Dolara meydan okuyan kahramanlar – Alpay Durduran

2557

Ülkenizde başka bir ülkenin parası “milli para” olarak kullanılıyor ve değeri düşmektedir diye sızlanıyorsunuz. Öyleyse aklınıza artık kullanmayalım demek nasıl gelmez? Gelmemiş olamaz ama gene de düşünüp duruyorsunuz. Çünkü size vaz geçin, kullanmaktan vazgeçmenize iznimiz yoktur diye vardır.

Gene de konuşanlar olacak ama çoğu bir süre sonra “Euro’ya geçmek için AB’nin izni gerek” incisini yutturmalarına kanıyor. Kanmak bazen düşünmekten korkmaktan dolayı olur. Psikolojide kanıtlanmıştır ki insan kendini kandırır ve risk almamak için yalana inanır.

Daha 1980’de ülkenin cumhurbaşkanı beni “Türk Lirasına karşıdır çünkü Türkiye’ye karşıdır” diye suçlamakta ve gazeteler de görev bilip bunu manşetlerde yayımlamakta idi. O zaman da şimdiki Euro’nun adı EKU olduğu için o adla mali hesap parası önerirdim ama AET’nin izni gerek derler ve dalga geçmeye çalışırlardı. Dünyada başka ülke parasını kullananların olduğunu söylemek veya tanınmamış ve hatta tanınma istememiş ülkelerde de başka ülke paralarının kullanıldığını söylemek de çare olmazdı. Şimdi de egemen görüş Euro’ya geçmek için AB’nin izni şart görüşü oldu.

Yarın ne olur bilinmez ama kendi paramızı basalım diyenler de görülebilir.

Halbuki para dediğiniz mal ve hizmetleri ölçen metre gibi bir şeydir. Senin metrenin boyu kısalırsa yani değeri düşerse ortada olan mal ve hizmetlere bir şey olmaz, çünkü denir ki paranın değeri ekonominin genel durumunu yansıtır. Bir tür ayna görevi görür. Senin ekonomin bozulursa yani arz talep dengesi bozulursa yeni denge oluşur. Yani pahalılık başlar, faizler artar ve saire çok etmenli bir değerlendirme ile anlaşılabilecek durum ortaya çıkar. Kısacası para değil esas olan genel durumdur. Bozuksa çaresi düzeltmeden bulunamaz.

Para sizin değil de başka ülkeninse esas sorun o paranın stokunun değerini kaybetmesidir. Bunu da haksız bir vergilendirme diye açıklayanalar vardır. Paranın sahibi Türkiye bunun sorumluluğunu hissederek geçmişte bu gibi zararlı etkilerin giderilmesi için destek olmuş, biraz da zaten size sürekli karşılıksız yardım yapıyoruz kesin sesinizi demişti.

Bugün esas sorun halkın ve halkın bilinçlendirilmesinin aracı olan medyanın, günlük gazetelerin genelde Euro’ya geçmek için izin alınmasını gerçekmiş gibi görmesi ve aramızdan birilerinin işi AB’den ilgililerden görüş istemesidir. Bu durumda Euro’ya geçemeyeceğimiz gibi kendi paramızı basmamız da olanaksız olduğu gibi basacak olsak daha başından süper enflasyona bile gitmeden geri döneriz.

Olacak iş mi merkez bankanızın başında bir Türkiyeliyi görmeğe mahkumsunuz, bir yerliyi atayalım demeye cesaretiniz yok. Bir bakan çıktı ve resmi devlet hesaplarının tek hesap muamelesi görmesini emretti diye fonlar birleşti ve her resmi talebe evet diyen bir merkez bankamız oldu ama başında bir yabancı kaldı. Merkez bankası bağımsız olmalıdır diye atan tutan bir insanların ülkesiyiz ama bizim banka yasamızla yarattığımız fonların bile maksadına kullanılmasına yardımcı olmayacak kadar bağımsız ama yasaları çiğnenmesine ses çıkarmayacak kadar da “bana neci”dir. İsterseniz sorun bakalım fiyat istikrar fonunun yasallığını nasıl koruyor? Muhalefet mensubu ve milletvekili olan yeni bir bakanımız da fiyat istikrar fonunu kullanarak benzin fiyatlarında istikrar sağlamaktan bahsediyor ya, sorun bakalım herhangi bir malın fiyatının istikrarı için kullanılıyor mu?

Türk Lirasının değer yitirmesine karşı da etkin bir şekilde fiyat istikrar fonunu kullanmayı vaat edeceksin ama kaç para var, ne kadarı istikrar için kullanıldı diye bakmayacaksın! O zaman bu ülkede her sarsıntı birileri için fırsat halk için mağduriyet olur, başkası olmaz.

Kullandığımız paranın değeri düşer ama bazılarının aklına da maaş ve ücretler ve devlet destekleri gelir ve önlem isterler. Mikrop içimizi yer ama bizimkiler hastalandığımız için duyduğumuz ağrılara karşı ağrı kesici isteriz. Doğal olarak tabii ki. Çünkü mikroba savaş etmemize izin yok. Halk da günü kurtarmak için yukarıdan destek aramakla durumunu idareye çalışır. Rejimin adı da popülizm olur. Oyları koruyalım, yeter de artar da… Şu partiler de rejimi değiştirmek için ciddi alternatifler ortaya koyamıyorlar diye sızlanırsın, oyalanırsın. Evine boyacı sokacak olsan iyisini aramaya önem verirsin ama ülkeni idare edecek olan partiyi aramak, denetlemek aklına gelmez. Şu YKP de seçime girip oylarının UBP’ye yaramamasını sağlamamakla ihanet etti, oy vermemek kime yaradı bakmadı gibi eleştiriler yapıldı ama şimdi de muhalefet ağırlıklı koalisyon var, attıkları oylar doluya mı gitti! Az zahmet şu YKP neden oy vermeyin dedi diye düşünüp de haklı ise destekleyelim demeyenler şimdi gözlerini açacak mı? Açmazlarsa çiftçiler mitinge hazırlanıyor onlara bari destek versinler. Çalkalanıp duralım!

Çözüm diye tutturmuşuz ve çözüm olmadan hiçbir şey yapılamaz diye karamsarlık yaratıyormuşuz. Kimin elini tuttuk ki? Tek başa CTP’yi de koalisyonla onu da öbürlerini de gördük. Çare bulabildiler mi? Milyonluk arazileri üç kuruşa teslim edip üniversite kurduracaklar, kumarhane otelleri için kamu servetlerini ve milyonlarca vergi muafiyetini sağlayacaklar, sonra da asayiş ve nüfuz gailesini yaratacaklar, fuhuş rezaleti ve kumar felaketine karşı önlemleri alıyoruz diye övünecekler. Başka ne yapacaklar? İtfaiyeyi olsun sivile bağlayacaklar mı? Ha! Unutmadan merkez bankasını yerel yapmaya çözüm engel mi?

Engel be efendi, engel! Yolsuzluklarla mücadelenin en güçlü bacağı gizli servislerdir, dibe bakabilir misiniz? Polis çok daha önemlidir, hesaba çekebilir misiniz? Sivile bağlamanın zamanı değil diyene dersini verebilir misiniz? Çözüm olmadan bir şey olmaz diyene saldırırsınız da mücadele önerirsiniz de elinizi tutan mı var? Yapacak şey çok ama yapılan eskinin tekrarı değil mi? Tavla teslim gidersen çözümden sonra bile çare bulamazsın. Haydi daha uzatmayıp çözümden sonra da kulluk devam etsin diye önlemlerden bahsetmeyeyim.