettiği hiç umurlarında değilmiş gibi görünüyor. Bunun yerine, “ekosistemleri koordine etmek” için giderek artan bir ölçekte “anlamamız, takip etmemiz ve ustalaşmamız gereken biyojeofiziksel süreçlere” hükmederken insanlığa daha da fazla mal sağlayabilecek yeni makinelere dayanan bir gelecek söz konusu. Amaç, bayağı açıktan, doğanın bilim ve teknoloji üzerinden Prometeci kontrolü. Dolayısıyla Phillips’in ilkin Austerity Ecology and the Collapse-Porn Addicts’te ifade ettiği bakış açısının, önde gelen şirket-fonlu ekomodernist düşünce kuruluşlarından Breakthrough Institute tarafından alkışlanmış olması veya Phillips ve Rozworski’nin makalesinin başlığında geçen “İyi Antroposen”in doğrudan Breakthrough Institute’ün An Ecomodernist Manifesto’sundan (Ekomodernist Manifesto) alınmış olması hiç de şaşırtıcı değil. (20)

Bir başka cüretkâr “iç etme”de, 2016 tarihli Four Futures: Life After Capitalism (Dört Gelecek: Kapitalizmden Sonra Hayat) kitabının yazarı Peter Frase, sayıya yazdığı yazının başlığını “By Any Means Necessary” (Gereken Her Yoldan) koymuş—Malcolm X ile ünlenen bir ifade [“kendimizi korumak için her ne gerekiyorsa” şeklinde Türkçeleştirilmiş, ÇN] ama burada doğaya gezegen çapında müdahaleler kastediliyor. Four Futures kitabı, Frase’in dünyanın Prometeci hakimiyeti fikrine meftun olduğunu gösteriyor. Bilim kurguya dayandığı halde “gerçekçi bir ekososyalist senaryo” olarak tanımladığı “büyük gelecek,” “kendi gezegenimizin yaşanılabilir kılınmasından ve bizi ve şu anda var olan diğer canlıların en azından bazılarını desteklemeye devam edecek şekilde yeniden inşasından—yani tamamen yepyeni bir doğa yaratılmasından” ibaret. Phillips ve Rozworski gibi Frase de doğa üzerindeki etkimizi azaltmakla ilgilenmiyor; onun yerine “doğayı yönetmemiz ve ona bakmamız” gerekiyor—kendi çıkarlarımıza daha iyi hizmet edebilmesi için. Muhafazakâr bilim felsefecilerini ve Breakthrough Institute araştırmacısı Bruno Latour’u izleyen Frase, küresel ekolojik kriz karşısında “Kendi [Frankenstein] Canavarlarımızı Sevmemiz” gerektiğinde ısrar ediyor. Yani, tümü de “sosyalist ekoloji” ile mükemmelen uyumlu görülen planlı piyasaları, akıllı parkmetreleri, robot arıları ve gezegen jeomühendisliğine dayalı yeni potansiyelleri ile kendi yarattığımız (veya yaratma sürecinde olduğumuz) teknolojik-endüstriyel dünyayı benimsemeyi öğrenmemiz gerekiyor. (21)

“By Any Means Necessary”de Frase, iklim değişikliğine odaklanıyor. Ekoloji hareketini “yeşil ahlakçılığı” yüzünden paylayarak, sola gezegenin jeomühendisliğine yönelik girişimleri samimi bir şekilde benimseme çağrısı yapıyor. Oliver Morton’un güneş ışınlarını engellemek için atmosfere sülfür aerosolleri enjekte edilmesini öneren (bilim insanları bunun sebep olacağı vahim yan etkilerin küresel ısınmadan çok daha kötü olacağına işaret etseler de) 2015 tarihli kitabı The Planet Remade’i övüyor. (22) Frase’in kendisi, “bulut parlatma”yı (bulutların dünyadan daha fazla gün ışığı yansıtacak hale getirilmesi) savunuyor. “Şunu anlamak zorundayız,” diyor, “uzun süredir ve halen, doğanın manipülatörleri ve yöneticileriyiz.” Sol, gezegen jeomühendisliğini benimsemezse, “burjuvazi işini bizsiz görecek.” Frase’in bakış açısına göre, sosyalistler, ekoloji hareketine zıt gelse bile jeomühendislik saflarına katılmaktan başka seçeneğe sahip değiller. Yine de “jeomühendislik görüşünü sol bağlamda öne çıkarmanın amacı,” diyor, “karbonsuzlaşmayı ikame etmek değil, bunun yerine daha geniş bir ekososyalizm tablosu içinde değerlendirilmeli.”

Frase, jeomühendislik teknolojisinin kendisinde hiçbir tehlike olmadığına bizi temin ediyor, sorun sadece idare edilme şeklinden çıkabilir (“insanları silahlar değil insanlar öldürür”dekine benzer bir safsata). Kendisini “kibir ve Prometecilik suçlamalarına” karşı önceden savunmak için—bir gözü kesin Engels’e bakarak— “sosyalist projenin doğayı kontrol etme hedefi olmadığını” belirtiyor. “Doğa asla bizim kontrolümüzde değildir ve her zaman istenmeyen sonuçlar olur.” Ama bu analizde eksik olan şey, insanın doğa ile metabolizmasında niteliksel değişiklikler yaratmak için, toplumsal ilişkilerin kendisinin değişmesi gerektiği nosyonu. Bunun yerine, amaç, bir teknolojik icatçının çözümünde olabilecek şekilde, ne toplumsal ne de ekolojik ilişkiler ciddi şekilde çözülmeksizin, önüne geleni yıkan bu sistemi mümkün olabildiğince ayakta tutmak gibi görünüyor. Böylesine ekstrem bir ekomodernist stratejinin tek alternatifinin “kıtı kıtına” bir kemer sıkma—ekoloji hareketi ile dalga geçmek için Frase’in Phillips ile ortak şekilde kullandığı bir kavram—olduğuna inanmamız isteniyor. (23)

Daniel Aldana Cohen’in makalesi “The Last Stimulus” (Son Uyarıcı), bir tür Yeşil Yeni Düzencilik öneriyor. Bir kararlı hal/durağan durum ekonomisi—sürdürülebilir olmayan ve yıkıcı ekonomik büyümeye yönelik dürtünün artık egemen olmadığı bir sistem—geliştirilmesi gerektiğini savunan solculara karşı Cohen, yeşil kapitalizmi çevreleyen yutturmacayı ciddiye almamız gerektiğinde ısrar ediyor.

Diyor ki küresel siyasal ve finansal liderler artık tek başına temiz enerjiye yılda trilyon dolar yatırım yapmak istiyorlar… İklim adaptasyonu politikalarına ayrılan bütçe buna nazaran devasa… İş dünyası her zaman olduğu gibi hızla değişiyor…. Siyasi baskılar sayesinde milyonlarca işçinin emeklilik fonları halihazırda istikrarlı bir iklimde mutlu bir yaşlılığa yatırım yapılıyor… Küresel olarak işçilerin emeklilik tasarruflarından trilyonlarca dolar herkese açılmış durumda… Bölgesel ve ulusal yönetimler dünyanın dört bir yanında enerji geçişine yönelik patlama yapan yatırımı şekillendirmeye yardımcı olmak için yeşil bankalar, finansal kuruluşlar kuruyorlar… Geçtiğimiz yıl güneş enerjisi sektöründe istihdam tüm ekonomiden on yedi kat daha hızlı büyüdü… vs. vs.

Buradan Cohen, “şu ana dek geleceği şekillendirenler yeşil kapitalistler oldu. Meseleyi kaptılar. Biz de yapabiliriz” tezini çıkarmış. Dizginsiz Prometeciliğin Phillips ve Frase kadar savunusunu yapmasa da çözümü büyük oranda teknolojinin, piyasanın ve kentsel gelişmenin devlet tarafından idaresine dayanan son derece geleneksel şartlarda görüyor. (24)

Bir Nation köşecisi ve 2012 tarihli Tropic of Chaos: Climate Change and the New Geography of Violence (Kaos Dönencesi: İklim Değişikliği ve Şiddetin Yeni Coğrafyası) kitabının yazarı olan Christian Parenti, Toprak, Rüzgâr ve Ateş’in en tanınan yazarı. Makalenin içeriğini belli eden başlığı “If We Fail” (Başaramazsak), en kötü iklim değişikliği senaryosuna yani Venüs Sendromuna işaret ediyor. İklim bilimci James Hansen’ın tanımladığı ve Parenti’nin tekrarladığı gibi, dünyanın sonu “kaynama noktasında sıcak, toksik su buharı ile çevrili yaşamsız bir kaya” olacak. Parenti bu kıyamet görüntüsünü, solu, şükür ki gayet de mümkün olduğunu söylediği köklü teknolojik çözümleri kabul etmeye zorlamak için kullanıyor. İzlanda’da yapılan bir deneye atıf yaparak, karbonu atmosferden ayıracak ve bazalt kayalarına hapsedecek karbon yakalama ve sekestrasyonu (KYS) tesislerinin inşa edilmesini savunuyor. Bu “bazaltta-KYS” yaklaşımının, iklim sorununa “son derece basit” bir çözüm sunduğunu iddia ediyor. Gördüğü tek zorluk, böylesi bir KYS planının, çok az kâr imkânı verdiği için özel sektöre bırakılmak yerine devlet tarafından desteklenmek zorunda olması. Ve olumlu bir hükümeti destekleyerek ilericilerin temel bir rol oynayacağı nokta da burası. “İyi haber” ise, “radikal bir iklim çözümünün, belki de zannedilenin aksine, daha az değil daha çok enerji kullanmamızı gerektirmesi. Ama güneş enerjisi formunda enerji, gerçekten sonsuz olan tek ekonomik girdi.”

Ancak Parenti, tasavvur ettiği ölçekte ve hızla KYS tesisleri inşa etmenin önündeki muazzam engellerden hiç söz etmiyor. Enerji analisti Vaclav Smil’in de işaret ettiği gibi, “Mevcut CO2 emisyonlarının sadece beşte birini izole edip hapsetmek için bile, yıllık çıktısı, kuyular, boru hatları, sıkıştırma istasyonları ve depolamadan oluşan muazzam altyapısının inşası nesiller sürmüş olan küresel ham petrol sanayisinin şu an çevirdiği yıllık hacimden yüzde 70 kadar daha büyük olmak zorunda olan, dünya çapında tamamen yepyeni bir absorpsiyon-toplama-sıkıştırma-nakliye-depolama sektörü yaratmamız gerekecektir.” KYS teknolojisi hayal bile edilemez miktarlarda su gerektirmektedir: Sadece ABD’nin yıllık emisyonlarına eşit miktarda karbondioksiti yakalamak ve izole edip depolamak için, her yıl 130 milyar ton veya Kolumbiya Nehri’nin yıllık debisinin yarısı kadar su gerekecektir. Ve bu sorunların sadece başlangıcı, çünkü böylesine devasa girişimlerin önünde, hayal bile edilemez zorluklar arz eden daha da devasa teknolojik, ekonomik ve ekolojik engeller var.

Phillips analizinde her şeyin doğa olduğunu—çiftliklerden fabrikalara ve gökdelenlere kadar toplumdaki her şeyin “doğal” olduğunu—iddia ediyorsa, Parenti de tam zıddını diyor: her şey toplumdur. O kadar ki doğal dünyanın var olduğu bile zor söylenebilir. Bu bakış açısından, onun yaptığı gibi, ekolojik sorunlarımıza kısmi çözümler olarak et fabrikalarını ve balık çiftliklerini—ekosistem ve hayvanların kendisi üzerinde yarattıkları sonuçlar görünmez kılınırken—savunmak kolay. “Bir tür olarak misyonumuz,” yazmış, “‘doğa’ denilen bir şeyden geri çekilmek veya onu korumak değil, bundan ziyade, tamamen bilinçli çevre yapıcıları haline gelmek. Kamusal mülkiyet altındaki ekstrem teknoloji, uygarlığın kurtulmasına yönelik bir sosyalist projenin merkezinde olacaktır, aksi halde uygarlık devam etmeyecek.” Bu bakış açılarının ikisinde de (her şey doğadır ve her şey toplumdur), bu şekilde uygulandığında amaç benzer: mevcut toplumsal ve ekonomik yapıları köklü şekilde dönüştürmek yerine etkili şekilde koruyarak, ekolojik çelişkilerin ortadan kaybolmasını ummak ve çevrenin total fethine yönelmek. (25)

Kısa makalesi “We Gave Greenpeace a Chance”te (Greenpeace’e Bir Şans Verdik) kültür eleştirmeni Angela Nagle, bu örgütü ve daha geniş olarak da ekoloji hareketini paylıyor. Greenpeace’in “ehemmiyetsiz doğrudan eylemleri” ve sıkça radikal çevre hareketi ile ilişkilendirilen “‘koyu yeşil’ primitizm” dediği şeyi reddediyor. Bunun yerine bir kere daha, “doğal dünyaya insan müdahalesinin artık onu kurtarmanın tek yolu olduğunu” ilan ederek, çevresel sorunlara, nükleer enerji tesislerinin küre çapında yaygınlaştırılması da dahil, hiper-teknolojik çözümler öneriyor. Trump’ın küresel ısınmanın “ABD imalat sanayiinin rekabet gücünü düşürmek için” Çin tarafından uydurulmuş bir mit olduğu iddiası için, Nagle, “bunu ilk duyduğunda şok olduğum tek şey birinin tekrar imalattan bahsediyor oluşu oldu” diye espri yapıyor. Phillips, Rozworski, Frase ve Parenti gibi o da, solu “hırslı teknolojilere ve Prometeci modernliğe olan düşmanlığını” bir kenara bırakmaya ve canavarlarımızı sevmeye çağırıyor. (26)

Sayıdaki diğer makaleler de benzer şekilde, Sierra Club’a (Branko Marcetic, “People Make the World Go Round” (Dünyayı Döndüren İnsanlardır)) ve gıda kooperatiflerine (Jonah Walters, “Beware Your Local Food Cooperative” (Yerel Gıda Kooperatifinize Dikkat Edin)) tek taraflı saldırılar yöneltiyor. İkinci makalede, bu deneyimlere kara çalmayı amaçlayan seri kötülemelerle, 1970’lerdeki daha radikal bazı gıda kooperatiflerinin sırf “Maoist kafaların” ve “geç dönem Yeni Solun mesihçi Marksizm-Leninizminden gelen” ve “Kara Panterler Partisi modelini takip eden kendinden menkul gerillaların” ürünü olduğuna inanmamız isteniyor. (27)

Jacobin’in özel sayısına çevre konusunda yazılan yazıların ve yazarları ile editörlerinin ilgili diğer yazılarının dikkat çekici özelliği, gerçek sosyalizmden—eğer bu toplumsal ve ekolojik ilişkilerde, eşitliğe ve çevresel sürekliliğe dayalı bir dünya yaratmayı hedefleyen bir devrimi içeriyorsa—ne kadar uzak oldukları. Bunun yerine bulduğumuz şey, iklim sorununa, insan ihtiyaçlarının ve daha geniş çevrenin yanı sıra, bilim ve teknolojinin toplumsal ilişkilerini göz ardı eden mekanik, tekno-ütopyacı bir “çözüm.” Ekolojik Marksizm ve genel olarak radikal ekolojinin aksine, devlet tarafından yönlendirilen, teknokrat, yeniden dağıtıma dayalı, gezegensel jeomühendislikle tahkim edilen bu piyasa ekonomisi vizyonu, meta sistemine temelden karşı çıkmıyor. Kapitalizmin sebep olduğu ekolojik kriz, burada tüm gerçek ekolojik değerleri bir tarafa bırakmayı meşrulaştırmak için kullanılıyor. Sayının yazarları bunun yerine, günümüzün meta toplumunun, en fecisi, katlanmalı olarak sınırsız büyüme zorunluluğu da dahil, temel özelliklerinin devamını sağlamanın bir yolu olarak, bir “İyi Antroposen”i veya doğanın yenilenmiş bir fethini savunuyorlar. Sosyalizm, bu şartlarda anlaşıldığında, neredeyse kapitalizmden farksız kalıyor—genelleşmiş meta toplumunun yerini alacak olan değil, kapitalist modernitenin temel yapısı ile benzeş bir hareket. Bu, en hafifinden, liberal siyaset alanının başarısı adına sosyalist vizyonun küçük gösterilmesi. Ama statüko karşısında böylesi bir tavizin bedeli, alternatif bir geleceğe dair tüm anlayışların yitirilmesi demek.

(Devamı gelecek)

Not: Alıntıların kaynağı olduğu gibi verilmiştir, Türkçe kaynaklara gönderme yapılmamıştır.

Dipnotlar

  1. Francis Bacon, Novum Organum(Chicago: Open Court, 1994), 29, 43. Bacon’cı “kurnazlık” ve Marx’ın yanıtı için, bkz. William Leiss, The Domination of Nature (Boston: Beacon, 1974). İsimlerin cinsiyetlendirildiği birçok dilde olduğu gibi Latince’de de “doğa” (natura) dişildir ve Bacon’ın görüşlerinin patriarkal yönünü açığa çıkarır. Bunun güçlü bir ekofeminist eleştirisi için bkz. Carolyn Merchant, The Death of Nature (New York: Harper and Row, 1980).
  2. Karl Marx, Grundrisse(London: Penguin, 1973), 334–35, 409–10. Tuhaf biçimde, Michael Löwy, Marx’ın aynı paragrafını “Marx’ın çalışmalarının bölümlerinin, ‘kapitalist üretimin medenileştirici eylemlerine’ ve doğal sınırların aşılmasına yönelik eleştirisiz bir hayranlığa şahitlik eden iyi bir örneği” olarak alıntılamaktadır. Yüzeyinde anlaşılabilir olsa da, Löwy’nin pozisyonu, Marx’ın Bacon’cu “kurnazlığın”—doğanın bir tür hile ile fethedilmesi—ve burjuva biliminin genel tutumlarının diyalektik bir eleştirisinin parçası olan argümanının derin bir yanlış anlaşılmasını yansıtıyor. Aynı ölçüde önemli olan ise, Marx’ın, esasen Hegel’in Logic’inde geçen bariyerler ve sınırlar diyalektiği teorik bağlamında yazmış olması. Bu diyalektik anlayışa dayalı olarak, Marx, sermayenin, onlara sırf bariyerlermiş gibi muamele ederek geçici olarak etraflarından dolansa bile, nihayetinde doğal sınırları aşmayı başaramayacağını vurgular. Bu kapsamlı çelişki, sürekli ve tekrarlanan krizlere sebep yol açar. Michael Löwy, “Marx, Engels, and Ecology,” Capitalism Nature Socialism 28, no. 2 (2017):10–21. Marx’ın argümanının kapsamlı şekilde işlendiği bir değerlendirme için bkz. John Bellamy Foster, “Marx’s Grundrisse and the Ecological Contradictions of Capitalism,” In Marcello Musto, ed., Karl Marx’s Grundrisse (London: Routledge, 2008), 100–02. Ayrıca bkz. István Mészáros, Beyond Capital (New York: Monthly Review Press, 1995), 568.
  3. Karl Marx, Capital, vol. 1 (London: Penguin, 1976), 636–38; Capital, vol. 3 (London: Penguin, 1981), 754, 911, 949; John Bellamy Foster, Marx’s Ecology(New York: Monthly Review Press, 2000).
  4. Karl Marx and Frederick Engels, Collected Works, vol. 25 (New York: International Publishers, 1975), 460–61.
  5. John Bellamy Foster, “Late Soviet Ecology and the Planetary Crisis,” Monthly Review67, no. 2 (June 2015): 1–20.
  6. Clive Hamilton and Jacques Grinevald, “Was the Anthropocene Anticipated?” Anthropocene Review3, no. 1 (2015): 67; Ian Angus, Facing the Anthropocene (New York: Monthly Review Press, 2016).
  7. P. Thompson, Beyond the Cold War(New York: Pantheon, 1982), 41–80; Rudolf Bahro, Avoiding Social and Ecological Disaster (Bath: Gateway, 1994), 19.
  8. Toplumsal ilişkilerin üretici güçlerle ilişkisi meselesinin daha geniş teorik yansımaları ve yakın tarihli tartışmalarla bağlantısı için bkz. John Bellamy Foster, Harry Magdoff, and Robert W. McChesney, “Socialism: A Time to Retreat?” Monthly Review52, no. 4 (Eylül 2000): 1–7. “Toplumsal metabolik yeniden üretim” [“metabolik toplumsal yeniden üretim” şeklinde Türkçeleştirilmiş] konsepti, Beyond Capital kitabından başlayarak István Mészáros’un çalışmalarının merkezinde yer alır.
  9. Uzun ekolojik devrim nosyonu, Raymond William’ın önceki “uzun devrim” nosyonuna atıfta bulunmaktadır. Williams için kültürel ve ekolojik materyalizm, Romantik ve Marksist geleneklerin uzun yakınlaşmasını yansıtacak şekilde daima birbiri ile bağlantılıydı. Bkz. Williams, The Long Revolution(New York: Columbia University Press, 1961), ve Politics and Letters (London: New Left, 1979).
  10. Ekolojik modernleşme teorisinin eleştirileri için bkz. Richard York and Eugene A. Rosa, “Key Challenges to Ecological Modernization Theory,” Organization and Environment16, no. 3 (2003): 273–88; John Bellamy Foster, “The Planetary Rift and the New Human Exemptionalism,” Organization and Environment 25, no. 3 (2012): 211–37; ve Jeffrey A. Ewing, “Hollow Ecology: Ecological Modernization Theory and the Death of Nature,” Journal of World-Systems Research 23, no. 1 (2012): 126–55.
  11. Trillionthtonne.org.
  12. Peter Frase, “By Any Means Necessary,” Jacobin26 (2017): 81.
  13. Leon Trotsky, Literature and Revolution(New York: Russell and Russell, 1957), 251.
  14. Connor Kilpatrick, “Victory Over the Sun,” Jacobin26 (2017): 22–23.
  15. Leigh Phillips, Austerity Ecology and the Collapse-Porn Addicts(Winchester, UK: Zero, 2015).
  16. Phillips, Austerity Ecology, 9, 23, 32–33, 39–40, 59–63, 67–68, 88, 132, 217–34, 246–49, 252; Leigh Phillips, “Why Eco-Austerity Won’t Save Us from Climate Change,” Guardian, 4 Kasım 2015. Marx’ın, metabolik bozulma teorisi üzerinden bir ekolojik eleştiri geliştirdiği nosyonuna saldıran Phillips, hatalı bir şekilde, bilimde metabolizma kavramının beden dahilindeki kimyasal işlemlerle sınırlı olduğunu iddia eder ve çevre ile her türlü alışverişi dışarıda bırakır. Aynı zamanda, Komünist Manifesto’nun standart İngilizce baskısındaki ünlü “kırsal yaşamın bönlüğü” ifadesinin hatalı bir çeviri olduğunu söyleyen yakın zamanlı bilimsel çalışmaları da (Hal Draper ile başlayan) reddeder. On dokuzuncu yüzyıldaki kullanımında, Almanca Idiotismussözcüğü, Yunan kökeni olan idiotes (gözden uzak veya izole bir insan) sözcüğündeki anlamını kazanmıştır ve doğru çevirisi, kır işçilerinin polis’ten [şehirden] yalıtılmışlığını verecek şekilde “izolasyon” olmalıdır. Phillips’in yaptığı, Marx’ın politik doğrucu olmamaktan korkmadığı için, kır işçilerine (modern İngilizcedeki anlamıyla) “idiot” demekten çekinmeyeceğini ilan etmektir. Burada sadece Spinoza’nın ünlü sözü akla geliyor: “Cehalet mazeret olamaz.”
  17. Phillips, Austerity Ecology, 60, 76, 85, 252–63. Prometeciliğin iki tarihsel anlama geldiği not edilmeli. Lucretius’ten türetilmiş olan ilki, Promete mitini Aydınlanma ve on yedinci yüzyıl bilimsel devrimi ile ilişkilendirir. İkincisi ve burada da kullanılan daha yaygın çağdaş anlamı ise, aşırı üretimciliği veya sanayiciliği ifade etmek için kullanılmaktadır. Marx Promete’te iki anlamda da gönderme yapmaktadır; antikitede Aydınlanmanın Prometesi olarak Epicurus’ü alkışlamakta, ardından mekanik Prometeciliği için Proudhon’u eleştirmektedir. Bkz. Foster, Marx’s Ecology, 10, 59, 126–30.
  18. Phillips, Austerity Ecology, 89, 190, 255.
  19. Phillips, Austerity Ecology, 202-03.
  20. Leigh Phillips ve Michal Rozworski, “Planning the Good Anthropocene,” Jacobin26 (2017): 133–36; Phillips, Austerity Ecology, 67–68; “The Year of the Good Anthropocene: Top Breakthroughs of 2015,” Breakthrough Institute; “Leigh Phillips, Science Writer and Journalist,” Breakthrough Institute http://thebreakthrough.org/people/profile/leigh-phillips;Ecomodernism Manifesto, 7.
  21. Peter Frase, Four Futures: Life After Capitalism(London: Verso, 2016), 91–119. Frase’in “Canavarlarımızı Sevmek” nosyonu, Bruno Latour’un “Love Your Monsters: Why We Must Care for Our Technologies As We Do Our Children,” Breakthrough Institute, Winter 2012 (Canavarlarınızı Sevin: Teknolojiye Neden Çocuklarımıza Bakar Gibi Bakmalıyız?) makalesinden alınmıştır.
  22. En popüler jeomühendislik çözümü olan, atmosfere sülfür partikülleri enjekte edilmesi (bazen coşkulu şekilde “solar radyasyon yönetimi” diye anılıyor), bilim topluluğunda geniş şekilde, atmosferdeki karbon emisyonlarının birikmesini durduracak hiçbir şey yapmaksızın yepyeni gezegensel tehlikeler yarattığından, iklim değişikliğine, iklim değişikliğinin kendisinden daha tehlikeli bir çözüm olarak değerlendiriliyor. Sülfür enjeksiyonu durduğu an, çebredeki daha yüksek karbondioksit konsantrasyonları ile belilenecek olan iklim değişikliği, öncekinden bile yüksek seviyelerde devam etmeye başlayacak. Bu jeomühendislik biçiminin tehlikeleri arasında, çok daha ciddi kuraklıklar ve muson yağmurları ile daha kuru bir gezegen, ozon katmanının olası erozyonu ve fotosentezin kesintiye uğraması var. Dahası, okyanus asitlenmesini gidermek için hiçbir şey yapmayacak. Frase’in savunduğu bulut parlatma ise, benzer itirazlarla karşı karşıya: Atlantik üzerinden yapılması halinde, Amazon’un çölleşmesine katkıda bulunacak ve iklim değişikliğinin altta yatan sebeplerinden hiçbirini gidermeksizin yeni küresel ekolojik sorunlara sebep olacak. Nicolas Jones, “Solar Geoengineering: Weighing the Costs of Blocking the Sun’s Rays,” Yale Environment 360, 9 Ocak 2014, http://e360.yale.edu; Christopher Mims, “‘Albedo Yaughts’ and Marine Clouds: A Cure for Climate Change?” Scientific American, 21 Ekim 2009.
  23. Frase, “By Any Means Necessary,” 73–81; Phillips, Austerity Ecology, 105.
  24. Daniel Aldana Cohen, “The Last Stimulus,” Jacobin26 (2017): 83–95.
  25. Christian Parenti, “If We Fail,” Jacobin26 (2017): 114–27; “A Radical Approach to the Climate Crisis,” Dissent (Summer 2013); Tropic of Chaos (New York: Nation, 2012); Andy Skuce, “‘We’d Have to Finish One New Facility Every Working Day for the Next 70 Years’—Why Carbon Capture is No Panacea,” Bulletin of the Atomic Scientists, 4 Ekim 2016; “The Quest for CCS,” Corporate Knights, 6 Ocak 2016, http://corporateknights.com; Vaclav Smil, “Global Energy: The Latest Infatuations,” American Scientist 99 (Mayıs–Haziran 2011): 219.
  26. Angela Nagle, “We Gave Greenpeace a Chance,” Jacobin26 (2017): 130–31. İnsan Parenti’nin Venüs Sendromuna gönderme yapmasının onu “felaketçilik” suçlaması ile karşı karşıya bırakacağını düşünebilir. Ama bu eleştiri ekomodernist tavır benimseyenlere nadiren yöneltiliyor, tam da statükoya karşı çıkmayı en aza indiren kullanıma hazır teknolojik çözümleri sunma eğiliminde oldukları için.
  27. Branko Marcetic, “People Make the World Go Round,” Jacobin26 (2017): 106–07; Jonah Walters, “Beware Your Local Food Cooperative,” Jacobin (Yaz 2017): 137–38.