Yabancıyı düşman etme kavgası – Alpay Durduran

660

Haberler genel olarak muhalefetin de katıldığı bir çabayla dünyanın düşmanı olduğunu halka kabul ettirmek insan ruhsal sağlığına zarar vermekten başka çok tehlikeli ve uzu süre etkisinden toplumun kurtulamayacağı bir sonuç doğurur.

Siyasette kazanç olsun diye sokak kavgasında kullanılan yöntemler kullanılarak her eleştiriye de hemen her yoldan karşılık vermiş olmak için sözler edilir. Bunlar genelleşirse ve yaygınlaşırsa toplumsal üst akıl oluşur ve dünyayı anlamak ve sağlıklı ilişki kurmak olanaksızlaşır.

Örnek diye başlarsak AB ile ilişkileri anımsayalım. Türkiye AB kapısında çok uzun süre bekledi. Bu doğru. Ama Ukrayna ve Gürcistan için vize kolaylığı veya vizesiz seyahat görüşü görüşülünce bunu Türkiye’ye karşı çifte standart diye ayağa kalkmak AB ülkelerine karşı kamuoyu oluşturmak anlamına gelir. Çünkü Türkiye kapıda beklemektedir ama görüşmeler sürecinde imza attığı halde anlaşmaları uygulamadığını bilenler çoktur. Bilmeyenler yanılır ve inanır ama bilenlerin susturulmuş olmasından başka bir açıklaması olamaz. O zaman da görürüz ki bir AB üyesine yakışmayan şekilde insanlar susmayı seçmektedir ve baskıcı bir rejim vardır.

Meclis başkan yardımcısı Almanya’da çantasını çaldırmış ve pasaportunu kaybetmiş. Onun için havaalanında geçici pasaportla çıkış yapmak istemiş. Geçici pasaportunu sununca açıklama istenildiği için elçilikten teyidini beklemeye mecbur kalmış. Alman görevliler bunun normal prosedür olduğunu söylemişler çünkü giriş vizesini sunamamış. Ben de havaalanında giriş vizem olmadığı için içeri sokulmamış ve binanın Almanya’nın giriş kapısından içeri giremeyerek dışarda sayılan yerde beklemiş ve sınır dışı edilmiştim. Vizen yoksa transit bile geçemezsin diye yasa olduğu için ortada kalmıştım. Bunun Türkiye’ye karşı bir uygulama olmadığı bilinir. Türkiye’de bunu bilen çok var. Neden susuyorlar diyeceğim ama susma sustukça sıra sana gelecek sloganı susmak zorunda kalınan bir ülkede güvence olmadığı için duyulur.

Bu arada Alman milletvekillerine evraklarını teyit numarasıyla uçak kaçırtmışlar. Basın da genelde misliyle mukabele diye haber yapmış. Neden? Çünkü başkan “biz de buna misliyle mukabele etmez miyiz?” diye konuşmuş.

Bir ülkede insanlar başkanın bir açıklamada söylediği ile kendini vazifeli sayarsa o ülke hayır etmez. Başta başkanın sözle durumdan vazife çıkarmak senin işin olmaz demesi beklenir ama basın dahil daha kimler oh olsun Almanlara demedi ki?

Madem Almansın tümünüzü devletinizin yaptığından sorumlu tutarız düşüncesi yaygınsa o ülkede insan hak ve özgürlükleri çok azdır.

Bu da yetmez bunu teröristler Almanya’da serbest, meclis başkan yardımcısı tutuklu diye halka anlatmak büyük tahribat olur. Halka düşmanlar var demek için fırsatçılık demektir.

Yunanistan için büyük çelişki üç veriyor iki alıyor demek de bize herkes düşman demekten başka bir şey değil. Yargının önünde her koyun kendi bacağından asılır diye atasözü olan bir ülkede basının yaygın olarak Yunanistan’a iki yüzlülük atfetmek ne olursa olsun yabancıları düşman göstermekten başka ne olabilir!

Yunanistan’da yargılanan FETÖ sanıkları bir mahkemede değil, sevk edildikleri farklı mahkemede yargılandılar. Yargıçlar farklı ve üst mahkemeye itiraz hakkı da var. O zaman adaleti sövüp sayıp aşağılamadan beklemekten başka çare var mı? Yoksa yabancıyı düşman olarak göstermek başarılamaz.

Ne yazık ki Türkiye’de hep milli devlet yaratmak amacıyla yabancıyı düşman göstermek politikası uygulanmıştır.

Cumhuriyet gazetesinde meclise sunulan Diyanet başkanının raporu haber oldu. Sabah gazetesi FETÖ’cü hainler servis etti diye Cumhuriyeti hedef gösteren haberi verdi. Sanki Cumhuriyet devlet sırrı açıkladı. Meclis belgesi basına servis edilir, gizli olsa üstünde gizli damgası olur ve ele geçiren bunu yayımlamaz veya kamu yararı ve basın özgürlüğü kapsamında kabul edip yayımlar. Basın özgürlüğü ve halkın haber alma hakkı bakımından çök önemli bir konudur ve bunu bir basın organı yapar.

Susun konuşmayın. Duyarsanız suçlu olursunuz denilen konular hakkında bir liste yayımlayıp şüpheden de kurtarmadıklarına göre halkın işi zor. Kazaya kurban gitmek hiçten değil.

Böyle bir hale düşürülen Türkiye’ye AB kapısı açık kalsın ki değişsin diye umut yok olmadığı içindir devam eder. Yoksa üye olamaz. Üye olacak halde olmadığını görüşme tutanaklarından izleyerek görür ve umutla beklerdim. Ama ilerleme çoktan durmuş ve gerilemeğe başlanmıştı, görüyordum.

Kıbrıs sorununu derinden etkilediği için de izledim. AB’ye üyeliği garanti olunca sorunumuz da çözüme ilerler görüşü yaygındı. Şimdi umut yok gibidir, Kıbrıs sorunu da çözüme gidecek gibi değildir.

Erdoğan’ın zirveye katılacağı açıklanmış ama ne fayda? Daha zirvenin yapısı bile belli değil. Amacı da farklı…

Anımsarsak vize serbestliği ve sığınmacıların hali hakkında görüşmelerde vize serbestliği ancak o anlaşmada gösterilen koşullar sağlanırsa olacak denilmiş ve madde madde sıralanmıştı. O anlaşma sırasındaki gelişmeler raporları çok eksiklik olduğunu göstermişti. Şimdi sanki diğer her şey tamam ama vize serbestliğinden haber yok demeye başladılar.

Bunları işiten halk düşmanlarla çevrilmiş duygusuna kapılmaz mı?

Belki de esas amaç da halkın yabancı düşmanlığı ile hizaya sokulmasıdır.

Türkiye tabiri amiyane ile emperyalist kampta olup İMF ve sairinin içinde bulunur ama şimdi tüm ilişkilerine ve onayladığı kararlara tu kaka diyen nutuklar atıyor. Yıllardır tüm ajanslarının koro halinde demokrasi ve hukuk güvenliğinde eksiklik olanlar geri kalmışlık kıskacından çıkmaz diyen blokun içinde idi ve sorumluluğunu taşıyordu ancak kendi için geçerli değilmiş gibi bu kararları ve siyaseti uygulardı. Şimdi kıskacın içinde olduğunu gözden saklamak için dünya Türkiye’nin gelişmesinden korktu onun için ekonomisinden vuruyor nutuklarını dinliyoruz.

O kadar basın yayın organı ve sosyal medya el birliği değilse bile ezici çoğunlukla koro halinde milli politika ve bağımsızlık edebiyatı yapıyor.

Türk lirasını değerinin üstünde tutup faizler ve teşvik primleriyle ve vergi bağışıklıkları ile vergi aflarıyla yatırımlar adı vererek sermayeyi destekler. Bunu düşük emekle sağlar. Hem ithalatçı hem ihracatçı hem banker olan firmalar at oynatır. Mali sermayenin istediği bilgileri haftalık aylık olarak sunarlar ve sermayeye gereken zemini sağlarlar ama halka ne verimlilik ve de refah adaletini izleyecek bilgiler verirler. Sömürüyü görünür hale getirecek istatistik yayımlanmaz.

Bakarsanız Doların yükselişi Liranın gerçek değerine yaklaşmasını sağlayabilir ama bu çalışanın yararına sonuç vermez çünkü sermayenin gerçek maliyetini sermaye ödemez. Hangi işe girişse adaletsiz olduğu apaçık kamu kaynaklarını kullanır.

Başına ne gelirse kendisi yabancılardan daha fazla suçludur. Yabancıların ve AB’nin kapitalist sömürüsü yanında halkına doğru bilgiler vermeyi de dayatmak istediğini de düşünürsek Türkiye kendisi sömürünün en büyük sorumlusudur.