yazılariktibasAğaçlar, orman ve gelecek – Michael Albert
yazarın tüm yazıları:

Ağaçlar, orman ve gelecek – Michael Albert

Yeniçağ podcastını dinleyin

barik1Günün haberleri: Türkiye, Brezilya, Yunanistan, İspanya, genele yayılmış kemer sıkma politikaları, küresel ısınma, enerjinin tükenmesi, devasa siber gözetleme, asalaklar, Suriye…

Günün yanıtları. Pek çok yorumcu ve protestocu, sözleriyle ve eylemleriyle, nedenlerin ormanına varmak üzere ayrıntıların ağaçlarının ötesine geçmek için zorlu, ikna edici ve kapsamlı bir mücadele yürütüyor.

Elbette yorumcular ve protestocular, kamunun ortak alanlarının ticarileştirilmesini, taşıma ücretlerinin artışını, cerahat toplamış muzzam işsizliği, hizmetleri felce uğratan devasa kesintileri, yukarıdan aşağıya çarpık yeniden dağıtımı, fırtına kaosuna yakıt taşıyan amansız sıcaklık artışlarını, coplar kadar, belki onlardan daha fazla baskı uygulayan veritabanlarını, savaş makinaları ve rüzgarlarını-ayrıca bütün bunlar karşısında her yerde hükümetlerin uzlaşmaz tavrını, şirketlerin takdirini ve yine bütün bunları savunan polis şiddetini anlatıyor. Ancak yorumcular ve protestocular, mevcut politikalara karşı çıkışlarının aslında daha derin bir olguya -”nedenler ormanına”-, ki bunlar arasında kar sevdası, ırkçılık, otoriterleşme ve belli kurumlar yer almaktadır, dayandığını vurgulamak için bu ayrıntılardan ibaret “ağaçların” ötesine geçiyorlar.

Aşikar olan bir şey varsa, o da insanlar öfkeli, sloganlar atıyor, yürüyor ve bir yandan da sarılıyor. İnsanlar bir yandan savaşırken, öte yandan bir topluluk meydana getiriyor. Altındaki sahili bulmak için kaldırım taşlarını sökenler yalnızca Paris’liler değil. Yayılıp çoğalmak, altmışlarda gençliğime ait anıları aklıma getirmeye yetti; ama lütfen bunu bir uyarı olarak ele alın, muhteşem günlere karşı beslenen aptal bir ihtiras olarak değil.

Altmışlardan bildiğimiz öfke artık burada. O zamanlardan gelen arzu, şu anda burada. O zamanlar algılayageldiğimiz derin nedenlerin bir anda ilanı şu anda algılanıyor. O zamanlar, “dünyayı istiyoruz; hemen şimdi” demiştik. Belki de, henüz, en azından şu anda, bu hedefe tam manasıyla erişemedik ama eli kulağında gibi görünüyor. Son yılların en büyük geri dönüşü olarak adlandırılabilecek bu durumda, kısa süre içerisinde geçmişe ait bir başka unsurun daha ortaya çıkması anlaşılabilir bir durum olacak. O zamanlar “Ho Ho Ho Chi Minh, NLF Kazanacak,” diye bağırırdık. Vietnam özgürlük hareketine atıfta bulunuyorduk. Ancak burada işlevsel olan kelime “kazanmaktır.” O zamanlar, öfkeliydik, aniden, yakıcı sorunun yalnızca kötü insanlar değil kötü kurumlar olduğunu anlamıştık; yeni bir dünya istiyorduk ve nihayet, en azından bir süreliğine, salt iyi savaşı sürdürmek yerine kazanacağımıza inandık. Bunların hepsine ihtiyaç vardı. Bunların büyük bir kısmı, şu anda dünyanın her yerinde sokakları bulan yeni nesillere intikal etmiş durumda; geriye kalanlar da bugün yarın varacaktır.

Bütün bunlar için: Yaşasın. Korkunun ortasında umut. Acının ortasında neşe. Ancak, gerçek olan şey, uzun zaman önce altmışlarda, bizler kazanamadık. Ciddi etkilerimiz oldu -tıpkı İşgal Hareketi, Arap Baharı, Yunan ve İspanyol direnişleri ve Türkiye ve Brezilya’daki devasa ayaklanmalar gibi… Ancak altmışlarda belirleyici olan yapıları ortadan kaldıramadık. Etrafımızı saran adaletsizlik halesini bir kısım engelledik, bir kısım frenledik, hatta bir kısım eğdik ama tam manasıyla kırılmadı. Sonuçta, onyıllarca çürümeden musdarip olduk. İşte şimdi yine buradayız, bunların tamamıyla yüzleşiyoruz.

O zamanlar eksik olan neydi? O zamanlar bunca ihtiyaç duyduğumuz artıya şimdi sahip olabilir miyiz?

O zamanlar eksik olan şeye dair en iyi tahminimi yazıyorum. Buna cevaben, şu anda ihtiyaç duyduğumuz şeye dair en iyi önerimi de.

O zamanlar, nereye gitmek istediğimize ve buraya nasıl ulaşabileceğimize dair sebattan yoksunduk. Salt olaylara dayalı olmayan ciddi anlamda stratejik davranmamızı sağlayacak zihniyetten yoksunduk. Sabrı bilmiyorduk ve genellikle ergence bir sabırsızlık içerisindeydik. O zamanlar aklımızda olmayan şey, ortak, içgörü sahibi bir vizyon ve stratejiydi. Ancak, kısmen sahip olmadığımız vizyon ve stratejik görüşler ve bakış açılarının yanı sıra, bunlar üzerine inşa edilebilecek ve bunları uygulanabilir hale getirecek, noksan olan bir şey daha vardı: Geçerli ve kıymetli bir örgütlenme.

Bin, on bin, yüz bin veya bir milyon kişi -ve daha fazlası- tutkuyla bir şeyleri protesto ettiğinde ve hatta akıllıca taleplerde bulunduğunda, mücadeleyi ileri taşıyacak kalıcı bir güzergah ifadesini bulmazsa, bir de belli bir vizyonu, stratejiyi ve eylemi besleyecek ve sürdürülebilir kılacak; kazanımları taçlandıracak ve savunacak örgütlenme mekanizmaları olmadığında, bu tutku bitap düşer ve azalır; hatta ölür. Tutku önemlidir. Ama tek başına, tutkunun da sınırları vardır.

Öyleyse ve gerçekten öyle olduğuna inanıyorum; yalnızca yanlış olana dair değil, onun yerine ne koymak istediğimize de dair bir anlayış geliştirmemiz gerekiyor. Tutkulu öfke ve muhalefetin yanı sıra, tutkulu arzu ve niyete de ihtiyacımız var. Üzerine ortaklaşılan vizyon ve stratejiyi geliştiren ve her daim güçlendiren bir mekan sunmakla kalmayıp ortaya çıkan gündemleri desteklemek üzere enerji toplamamız gerekiyor.

Ödevimiz, insanların yaşamlarını geliştiren değişimler için savaşmak ve bunları elde etmek için tutkulu hareketler geliştirmek, ancak bunu yaparken nihayetinde arzu edilene yaklaşmamızı sağlayan zaferler için bilinçli bir biçimde yolu hazırlamaktır. Kısa bir süreliğine çarkın vidalarını bozan, ki bu durumda çark yavaşlasa da dönmeyi sürdürür; öyle ki pas temizlendiğinde, en kötü sonuçlar bir süreliğine askıya alınabilse de ortadan kaldırılmaz, tutkuyla, giderek çarkın gücünü azaltacak, etkisini düşürecek ve zamanla yerine özgürleştirici kurumlar koymak suretiyle onu ortadan kaldıracak olan tutku arasındaki fark budur. Etrafımızı saran hastalıkların tekrarı, hala adaleti çiğneyen çarkın işlemeye devam ettiğini gösteriyor. Yeni kurumlar vasıtasıyla onu tamamen durdurmanın zamanı geldi.

Elbette bu salt belagat gibi geliyor; ancak on yılların deneyimine dayalı, gerçek ve bilinçli bir gözlem.

İstanbul, Sao Paolo, Atina, Barselona, Paris, Bombay, Johannesburg, Londra, Belfast, Meksiko, New York ve Washington sokaklardında ve belki daha önemlisi, daha pek çok küçük şehirde, kasabada ve köyde- tutkuya elbette ihtiyacımız var. Öfkeye de. Ancak tutku ve öfkeyi kurucu başarılara dönüştürecek zihinsel ve duygusal tutkal, kolektif olarak yeni bir dünya arayışına giren bilinçli arzudur. Kurucu arzuya kudret verecek olan işlevsel mekanizmalardır, örgütlenmedir; ancak bu ne eski, köhnemiş örgütlenmeler ne de kuvvetli bir rüzgarda dağılıp gidecek amorf yapılardır.

Tamam, şimdiye kadar söylediklerimden, deneyimlerim, bunca aşikar sağduyu, titiz düşünceler gereği, o kadar eminim ki, bundan şüphe etme nedeni tahayyül bile edemiyorum. Bundan benim şahsen çıkardığım şey, başka bir sürü insanla beraber, bir dizi ileriye dönük, stratejik taahhütler ve örgütlenme mantığı oluşturmaktı. Şimdiye kadar, ilginçtir, bu çabalara destek artsa da, aşina olduğumuz iletişim organları çokça bu çabalardan bihaberdi. Umarız bu durum değişecektir. Umarım, bir vizyon olarak Katılımcı Ekonomi ve Katılımcı Toplum, buna bağlı daha geniş stratejik görüşlerle beraber artık ciddi ve geniş bir kesime hitap eder. Umarım, IOPS, Uluslararası Katılımcı Toplum Örgütlenmesi, ciddi olarak değerlendirilir. Umarım, sol forumlarda, yayınlarda, sol örgütlerde, vizyon, strateji ve örgütlenme planlarına dair sunumlar ve tartışmalar gerçekleşir ve bunlar söz konusu görüşlerin desteklenmesine ve ileriye taşınmasına neden olur. Ancak, bu görüşler olmasa da, belki başka bir şeyler ortaya çıkar da ileriye ve örgütlenme dönük bir atılıma sebebiyet verir. Her olayda, son derece aşikar olan, İstanbul’dan Londra’ya, New York’tan Bombay’e, Sao Paolo’dan Jahannesburg’a, tamamı ortak toplumsal bir vizyon ve en azından geniş ölçekte paylaşılan yöntemlere dayalı, sağlam bir dayanışma, karşılıklı yardım ve bu arzuları gerçekleştirmek üzere kapsayıcı uluslararası, ulusal ve yerel örgütlenmeler olması gerektiği.

Bugünün tutkusunun, tam manasıyla yeni bir dünya yaratabilecek sürdürülebilir bir mücadeleye dönüşebilmesi için yaratıcı bir biçimde ele alınması ve elde edilmesi gereken mevzular bunlardır. Yani, ne olursa olsun, halklar, yeni kurumlardan ibaret bir gelecek tahayyül etmek, bunun arayışına girmek ve nihayetinde bu geleceği kazanmak için ayrıntlarını ağaçlarından yapısal nedenler ormanına doğru ilerlemeye çalışmalıdır.

Çeviri: Öznur Karakaş – Özgür Gündem

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
236AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin