Kazananı ve kaybedeniyle Girne – Halil Paşa

3969

ANNAN PLANI DÖNEMİNDE GİRNE BU KADAR KÖTÜ DEĞİLDİ

Annan Planı döneminde barikatların Kıbrıslıların karşılıklı geçişine açıldığı 2003’te, Girne ve çevre köylerini ziyaret eden bir Kıbrıslırum gazeteci, Panağra’dan (Geçitköy) Vasilya’ya (Karşıyaka) inerken ağaçlara ve bitki örtüsüne, doğanın bakirliğine, sonra da karşısına çıkan İstipyadaki (Güzelyalı) plaja hayran kaldığını yazmıştı.

Gidin ve şimdi bir daha inin Panağradan Vasilya’ya. Vadinin bir yanında beton yoğurma tesisleriyle oradan çıkan beton makinlerinin kalbura döndürdüğü yol, diğer yanda apartmanlar, beton bloklar ve neon ışıklı tabelalarda çıplak kadın maketlerinin sergilendiği gece kulüplerinin bulunduğu çirkin binalarla karşılaşırsınız. Su gelecek diye oyulan ve üzerinde yollar ve beton bloklar inşa edilen binalarla yarısı moloz ve toprakla doldurulan deniz kıyısı da cabası.

GİRNE’NİN ÇİRKİNLEŞMESİ NE ZAMAN HIZ KAZANDI

  1. Ali Talat ile S.Denktaş’ın CTP-DP hükümet koalisyonu döneminde, Papadopulso’u hizaya getirmek için teşvik edilen kuzeydeki toprak talanı ve inşaat furyası, İrsen Küçüklü UBP hükümeti ile şaha kalkmıştı. Şimdi Özgürgün’lü UBP- Denktaş’lı DP ile üçüncü inşaat patlamasını yaşıyor.

O günden bugüne Girne İmar Planının yapılmadığı, alt yapısız inşaatların artarak devem ettiği, peşkeş çekmenin başını alıp gittiği, siyasi kayırmalardan mütevellit komisyonların yalnızca dedikodu olarak değil basında bile ayyuka çıktığı zamanlardan, Girne’nin son 14 yılda, nasıl hızla yaşanmaz hale sokulduğu günlerden geçiyoruz.

Girne’nin merkezi, kıyıları, dağı-taşı, civar köyleri adeta bir şantiye yerine dönüşmüş. Yatırımlarının getireceği sosyal maliyetler konusunda zerre kadar umursuz, salt anlık kazanacağı paraya odaklanmış, hiçbir stratejik düşünceye sahip olmayan açgözlü yatırımcılar ve bütün bunları sanki de başarıymış gibi yücelten, teşvik eden bir hükümet var.

Girne’nin hal-i harabını yalnızca hükümetlerin aldığı kararlarla açıklamak eksik kalır elbet.

Peki başka neden?

TÜRKİYE ETKİSİ

Bilinmeyen değil!. KKTC hükümetlerinin arkasında daima TC siyasi erkinin nüfuzu, baskısı, sevki ve idaresi var. Dahası Kıbrıs’ın kuzeyindeki yaşam, giderek daha çok dışsal etkenler tarafından ve en çok da Türkiye tarafından belirlenmekte.

Girne, Kıbrıs’ın Türkiye’ye en yakın kıyısı. Kıbrıs Sorunun olası bir çözümünde, Girne, “Kıbrıslı Türklere” (Jölelinin tabiriyle, “82. İl olarak TC’ye” diye de anlaşılabilir) bırakılacak yerlerin başında geliyor.

Öte yandan her gün hızla İslamlaşan yaşam tarzı, ceberrutlaşan devlet yapısıyla, bir gün gelip de Türkiye’deki bu müstakbel yaşam tarzına ayak uyduramayıp yurt dışına kaçmak zorunda kalabileceğini düşünen pek çok varsıl TC vatandaşı, Avrupa ülkelerine, orta hallileriyse en yakın ve en kolay ulaşabileceği Kıbrıs’tan emlak satın almaya yönelmiş bugünlerde.

Kumarcısından orta halli memuruna, ticaret erbabından işçisine kadar, Türkiye vatandaşlarının en çok ziyaret ettikleri yerlerin başında da yine Girne gelir. Benzeri nedenlerden dolayı Türkiye’den oluk gibi akan öğrenciler ve mantar gibi biten üniversiteler ve de gelişigüzel kondurulan yurt inşaatları da malumumuz…

TÜRKİYEDEN HIZLANAN NÜFUS AKIŞI KALKINMANIN DEĞİL, YAĞMANIN FIRSATINA DÖNÜŞTÜ

Son yıllarda Girne’de yaşanmakta olan inşaatlaşma furyası, be şehirde 1974’de yaşanan savaştan çok daha büyük ve kalıcı sosyal maliyetler doğuran tahribatlara yol açmış durumda. Alt yapısı olmayan Çin Seddi gibi çirkin beton ormanları dikmeyi, ekonomik büyüme ve gelişme diye yutturmaya çalışan bu “hastalıklı akıl”, ne yazık ki gelinen noktada adayarımızın en turistik kentinin trafiğini kilitleyip, dağlarını ve denizini kirletip, sokaklarını kokutmakta, yeşilini katletmekte.

Girne şehri, kıyıları tel ve beton duvarlarla çevirerek özel mülkiyetiymiş gibi parselleyen ve plaja girmek isteyen vatandaştan fahiş ücretler talep eden beş yıldızlı casino-otel meraklısı yatırımcıların; dere yataklarını moloz ve inşaat pislikleriyle (hafriyat) dolduran çevreye duyarsız müteahhit ve taşımacıların, onları görmezden gele yerel yöneticilerin, araç park yerleri yetersiz, alt yapısı olmayan çok katlı binaların çıkılmasına onay veren korkak ve basiretsiz teknokrat ve bürokratların sayesinde, Girne’de yaşam her gün daha bir kötüye gitmekte.

BİR KAÇ HATIRLATMA

Zeytinlik/Templos İnisiyatifi’nin, altı aydır Girne Kaymakamlığına sivil toplum örgütü olarak müracaatı var. Girne kaymakamlığı “İçişleri Bakanlığına gönderdim” diyor. İçişleri Bakanlığı ise aylardır bekletiyor. Savcılığa göndermesi gerekirdi, ama göndermiyor. Bakan bey Templos’lu. Köyde ikamet ediyor. Bırakın köyün etrafındaki çevre katliamlarıyla ilgilenmeyi, bu işlerle meccanen ve fedakarca uğraşan köylülerinin kurduğu örgütün yasallaşmasına bile zerre kadar ilgi göstermiyor.  Aksine süreç bakanlığında takılıp kalıyor. 

Öte yandan Kaya Grubu otelinin yasalara aykırı olarak çıktığı katın yıkılmasını emreden mahkeme kararını uygulayacağı yerde, bir daha dava açılmayacak bir biçimde davayı geri çeken Girne Belediye Başkanı’na da bir çift sözüm var:

Madem yasa dışı çıkılan kata onay verecektin, ne diye önce mühürledin? Dava kazanılınca neden davayı geri çektin? Davayı geri alınca kim kazandı ve kim kaybetti? Bunu Başkanı olduğun Girne Belediyesine yakıştırdın mı?”

KİMLER KAZANIYOR KİMLER KAYBEDİYOR

Artık şehrin pek çok noktasından bakınca, ne denizini ve ne de dağlarını görmek mümkün.

Beşparmak dağlarında pek çok yürüyüş yolunun önü, ancak görgüsüz bir kültürün inşa edebileceği beton blok ormanlarla kapanmaya başlamış.

Yürüyün beşparmağın vadilerine, derelerine… Moloz dağları, çöp yığınlarıyla ile karşılaştığınızda sakın şaşırmayın. Artık insanlar yasaları falan da iplemiyor. Günlük gazetelerin ön sayfalarında çıksa da sökülen asırlık zeytinlerin boş çukurları, ne İçişleri, ne kaymakamlık, ne çevre dairesi, ne belediye ve ne de savcılık ve ne de polis…

Devlet ya yetişemiyor, ya da yetişemeyince yalnızca şikayet edilenlerle ilgileniyor.

Adada vatandaşın yasalara uyup uymadığını denetleyecek, uymayanları da cezalandıracak devlet kurumları o denli laçkalaşmış ki… Kurumların memurları kendi dairelerinin en büyük eleştirmenleri olma rolünü üstlenirken, bu konuda devletin maaşlı görevlileri olduklarını çoktan unutmuşa benziyorlar.

Alt yapısız ve imar plansız şehirde emirnamelerle rastgele yapılaşmalar sürerken yaşam kalitesi düşen şehrin yaşayanı, halkı önceki temiz çevreyi kaybederken, karşılığında “yatırımcı” denilen “yapsatçılar” daha çok para kazanıyor.

Dereler ve vadiler, inşaat artıkları, molozlarla doldurulur, asırlık anıt ağaçlar köklerinden sökülürken doğal yaşamlar ve yeşil alanlar kaybediyor, işi üstlenen taşımacı ise daha çok para kazanıyor.

Arıtmadan denize pisliğini akıtarak maliyetten kurtaran casinolu beş yıldızlı oteller kısa dönemde maliyetten tasarruf ederek daha çok para kazanırken, kirlenen denizler kaybediyor.

Plajları teller ve duvarlarla kapatan, denizin içerisini dolduran ve böylece kamunun olan denizi kendi özel mülkiyetiymiş gibi kirleten, girişe kapattığı plajları da satan casino-otel-restoran sahipleri daha çok para kazanırken, deniz ve halk birlikte kaybediyor.

Trafik kuyruklarında tüketilen benzinlerden, langufalı yollarda yıpranan araba parçalarından dış ülkeler ve ithalatçı tüccar kazanırken, daha çok milli gelir dışarıya akıtılıyor.

Paranın ve yasadışılığın yaşamda alışkanlık ve açıkgözlük haline geldiği bu şehirde, yasal iş yapmanın “ahmaklara” has özellikler olduğu konuşuluyor. Yasalara uyumlu çalışma hayatı giderek kaybolurken, parası ve siyasal gücü olan yasalara göre değil, ama uzun dönemde insan-doğa kaybedecek olsa da, kendisine en çok parayı getirecek biçimde hareket ediyor.

Daha bitmemiş çok katlı inşaatların zirvesine sahibi tarafından “sanki bir savaştan muzaffer çıkmışçasına” çekilen ay yıldızlı bayraklar dalgalanırken; büyük bir kurdele kesme kavgasıyla malul bakanların mütebessim fotoğrafları da gazetelerin en ön sayfalarını süslüyor.

Girne’nin denizini berbat eden canavar şimdi dağlarından ses veriyor.

“BETON, MİLLET, BAYRAK” diye…