arşivSaid İlhanDOĞRU YAPMAYAN KENDİ YANLIŞLARIMIZ! – Said İLHAN
yazarın tüm yazıları:

DOĞRU YAPMAYAN KENDİ YANLIŞLARIMIZ! – Said İLHAN

Yeniçağ podcastını dinleyin

Almanya başbakanı Angela Merkel’in Kıbrıs’ı ziyaretinden birkaç gün öncesini hatırlayalım; Türk medyası haberi “…Rumları telaş aldı” şeklinde verince, herkesi “acaba neden?” diye bir merak sarar! Elbette bir bildikleri olmalıydı der… oysa olayların “manipüle”edilmesinde eğitimli, hatta amirlerinden aldıkları kurs sayesinde pek çok “aferin/madalya” ile de mükafatlandırıldıkları hatırlansaymış, kolay kolay “gacoya” gelmezlerdi. Sonunda Merkel geldi, Rum liderlerle görüştü… başkent Lefkoşa’yı bölen duvar /ara bölgeyi de ziyaret ettikten sonra, Kıbrıs’ın esas sorunu/nedenini yerinde tesbit etmenin “mutluluğu” içinde adadan ayrıldı. Bununla bitse iyi, yoruma açık durumu herkes kendine göre yontacak ve bunun üzerinden günlerce, belki aylarca “politika” yapacaktı. Ancak Türk tarafının beklediğinin aksine Almanya başbakanı “Rum tarafı iyi niyetle, üstüne düşeni yapıyor ama Türk tarafından karşılık görmüyor” deyince Türk tarafında tabii ki soğuk “duş” etkisi yaratır.

Şimdi başka telden çalıp “Almanya esasen AB içinde Fransa ile birlikte Türkiye’ye karşı” deyip ciddi ciddi düşündürmesi ve olaya alternatif “yapıcı” politikaları üretmesini gerektiren “uyarı” savsaklanıp, her zaman yapıldığı gibi, geçiştirme yolları aranacaktır. Bu da, ne yazıkı ki bizde “dış politika” olmaktadır. Bir zemine dayanmayan, uluslararası hukuk ve anlaşmaları dikkate almayan, tamamen günü birlik “ben yaptım oldu” hesabıyla hareket edilen bir durum anlayacağınız. Kapıların açıldığı dönem, hade “kaçırılan fırsatlar” (Newyork, Londra, Kopenhag vd) saymayalım ama 2002 – 2004 yılları, ülkemizde çözüm için en uygun zamandı diye düşünüyorum. Annan Planı’nı da bir yana atalım isterseniz… ne yapılabilirdi buna bakalım? En kısa yolu Kıbrıs Cumhuriyeti’ndeki anayasal haklar talep edilebirdi… kaldı ki elimizde BM Güvenlik Konseyinde tescilli 1977 – 79 doruk uzlaşı / anlaşma kararları da var, daha ne olsun idi, yani? Ne yapılıyor; anlaşmalardan kaynaklanan “garanti” müdahale hakkı ikide bir hatırlanır ama Cumhuriyetin bağımsızlığının korunması ve ülke yönetimindeki %70 – 30 vb haklar her nedense unutuluyor. Öyle sanılır ama uluslararası kamu oyu uyumuyor, gün gelir işte böyle sorgulayınca da şaşırıp ortada kala kalırız!

Dahası da var… Erzurum’da yer alan kış olimpiyatları açılışında davetli Yunan başbakanı Papandreu konuşmasında “Kıbrıs’ta işgal var” benzeri ifade kullanınca memlekette sarsıntı yaratması keza öyle! Hayır değil, “yoktur” deniyorsa, bunu, bir zemine dayandırarak dünya kamu oyuna açıklanması gerekirken yapıl(a)mıyor. Ve sadece “Kıbrıs’ta anlaşmalardan kaynaklanan haklarla bulunuyoruz” falan… Belli ki, Kıbrıs olayında yaşananlar ne anlaşmalar, ne de anlaşmazlıklarla ilgilidir! Batılı sanayileşmiş ülkelerin ihtiyaç duyduğu petrol / enerjinin sağlanmasında Ortadoğu, Kafkasya ve Ortaasya’da güvenlik sorunuyla ilgili… bunu da, hepimiz biliyoruz ki TC devleti ile İsrail’in yüklendiği görev dolayısıyla, güçlü tutulan askeri gücleriyle tamamlıyor. Ortada bu gerçekler dururken daha çok şeyler beklemek, şimdiki konjonktürle “zaman” kaybı ile eş anlamlı! Bunun dışında eğer, görünen dış politikayla stratejiyi çizen eylemler “miadını” çoktan doldurmuşsa, izninizle, dışta da içte de itibar göremeyeceği gibi bilakis gülünç duruma sokabiliyor.

Referandum mesela veya Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliği için getirilen itiraz / kulp / savunma tamamen “soyut” argümanlardır. Bilinmiyor mu; Rum kesiminin tek başına AB üyeliği bizzat TC hükümetlerinin “Gümrük Birliği” belasına evet (onay) verdiği ve/veya referandumda bir tarafın “evet” diğerinin “hayır” demesi halinde kabul görmeyeceğini! Ancak bunun üzerinden yıllar geçtiği halde hala “ağızda sakız” dış politikaya yön vermesi kime hizmet ettiği açık. Üstelik bir de izolasyonlar kalkmalı, AB söz verdiydi de “sözünü tutsun” tartışması var . Ama yazılı anlaşma koşulları ve Ankara protokolü vs “es” geçilebiliyor! Tamamen tribünlere oynar havasında “hem gelin, hem de güveyi” rolünde gerdeğe girme çabası, haliyle dış dünyayı tabiatıyla güldürecektir.

KENDİNE BİLE SAYGISI OLMAYANLAR

İç meselelerimize yani “geçim derdine” gelince; yönetimsel çelişkiler kendini ele verirken bunu ülkenin ekonomik krizden çıkarılması ve kalkınmaya bağlanması kadar işin kolayına kaçan bir durum olamaz! Çalışanın, emeklinin, üreticinin boğazına sarılacak, eline – cebine el atılacak ama diğer yanda kendileri fedakarlıkta bulunmazken bütçe deliğini daha da açacak fuzuli istihdamlar yapacaksınız, kayıt dışı ekonomiye “tam yol ileri” kaçak işçi – ülkeye girişleri serbest tutacaksınız… Piyasayı, satın alma gücünü düşüren tedbirlerle(!) daraltacak ve bunu toplum yararına yaptığınıza kendinizi inandırmaya çalışacaksınız. Bu arada trilyonlara mal olcağı söylenen “cami yaptırma” projeleri hazırlayanlara şirin görünmek için “protokollerine” eyvallah demeyi marifet sayacaksınız. Sanki bu memlekette acil ihtiyaç camilermiş gibi? Bir de laik Atatürkçü nutukları var ki “inanan” kalmış mı, merak ederim! Sendikalar “Kıbrıslıtürkleri temsil yeteneğini kaybettiniz”, yapılan yardımlar taşınan nüfus, kaçak işçi ve aileleriyle çocuklarının sağlık, eğitim vs sosyal hizmetlerine gidiyor deyince de kızacak, haklarını bir bir budayarak intikam almaya kalkacaksınız. İhaleler mi? Ankara’da açılır – orada kotarılır ve kaşıkla verilen “kepçeyle” geri alındığını Karpaz değil “Mısırdaki” sağır sultan bile bilir. Kendi yasalarınızı bile çiğnediğinizin farkında olmamanızın imkanı var mı? Bundan sadece bugünkü yönetimi suçlamak tabii ki haksızlık, bugüne kadarkiler hep sorumlu olduklarını kabul edelim!

Ülkede mutlu kala kala; galiba gazino, kumarhane sektörü ve ganimetten geçinmeli kesim oluyor. Kıbrıslıtürkleri tembellikle suçlayanlara “Rum ganimet mallarına AİHM kararlarıyla, gerçek sahibi Rumlara ödenen tazminat paraları Anadolu halkının vergilerinden değil mi, ama buna sebep olan kimler” sormazlar mı? Seçimlerin sorunlara “merhem” görülmesi ayrı bir handikap! Sanki, hangi parti hükümet olursa aynı şeyleri yapmayacak? Dün hükümette olan bugün muhalefette, dün muhalefette olan bugün hükümette durumu yaşanıyor anlayacağınız. Kararlar başka merkezlerde alınır, burada alınmışcasına uygulanır… en azından biraz daha dikkatli yapılsa! Birileri çıkıp o merkezlere “kendi toplumunun” yaşam biçimi kültürü hakkında bilgi vermek yok, aksine şikayet ediyor ve bir “tekme” de kendisi vurmaktan çekinmiyor.

Çözüm nasıl mı sağlanabilir diyorsanız, yanıtı çok basit; yukarıda işaret edilen Kıbrıs’ta nihayi siyasi çözümle! Normal halinde seyretmesi durumunda, parametreleri belli çözüm arayışında “yeni adetler” getirilmesi, bundan bir yerde kopmak değil de nedir? İki bölgeli, siyasi eşitliğe dayalı federal devlet yapısında iki federe devlette uzlaşı sağlanmışken, Tabii tek egemenlik, kimlik ve vatandaşlık da var… her seferinde yeni önerileri masaya sürmek iyi niyetten uzaklaştırmıyor mu. Karşı taraf bunu dile getirince neden “uzlaşmaz taraf” olsun, anlamak mümkün değildir. Toplum (Nazım Ustanın deyişiyle “halkı bakar kör edilen durumuyla) bunu her nedense bir türlü göremiyor ve seçimle, bir “kader” görilen iç ve dış sorunları değiştirebileceğini zan ediyor. Yaratılan nüfus ve seçmen yapısıyla esasen el konulan “irade” nereye kadar gidilebileceğini de gösteriyor.

Geçende “içerili” bir dost bana “emekli maaşlarının vergilendirilmesi kararı çoktan verildi, boşa öyle beklemeyin” dedi. Karar niye açıklanmıyor öyle ise “mahkeme emeklilerden gelen tepki üzerine erteliyor” dedi. Devlet güçlüdür… gücünü de böyle gösteriyor! Ancak toplu direniş sayesinde hakların kaybedilmesinin engellenebileceğine sadece bir örnektir. Sonunda kazanan da mutlaka onlar olur! Devleti elinde tutan güç, haksız yaptığı siyasi atamalarla bir “ay” bile maaş çektirdiği kişiye “hak” kazandırıp bu barem üzerinden, ayrıca her hükümet değişikliğinde onlarca kişiye mevki/makam açılsın diye bunları, yüzlerce müşavir / danışman ordusuna kattığı ve en yüksek baremlerden maaş ödemeye devam ederken, 30-40 yıl devlet hizmetinde bulunan 60 – 65 – 70 ve üzeri yaşlardaki emekliden bu hakkın geri alınmasına çalışılmasındaki “hikmet” açık değil mi, ama tutturamadı. Efendilerinden “zılgıt” yemeye hazır olsunlar veya “adam” gibi davranıp istifalarını sunsunlar?

Çözüm anahtarı (olmasa da elimize alabilmenin yolu açık); Uluslararası anlaşma, hukuk ve AB değerleri ile BM Güvenlik Konseyi kararlarının uygulanmasından geçtiğini anlamalıyız… Bu görev de tüm topluma düşmektedir. Her fırsatta bir muhtar kadar “muhtar” olmayanların başarabileceği şey değil dememiz, bundandır. Bir yeni yıla girdik, bu adımlarla bizlere neler getireceği ortadadır. Kendi leyhine çevrilmesi yolu da belli diye düşünüYorum!

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
218AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin