YKP Sekretarya üyesi Alpay Durduran Kıbrıs’ın kuzeyinde yaşananları değerlendirdi. Açıklama şöyle:

Böyle devlet evlere şenlik! İnsanlarının sayısını bile bilmez. İstatistik enstitüsü kurulursa sayabilecekmiş! Devlet üretim yapsın diye para öder, ucuz mal gelmesin diye ithalat yasağı koyar, ihracat yapsın diye daha da para verir ama Brusella hastalığı yayılmasın diye önlem alınmasını sağlayamaz, üretici onu takmaz. Hayvanların cinslerini ıslah için işaretlenmelerini ister, masraf yapar kulaklarına plaka taktırır ama bir süre sonra hayvancı bildiğini okur ve paralar havaya gider. Patatesi çıkarırlar ama yıkatıp da satmalarını sağlayamaz.

Yatırım teşvik belgesi verir ve belge verdiğine kazanç vergisi bağışıklığı verir, yatırım mallarına gümrüksüz ithalat izni verir, düşük faizli kredi verdirir, farkı devletten karşılar, ithal ettiği yatırım mallarını satıp kazanç sağlamasına göz yumar ama üniversite ise öğrencilerinin kaçının kaçak çalıştığını denetlememelerine ses çıkarmaz, mezunlarının ne işe yaradıklarına aldırmaz, eğitimde kalite denetimine aldırış etmez. Türkiye’den para yardımı alır ama yardımın parasıyla yapılan yolların kalitesini denetlemez, bozulan yolların sorumlusunun Türkiye olduğunu çünkü denetlemeye onun engel olduğunu açıklamak istemez. Yolların nerelerden geçeğine bile teknik yardım verme heveslisi TC memurlarının karar vermesine aldırmaz, dere yataklarının bozulmasına da ses çıkarmaz ve halka bahaneler uydurur. Kendi memurlarının sorumluluk almamasına da ses çıkarmaz ve sözde yetkililerin bahanelerine önceki parti iktidarın veya yeni acemilerin suçu diye kavgalara kulp takarlar. Suçu paylaşan yasal yetki ve görevli memurların göz yummalarına ve halka bile bilgi vermeye çalışmamalarını ayni memurların hamasi laflarıyla geçiştirirler ve hemen çare bulacağız deyip çok çalıştıkları izlenimi verirler.

Alt yapı bilgi ve çizimleri ortada iken uzanıp alan çok az olur, yeni teknikle daha iyi elektronik haritalardan ve kayıtlardan söz ederek durumu geçiştirir. Sıkıştığı yerde eski sömürge yasalarını suçlar ve yeni yasalar yapacakmış gibi yaparlar. İş uzayınca da parlamenter rejime kabahati atarak başkanlık rejimi isterler.

Bu arada sefil hale getirdikleri ülkemizi öyle bir mafya, esrar, kumar ve fuhuş yuvasına getirdiler ki piyasaya düşebilen bir kısım kârlar bile elden kaçsa daha zora girecek büyücek ve yeni bir sınıf yarattılar ki canı devletin çalışmamasına dayanır yoksa uluslararası karantinaya alınıp peşlerine düşülecek insan çok olacak.

Sağlık ve ilaç sektörünün bile bu durumun etkilenmesi içler acısıdır.

Böyle bir ortamda maaş ve diğer hakları kıskançlık uyandıran kamu kesimi de hayat pahalılığından şikâyet edince kısıtlanmak isteniyor ve kamu reformu konusunu dile getiriyor. Böyle devlet ki reform için yardıma gelen AB için engel olurken reform yasası taslağı hazırlıyor. Ancak reform maaş ve özlük haklarıyla çok az ilgilidir. Onun yerine liyakat sistemini ve görevlinin görevini yapmasını ve sorumluluğu almasını sağlamakla ilgilidir.

Devlet halk adına mal sahibidir. Şimdi dere yataklarına yapıları konduranlar yüzünden ölen, yaralanan insanların ahı ve çöken yolların masrafı devletin sırtındadır ama ne dere ve göl yataklarındaki binaların ve onun etrafına yapılan yolların memurları ve sahipleri hesaba çekilmekte ne de o yapılar yıkılmaktadır.

Bir kişinin malına yapı yapanın yaptığını yıkıp masrafını yapana ödetir ama devlet bu mülkün sahibi olduğunu anlamadığı için yıkıp temizlemez. Halk da şimdi çok pahalı olacak yeni yapılarla sel sularının akmasını bekleyecek. Onlarsa keyiflerini sürecek. Yeni yapıya yeni yapılar yapıp daha zengin olmanın yolunu da kalkınmak için yatırım şart lafazanlığı ile süsleyip devletin desteğini alacaklar.

Razı mıyız böyle bir desteğe yoksa siyasilere ya hesap sorarsınız yoksa partinizi başınıza geçiririz mi diyeceğiz? Yoksa bize ne vereceksiniz mi diyeceğiz?