Nereden baksan bir tutarsızlık… – Ulus Irkad

1031

Eğer bir ülkede sorunlar hep hasır altı edilir ve gerçekten üzerine gidilmezse, o sorunlar gün gelir gene fazlasıyla veya bir başka şekle bürünerek karşınıza çıkar ve çıkmaz devam eder. O toplumda artık iş yapamazsınız. Aslında sorunlar şimdi başlamamıştı. Çok eskilerden, 1974 öncesinden, hatta 1950’li yıllardan başlamış ve bugünlere gelmiştir. Hep baskıyla çözdüklerini sandılar. Toplumun sinmesiyle Balık hafızalı toplum yapısından faydalandılar ve hep hasıraltı edip çözdüklerini sandıkları sorunlar, hep dev bir çığ olarak karşılarına dikildi. Ama çözülmediler, çözülemediler ve toplumun genlerine işleyerek bugün bu pasif toplum yapımızda, her gün için bir şekilde karşımıza çıkıp bizi rahatsız etmekte ama bir türlü çıkmazdan kurtulamamaktayız. Açmaz içindeyiz…  Mesela Maraş konusunda…Maraş’ı 1974 yılında bir şekilde Türk Ordusu’nun da yardımıyla alındı sandılar. Aslında alamadılar.  Çünkü uluslararası hukuk buna engel oluyordu.El koydular veya işgal ettiler. Ama çözüm istenilmediği için hep sürüncemede bıraktılar.  15 Ağustos 1974 tarihinde biten İkinci Harekatla, aslında liman önünde sona eren planla, Maraş’ın boşaltıldığını görünce, içine daldılar ve alınmış saydılar. Sonra Güney’den ve Türkiye’den getirilen göçmenlerle doldurttular Maraş’ı. Ama yasal bir statüsü olmadı. Çözüm de olmadı. Uluslararası platformlarda niye alındığına dair, niye kapalı tutulduğuna dair hukuksal yanıtlar veremediler. 2003 yılıyla hem Girne’den hem de Maraş’tan AİHM’de sonuçlanan davalar için milyonlarca Avro cezalar vermeye başladılar. Şimdilerde Maraş’ın Vakıf Malı olduğunu söylüyorlar ama uluslararası platformlarda, niye istimlak edilirken ses çıkarmadılar veya istimlak etmek için alınan paraları gizlice bankalara yatırdıklarının gerçeğini de toplumdan hep sakladılar. Şunu da söylüyorlar: “Vakıf malları istimlak edilemez, mallar tartışılamaz onun için de uluslararası platformlara götürülmesine gerek yoktur”. Peki ama Türkiye bu mallar için böyle düşünüyorsa, Türkiye’deki Ermeni veya Süryani malları için ne düşünüyor? Onların Vakıfları ne durumda?  Çifte standartlı düşünce sentezlerine uluslararası hukuk nasıl yanıt veriyor?

Emeğe ve emekçilere gösterilen saygısızlıklar, her asgari ücret toplantısında daha da açlığa ittikleri emekçilere mehel gördükleri hayat standardı, açlık sınırının altında ücretler oluyor. Oysa kendilerinin bu emekçilerin sırtından kazandıkları trilyonlarca lira… Bu emekçilerin gayrı sıhhi hayat şartlarında yaşatılmaları da ayrı bir sorun.

Son zamanlarda sanat üzerinde de tartışma başlattılar. Sanatın patronu mu olur? Sanat hangi uygar ülkeye gidilirse gidilsin sanatçının bağımsızlığı üzerinde ele alınır. Sanatçılarını hapse atan ülkeler baskıcı ve geri ülkelerdir. En fazla düşün adamlarının, yazarların ve sanatçıların hapse atıldığı ülkeler Türkiye  ve şark ülkeleri gibi ülkeler… Son zamanlarda Putin Rusyası da bayağı meşhur oluyor. Güney Amerika ve Afrika gibi ülkelerde de benzer ihlaller var. Yani geri ülkeler… Bizim gibi ülkelerin örnek alması gereken ülkeler Batı ülkeleri… Zaten sanatçıların bugün hakları varsa o da yüzyıllardır verilen mücadelelerin eseri. Elbette bize örnek olmalı, aydınlar, sanatçılar ve düşün adamları korunmalı.

Düşünceye ve yazılana , üretilene ifadeye ve örgütlenmeye saygı bir bakıma aslında her insanın uluslararası hukuka göre hakkı. Bugün hukukun bile açıklaması değişmiş. Hukuk: “Vatandaşın devlete karşı korunması” anlamında.

Sayın Yaşar Ersoy’un Devlet Tiyatrolarında ürettiği esere karşı verilen demeçler aslında tutarsızlığın bir yansıması. Bizi idare eden egemen kesimlerin bir defa da olsun acaba Batı’daki sanata, düşünceye, sanatçıya ve aydına karşı neler düşünüldüğü üzerinde bir araştırmaları var mı onu merak ediyorum.

Yaşar Ersoy’a ve sanata karşı ilgililerin verdikleri demeçler nereden bakarsanız bir gerilik ve tutarsızlığı yansıtıyor. Hükümet ilgilileri pot kırdıklarının farkında mıdırlar acaba? Ondan da şüpheliyim.