yaklaşımlarÖzkan YıkıcıYakın tarihle Eylülde karşılaşırken - Özkan Yıkıcı
yazarın tüm yazıları:

Yakın tarihle Eylülde karşılaşırken – Özkan Yıkıcı

Yeniçağ podcastını dinleyin

Eskiler Eylül ayına girince “Güz mevsimi” imgesini koyuyorlardı. Sıcak bunaltıdan bahar esintisine geçiş misali oluyordu. Adeta, sıcaktan etkisiz hale gelen insanlar, yeniden canlanma noktasından başlıyorlardı. Eylül ayni zamanda, siyasal yakın tarihin de önemli olaylarıyla yüklenip, yenilerini de sayfalara sığdırmakla meşkuleniyordu. Papatya falı bakar gibi olayları algılamak değil de yaşanılan ve içerisinde önemli gelecek yaratan günlerin, adeta film şeridi gibi gelip geçmesinin de olmaması isteniyor. Eylülden yakın tarihi okumak dahi, önemli düşlerimizin gerçekleşen bakışlarının yıkılmasında deprem geçişi yapacaktır. Bundandır ki unuturmak ve sonra bazen hiçeleştirme, bazen de başka ezberlerle tabusal tarih yazarak olanlardan kopuş yaratma duruşları da hep gerçekleşiyor. Güz mevsimli Eylül, hepimize dokunacak geçmişle doludur. Hele günümüz Kıbrıs gerçeği ile Türkiye tutumları ekseninde, bildikçe kendimizi de sorgulatma sürecinin gerektiği tetiklemesi de olacaktır. Günümüze geçmişle gelindiği, bu birikimlerle güne ulaşıp yarına hedeflenme siyasal gerçekliğin ortak aynasına bakmak da önemlidir.

Ağustos ayından Eylüle geçtik. Eskiden olduğu gibi, hala seneler öncesindeki Güz dönemi hala iklimlerde yok. Fakat, her gün, yaşanan yakın tarihin de ağır yüklerinin sonuçları da yaşamımızda devam ediyor. Geçmişin yaşananlarını karanlıkla örtmek ise, oluşan çığlıkları duymayarak kendini abartma duruşları hepimizi yanlışlarla dolaşıp gelecek arayışına yöneltmektedir. Oluşan yanlış geçmişle oluşturulan gizem, belki bilinsizleri o döneme yönelme veya geçmişle iyi olma tatminine çekebilir!Fakat, her öğrenilen ve bozulan güncel ezber ise öyle denilen abartı iyi koşulların da olmadığı ortaya çıkar. Bilinmeyip, yalan hamasetle yazılan tarih tutsaklığı ise günümüz yaşantısının kin ve nefret ikilemindeki kendini övme duygularını da yeşertmektedir.

Eylül ayına girdik. Günler akıp geçiyor. Zaman bulup geçmişle odaklandığım zaman da hep brakılan acılarla çığlıkların arasında sıkışıp kalıyorum. Gözlerimi yumup geçmişle arayışa girince de kendimi sanki bildik tiyatroyu yeniden izleyerek yaşar gibiyim. Sanki her sahneye yeni bir çığlık daha eklenip, kendimi kendimle boğuşan beyin cimnastiğinde buluyorum. Bunlar bana bazen uyanıkmışım veya tam aksi uyuyup da rüya görüyor gibi ikilemler le geçmiş ve şimdi arasında sıkışıp kalıyorum. Yaşayarak veya hayal ile eklentilerle düşünerek seyirci olmanın karışıklığı ile Yakın tarihe doğru dalıp gidiyorum……

Ta elilere dek gidiyorum. Kendimi “1955 yılında, İstanbul ortasında yakalıyorum”! Sanki doğmuş anlık günlerim değil de düşünen önemli aydınmışcasına sokakların ortasında, ratyo başında veya gazete alırmışcasına yaşıyorum. Gün 6 Eylül* İstanbulda öğle saati. Ratyo düğmesini oynayıp, haberleri dinlemeye çalışıyorum. Sokak konuşmalarında Türkiyede ekonomik olumsuzluklar konuşuluyor. Derken, ilk haberle irkildim! Selanikte bulunan Atatürkün doğduğu ev Yunanlılar tarafından bonbalandı* Sokakla buluşup kaygan insan akışına kapıldım. Gazete satan satıcılar Yüksek sesle ayni haberi bağırarak geziyordu. Garip ti! Öğleden Sonra yayınlanan “İstanbul Eksbres” inanılmaz rakamla yayınlandığı da konuşuluyordu. 20 Bin gazete çıkarılırken, ogün tam 250 Bin sayı ile yayınlandı. Ayni haber bağrılıyor, insanlar ise önce merakla gazete alıyor, ardından kalabalıklar yabancı dedikleri Gayrı Müslümlerin yerleşimlerine yöneliyorlardı. Garip bir slogan haykırılıyor: “Kıbrıs Türktür, Türk kalacak”! Sonradan duyacaklarım ise bu gazete dağıtımında “Kıbrıs Türktür türk” örgütünün direk rol aldığı olacaktı….

Saldırılar büyüdü. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler nerede görüldü ise saldırılarla karşılaştılar. Tecavüzden tutun katletmeye dek her saldırı yapıldı. İş yerleri ve oturulan evler yağma ve talan ediliyordu. Polis ve Asker ise resmen seyirci! Bu yıkım 7 Eylülde de sürdü. Böylelikle istanbuldan canını kurtaran göç edip kaçtı. Türkiye Cumhurbaşkanı Bayar tarihi sözleri döktürdü: “Birarz fazlaya kaçıldı” dedi….

Herkes saldırının sonucunda en azından tutuklama bilgisi bekledi! Oda bir başka tuhaf: Aziz Nesinden Kemal Tahire varan sosyalist aydınlar olayın sorumlusu olarak yakalandı. Artık İstanbul yağma edilerek, birçok değişik etnik kimlikli insanı resmen devlet desteği ile kovuyor veya katledip tecavüzlerle yerlebir ediyordu. Sonuçta, bu olayı kınayan ve engelemekle meşkul olan solcu aydınlara fatura ediliyordu.*****

Bu kara taplo Menderesi kurtardı. Ekonomik kriz geliş ile kaybedeceği seçimi kazandırtı. Milli şahlanışlar adeta oya devşirtilip iktidar kazanılıyordu. Fakat, tarih tüm örtülere ve pandora kutularına koymalara rağmen, gerçekler yine de fışkırmaya başladı. Öyle başladı ki ilk önemli imge “öldürülen bir çocuğun neden Makariyos benzetmesi” yapıldığı sorusu dahi birçok gerçeğe doğru yönelmeği getirdi.*****

Uyku sarsıntısı ile sonuca geldiğimi zanetmiştim: oysa başka seslerle irkilip, derinden gelip bana aslını işaret eden sözleri de karanlık içinde ışıltıcı damlacıklar gibi duymaya başladım. Olay öncesi, Türkiye Natoya girmek için Koreye asker gönderip binlerce insanını “feda” yaptı* Natoya girdikten sonra devlet içi Özel Harp dayresi ile anılan Derin devlet yapısı da oluştu. Bunların yanına pek de konuşturmak istenmeyen şu karışıklık da vardı: Britanya kralığı artık Kıbrıstan çekilmek istiyordu. Daha açığı, İngiltere klasik sömürgecilikten Yeni sömürgeciliği de Kıbrısta gerçekleştirmek peşindeydi. Türkiyeyi Kıbrıs sürecine katmak istiyordu. Türkiye ise bundan hep kaçıyordu. Hat ta, Türkiyeye gidip silah taşımak isteyen Kıbrıslı Türkleri tutuklayan Menderes hükümetinin elinden İngiltere kurtardı!

Bu biriken gelişmeler sonuçta yukarda özetlediğim “6 7 “ Eylül olaylarının gerçekleşme sonucunu da tetikledi.Zaten Türk sermaye kesimi hep kendince “Gayrı Müslüm” çevrelerinin ekonomideki etkilerinden rahatsız olup, etnik ulusal burjuva peşindeydi… Bu olay bir anlamda şu sonuçları hemen doğurdu:

İstanbulda Hristiyan ve Yahudiler önemli sayısal azaldı. Menderes hükümeti kalıcılaşma şansını buldu. Bunlar Türkiye iç politik sonuçlar olurken: Yaşanan “6 7 Eylül” olayları ile artık direk Kıbrıs Türkiyenin önemli politik tabu politikası haline geldi. Natolaşma ile oluşan Özel harp dayresinin de ilk önemli “başarılı” eylemi de gerçekleşmiş oldu….

SOradan ortaya çıkan dağınık belgelerle, Selanik olayını gerçekleştiren “MİT ajanı” olduğu anlaşıldı. Bu aşan Oktay Emin sonradan valilik görevine dek geldi. Özel Harpcı Sapri Yirmibeşoğlu yaptığı itiraflarla Selanik bonbalanmasını bilinçli yaptıklarını, Kıbrıs sürecine katıldıklarını ve önemli ilk KOnturgerila başarısı olduğunu söyledi. Böylelikle, bizi en direk ilgilendiren nokta, Britanya kralığı sonuçta Türkiyeyi Kıbrıs semalarına çekip politik oyuncu olarak katıverdi.Türkiye ise önce Kore savaşıyla Batı ekseninde kendini dış politikada kanıtlarken, 6 7 Eylül olayları ile Devlet içi Derin devlet yapılanma sürecinde de etkisini denetleme pratiği yaşandı.*****

Sıkılmaya başladım. Gözlerim açılmaya yöneldi. Kendimi yaşlı koltukta buldum. Elimle kumandayı aradım. Ekranı aştım. Daha geçmişle yaşadığım yarı rüya gerçeğinde hala beynim dolaşıyordu. Ekranda ise sokaktaki Hayvancı olaylarına takılıyordu! Birçok havancı adıyla bağıranlar “Erdoğan gel bizi kurtar* Bunlar idare edemez, vali gönder” diyorlardı. TC bayraklarla adeta Türkiyeden habersiz rantlarını istiyorlardı. Bilmiyorlardı ki Türkiyedeki hayvancı yok oluşu ve ital ile şarbon gerçeklerinden habersizdiler.

Kendime cimcik attım. Gördüklerim ile biraz önce yaşar gibi olduklarımın ayrı dünyaları için kendimi zorladım. Uyanıkmışım! Üstelik, bu yakın tarih döneminde de ben anımsayacak derecede büyük değildim. Birkaç aylıktım. Kendime sormadan edemedim: hangi dünyam doğru olarak mı kabulenecem? Dönüp yaşlı anama sordum. Oda bana kendi aklınca, sen benimle dalga mı geçiyorsun dedi….

Kendi sonucumu kendim buldum: Eğer, zamanında olaylar doğru okunsaydı, günümüz hem Kıbrıs hem de Türkiye banbaşka yerlerde olacaktı* Kim bilir, sorgulama ile aydın günlere çok daha yakınlaşacaktık. Fakat, yapılış şekli ile amacı başarılı şekilde neden sonuç diyalektik kural kirli amaçla gerçekleşince, günümüz Kıbrıs Türkiye Britanya yelpazesi de Kıbrısın Yeni sömürgeleşip, ilhaklaşma süreciyle parçalanması ile günümüze gelindi. Demek ki, tarihle yüzleşmek dahi kafalardaki birçok paranoyanın yıklması için şart.

- Advertisement -spot_img
- Advertisement -spot_img
5,999BeğenenlerBeğen
796TakipçilerTakip Et
1,253TakipçilerTakip Et
216AboneAbone Ol

yazılar

Yeniçağ Podcastını dinleyin