Ulusal sorunlar baskıyla çözülemez – Ulus Irkad

472

Lenin’i de okusanız, anarşistleri de okusanız, hiçkimse self determinasyon konusunda, ulusal sorunların çözülmesinde baskıyı öngörmezler. Lenin ve anarşistler birlik için gönüllü birliği onaylarlar, ama herhangi bir huzursuzluk durumunda da her halkın self- determinasyonu olduğunu savunurlar. Eğer o etnik grup veya halk ayrılmak istiyorsa ayrılmalıdır. Marks da, Lenin de, aslında üniterlikten yanadırlar, büyük toprak parçasında da çalışanların ve ezilenlerin başarısının olabileceğini ve birlikte mücadelenin mümkün olduğunu söylerler. Onlara göre büyük toprak parçası üzerinde yaşamak geleceğin dünyası için en uygundur. Ama çok detaylı okursanız, ayrılmayı önlemek için demokratik cumhuriyetten yanadırlar. Ayrılma isteyenin de, egemenin de diyalog içinde ülkelerini demokratik bir cumhuriyet haline getirerek ve eşitleşerek bu sorunu çözebileceklerini iddia ederler. Egemen veya dominant olan aslında demokratikleşirse, ayrılmayı veya parçalanmayı önler. Türkiye’yi ele alırsak onbinlerce insan 1984 yılından beri ölmüştür. Eğer Türkiye demokratik bir cumhuriyet olsaydı bunca insan ölmeyecek, Türkiye daha müreffeh daha da kalkınmış bir ülke olacaktı. 12 Eylül darbesi Kürt Sorunu’nu daha da deşerek patlama noktasına getirmiştir. Elbette bölgenin sosyal, kültürel ve ekonomik durumları da bu sorunlarla birleşince sorun daha da çıkılmaz bir durum haline geldi. Şidddet ise maalesef bir çözüm olamadı.Peki bu sorunun çıkmasında devletin kendisinin hataları mevcut değil mi? Elbette mevcut ki, bu sorun şu anda bir yanardağ gibi patlamış ve etrafı da yakmaktadır. Yani Türkiye’nin gerçekten demokratikleşmesi ve demokratik bir cumhuriyet olması o kadar zor muydu? Türkiye Irak’ın Kuzey’indeki Kürtlerin referandum ilan etmesinden niye korkuyor? Kendi Kürtlerinin de bu ülkeden örnek almasından korkuyor. O halde en mantıki durum Türkiye’yi demokratikleştirerek, Kuzey Irak’tan daha da fazla cezbedici duruma getirmektir.Peki şunu da soralım; Irak’taki Arap egemenleri Kürtlere karşı doğru mu davrandılar? Halepçe’de olanları unutmadık. Binlerce Kürt insanı Halepçe’de Sarin gazıyla öldürülmüştü. Kürtlerin de Irak devletinin zayıflaması veya dağılmasından ötürü özgürlüklerini ilan etmesi niye bu kadar korkutuyor Türkiye ile İran’ı? Peki Türkiye ve İran kendi topraklarındaki Kürtlere karşı niye senelerdir hep şiddet kullanıyor? Şunu da sormak lazım; Türkiye’nin bölünmesi tehlikesi, şiddet kullanılmasından önce mi, şiddet kullanılmasından sonra mı daha da arttı?

Gene aynı durumlara geliyoruz. 1963 yılında Kıbrıslırum egemenleri şiddet kullanmasaydı, Kıbrıslıtürklerin içindeki bölünme veya taksim sesleri daha mı yüksek çıkacaktı? Elbette ki Makarios’un şiddet kullanarak Kıbrıslıtürkleri Cumhuriyet’ten atma hareketi, Kıbrıslıtürk taksimcilere verilmiş en etkili bölünme silahıydı. Elbette milliyetçiler her zaman için self-determinasyonun ayrılma hakkından yana olmuşlardır. Ama geçmiş tarihlere bakarsak Norveç ile İsveç arasındaki sorunda self- determinasyona ezenle ezilenin eşitlenmesi ve tekrar eşit koşullarda birleşmeleri olarak bakılmıştır. Bu arada ayrılacak olan bölgenin de demokratik bir cumhuriyet olması ve halkını da ezmemesi bu şartlar arasındaydı. Şu anda Kıbrıslıtürkler, Türkiye’nin de, 1974 yılında Kıbrıs’a askeri güçle gelmesiyle durumdan memnun mudurlar? Değiller elbette, çünkü 1974 yılından beri, maalesef Türkiye, tüm seçimlere müdahale etmiş ve şu anda da maalesef taşıdığı nüfusla Kıbrıslıtürklerin kaderlerine karşı seçimlere müdahale etmektedir. Kıbrıslıtürklerin kaderleri ve gelecekleri maalesef şu anda Türkiye tarafından etkilenmekte ve bu yüzden de Kıbrıslıtürkler artık adadan İngiltere başta olmak üzere başka ülkelere kaçmaktadırlar. Geçenlerde adaya gelen bir Türkiyeli bakanın, burada 100, 000 TC’li oyun olduğunu söylemesi de oldukça manidardır. Peki Kıbrıslıtürkler niye direnemiyorlar? Niye seslerini yükseltip başkaldırmıyorlar. Bunun çeşitli sebepleri vardır. Birincisi, devrimci bir deneyimleri yoktur ve pek de haksızlıklara karşı başkaldıracak bir özellikleri yoktur. İkincisi tarihsel olarak devamlı ezilmiş ve baskılara karşı boyun eğmişlerdir.Böyle toplumlarda başkaldırı olayı çok zordur. Üçüncüsü ise, Güney Kıbrıs veya Kıbrıs Cumhuriyeti de oradaki ulusalcı ve ırkçı çelişkilerinden ve de Güney’den Kırbıslıtürklere verilen mesajlar pek de güvenli olmadığı için, Kıbrıslıtürklerin gelecek konusunda şevki kırılmıştır. Güney’e de çeşitli sebeplerden güven duyamıyorlar. İki arada bir derede kalmışlardır. Bu durum da Türkiye’ye yaramakta, Türkiye Kıbrıs’taki bu çelişkilerden yararlanarak statükoyu devam ettirip, kendi durumundan fayda çıkarmaktadır. Bir diğer sebep de Kıbrıslıtürklerin bağımsız olmamaları ve bugün meclis içindeki partilerin sorumluluklarını yerine getirmeyerek halka öncülük konusunda sınıfta kalmalarıdır.

Katalonya veya Bask gibi ispanya’daki sorunlara bakarsak, buradaki sorunların esasında bir de hem AB’nin hem de kendi hükümetlerinin tedbir paketlerinden dolayı oluşan kızgınlık da oldukça göze batıyor. İşçi sınıfının veya sınıflarının, aslında İspanya işçi sınıfıyla birlikte demokratik diyalog içinde bu sorunları çözmeye çalışması, milliyetçilerin pek de kuvvetli olmadıklarını göstermektedir. Şunu da vurgulayalım: Katalonya İspanya’nın en zengin ve refah bölgelerinden biridir. Buradaki sorunun temelde başta politik olduğu ve İspanya Devleti’nin işgalci pozisyonunda, halka karşı baskıcı siyasetler uygulaması da ortaya çıkmaktadır.

Bir başka dikkat çeken nokta İspanya’daki Bask ve Katalonya Bölgelerinin İspanya’dan ayrılmak istemelerine rağmen AB’den ayrılmak istememeleridir. Aynı durumda İrlanda ve İskoçya Bölgelerinin de benzer statülerde oldukları görülmektedir. Daha da sosyal ve daha da özgür bir Avrupa için mücadele bu şartlarda daha da göze çarpmaktadır.

Şu anda daha da sol ve sosyalist analizlere ihtiyaç vardır…