yaklaşımlarÖzkan YıkıcıLaf değil gerçekleri konuşalım – Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Laf değil gerçekleri konuşalım – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Yeniden bildik sahneleri yaşıyoruz. Tehlikeli olan, yaşananları bilip de konuşmak istememek, deyişimini seçenek olarak görmemekten geçiyor. Cahili ikna etmek kolay. Fakat, yaşanan gerçeklere rağmen onları yalanla geçiştirme olunca, üstüne bir de çıkar eklenince, gerçekleri kabullendirmek oldukça güçtür. Kavramların tanımı vardır, Bir de yaşanan koşularla da bütünleşen somut gerçeklik oluşur. İkisini yanyana getirince de direk yaşanılanların tanımlama bilgisi oluşur. Siz, yaşadıklarınızı bilmemnize rağmen dıştalar, dıştaladıklarınız gelişip kurumsallaşıp sistemleşir se artık düşünce şekliniz,resmen sistemin en iyisi olma adına, bunları savunmak ve uymakla hayatınız geçer. Neoliebralizmin genel sömürgeciliğin olmaz sa olmazı, kendi kültürünü normalmış gibi kabullenip savudurtma düşüncesidir. K. Kıbrıs yakın tarihi hep böyle yaşadı. Bile bile yalanlarla kurgular kurulup idolojikleştirildi. Devamında, bu yapıda paylaşımdan güncel yaşam şekline kültürleşip ekonomikleşti. Sonra da politikacısı bunun normal halmış gibi de savunarak siayset yaptı. Temel sömürgeleşme ve ilhaklaşma yapılanışını ret ederek, kendine has sistemi koruyacak kültürleşme ile politikacı haline geldi. Üstelik, konuşulduğunda, resmi olmamak şartıyla, araştırma amaçlı içerik gerçekleştirilmediği zaman, bunu da kabulenir. Fakat, iş normal hale ve resmi eksene gelince, banbaşka görünümlerle lafazanlık başlar. Demokratiklikten, çağdaşlıktan başlayıp, kendini övme hikayeleri oluşturulur. Öyle bir hale gelinir ki Kıbrıslı Türk veya Türkçe konuşan Kıbrıslılar içeriğinin dahi ne olduğu dikati edilmez. Deyişen nifyus veya dış dinamikli sermayeden emek ekseninin oluşma şeklini dahi gözetilmez. Ama, hep ister is politikada ister dışa gidip tanıtmada ayni resmi eksende mazaraet ve maduriyetler dizilip, karşı konulan düşmanla mesajlar verilmeye de uğraşılır. Sanki içteki muhalefet iktidar ayrımı iş dışa tanıtma gündemine gelince resmi aynılaşma noktasında saydamlaşmaktadır.****

Lafazanlık deyil de gerçekleri konuşalım dedim. Kimine göre, giriş lafazanlık gibi geldi. Çünkü, algıalrla da basit gerçek görüşler dahi dedikoduculuk, yalan probaganda aygıtları da siaysal haklarımız olma oluşum kültürümüzün aynası şeklindedir. Türkiye Kıbrıs ilişkisi veya alt idari birim olmanın sömürgeleşme veya ilhak adımlı gerçkliğini kelimesel konuşturtmayarak, adeta “zamanı dyeil ile” süsleyip sonra yalan olanın kurumsallaşmasını siaysalaştırırsak, sonuçta bildik sonuçalrı hep tekrardan yaşarız. Ama, sanki olmamış gibi de tam aksi fırsatı kulanmaya girişiriz. Türkiye K. Kıbrıs ilişkilerini doğru okumaktan kaçarsak, üstüne normal ülkeymiş gibi de davranırsak, yalanları dokunulmazlıkla devlet tabusu yaparsak, geleceğin de kaybolma sonucuna geliriz.***

Yeni saray seçim dönemi yaşıyoruz. Klasik bildik hikayenin, daha yerleşmiş ezberini tekrarlıyoruz. Arada iyice yoğunlaşan müdahaleler, Türkiyenin etkisi açıkça yaşatılıyor. Özellikle bu seçilen birkaç kişi üzerinden yapılıyor. Oluşturulan bağımlılık ağı içinde de politikacıların, özellikle adayların da bundan hep kaçış esruman çalışını da dinliyoruz. Son iki gün gelişmelerine deyinecem… Özgür gazete gazetecileri gayet basit bir mesleki habercilik yaptılar. Yönetici kesimin başındaki ile yanındakinin bir öteldeki ziyareti ve buluştuğu kişilerin haberini yaptılar. Elbet, hemen herkesin aklına da müdahale denilen şeklin versyonu olarak kafalara kazıldı. Ama, olayın genişleme tehlikesi nedeniyle de sadece sınırı sadece Tatarla sınırladılar. Ancak, öylesine bir seçenek karşımızda var ki dedikleriyle dahi nedenli teslimiyetçiliğin geleceği aşamayı bize işaret etmekle kolaylık sağladığının farkında dyeildi. Kulandığı birkaç cümle ayni zamanda resmen tututarsızlıksız ile işbirlikçi seçenek olmanın da sırrını veriyordu.

“zamanında da Derviş Eroğlunun peşinden dış MİT ajanları geziyordu” özetli açıklama yaptı. Belki de farkında olmadan Eroğlunun dahi onca teslimiyet işbirlikçilik karşısındaki duruşuna rağmen, Türkiyeli ajanlar ona rahat vermeyip çekilmesini sağladığının acemice itirafıydı. Tabi diyecek söz bulamadığı için de “dış ajanalrın cirit atma” hamaset suçlaması da gerçekleşti. Konu bukadarla kalmadı: Avrupa gazetesi ingilteredeki bir köşe yazarının izmire cenazeye gitiğini, ancak göz altına alınıp sınır dışı edildiği bilgisini haberleştirdi. Gariptir: buradaki bazı basın kesimi Tatarın olayına dalarken, bu konuda pek de ses vermediler. Yukarda özetlediğim sömürge kültürünün doğallaşmasının aynasıydı bu ikilem. Yetmedi, daha konular yerli yerine oturmadan, seçim dönemi denmeyip yine Ersin Tatar Türkiyeye çağrılır ve suyun akıltılma probagandası olarak da kulanıma konuldu. YSK böyle bir törenin yapılamayacağını söyledi. Söyledi de iş Türkiye ve hele Erdoğan olunca akan sular durur. Yeniden tamir edilen boru ile suyun akışı adeta K. Kıbrısa siaysal mesaj gibi de çakıldı. Resmen konuşma sırasını dahi Erdoğan yönetti….

Unutmayın; K. Kıbrısta saray seçimine günler kalmışken bu gelişmeler oluyor. Hepsinde bir anormalik var. Ama, normal gibi de yaşandı. Bazı dalkavuklaşan ve yer deyiştiren gazeteciler ise günah çıkarma adına da şu cümlelere sarıldılar: “Yakın tarihte, hep müdahale oldu. Şimdi de olan bu”! Üstelik 81 müdahalesi de anımsatıldı. Hepsinin bir ufak gerçeği mutlaka var. Var da çoğu zaman eleştiri noktası sınırlı ve kendilerinin de ayni yoldan geçme sonucu direk tavır koyamama sıkıntısı da normalmış gibi de geçiştiriliyor. Adaylar bu durumu yumuşak geçirirken, elbet ahali de bunu öyle kanıtsadı ki duygusal veya çıkar uğruna ayrışmalarla isimsel tartışmalı tutumlara girdi. Hele de şu sözler sık sık duyulur: “fazla eleştirmeyelim, sonra Türkiye para göndermez”! Suyumuz dahi ordan geliyor gibi çok savunma refleksi ile Ersini veya birilerini savunmaya uğraşırlar. Bir de şu benzetme epey prim yapıyor: Zamanında siz de Türkiye sayesinde bu yerlere gelmediniz mi? Daha acıtan gerçekli eleştiri ise şu “siz zamanında hükümet olmak için sol kesimi dıştalamadınız mı” diyenler de var.

K. Kıbrıs Pazar günü seçime gidiyor. Türkiyenin ağırlığı oldukça güçlü yaşanıyor. Buradaki politikacılar ise sanki bu yaşanmıyormuş gibi de “akdeniz gazı hesabı, görüşmelerde özne veya vizyon olma” lafazanlıklarıyla kendilerine gömlek biçiyorlar. Terzinin kim olduğu ve biçtikleri deyil verilen gömleği giyeceklerini hep imkar ederek sistem için yer bulmaya uğraşıyorlar. Bu arada ikili çıkarın çelişkisi de yaşanıyor. Güney Kafkasyada süren çatışmalarda Uluslararası hukuk dneip Azarbaycanın haklılığı savunulurken, ayni benzer kararların Kıbrıs için olmasına karşın, bu defa onlar yokmuş gibi tersinden başta Maraş açılma hamleleri sıralanıyor. Hemen önemli bir noktayı da açalım: ta baştan Maraş K. Kıbrıs kontrolunda dyeil TSK kontrolunda olduğu bizat B.M. tarafından kararlarla alındı. Hani Azarbaycan uluslararası kararlar ile Kıbrıs kararları nasıl birleştirilecek? Ama, seçim mavzemesi olarak Maraş için de hamleler yapıldı. Ben bu konuları zamanında uyardım.

Kısaca, K. Kıbrısın ne olduğunu, Türkiye ile ilişkileri hamaset deyil de gerçekleriyle konuşmadıkça, hele de rotanın güneye deyil de kuzeye olduğunu hala görmezden gelirsek, her seçimde olduğu gibi müdahaleleri hep konuşacağız. Kötüsü, buna da artık olmazsa olmaz haline dek geldi.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
234AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin