Şu FETÖ soruşturmaları ve durumumuz -2- – Ulus Irkad

451

Geçen hafta Kuzey Kıbrıs için kısa bir 1974 sonrası özet yapmıştık. Bu hafta da Türkiye’nin durumuna bir gözatalım: Şöyle tarihi geçmişe bir bakarsak, Osmanlı’nın gerileme ve yıkılma dönemlerinde, önceleri Osmanlı toprakları içinde de, Fransız Devrimi ile bazı kıpırdamalar olduğunu ve Osmanlı Devletinin Balkanlardan da başlayacak bir demokratikleşme hareketi ile federasyonlarla demokratikleşmesini savunan bir Yunanlı aydın (Osmanlı aydını) olduğunu görmekteyiz. Velestinli Rigas, 1700’lü yılların sonlarında, millet, dil, budun, kan, din ve etnik kökenine bakılmaksızın tüm Osmanlı vatandaşlarının eşit insanlar olarak bu demokratik devletin veya demokratik cumhuriyetin vatandaşları olmasını savunmaya başlar. Rigas, o yıllarda bir müddet eğitimine İstanbul’da da devam eder. Daha sonra Avrupa’da da siyasal faaliyetlerine ve eğitimine devam ettiği ama bu demokratik cumhuriyetçilik fikirlerinden ötürü Osmanlı tarafından yakalanıp asıldığı yazılmaktadır tarihte (1796 yılı). Rigas sonrasında Osmanlı topraklarında demokratik cumhuriyetçilik yerine, Alman gerici milliyetçiliğinin hakim olduğunu , bu gerici milliyetçilikle birlikte Osmanlı topraklarında tehcirler döneminin yaşandığını görmekteyiz (Ermeni Tehciri gibi). Balibar ve Gellner,bu dönemden sonra her ortaya çıkan cumhuriyetin temelinde kan olduğunu belirtirler. Fransız Devrimi sonrasında “Yeryüzü memleketim, milletim insanlık” şeklinde başlayan, Fransız milliyetçiliği -Demokratik Milliyetçilik ve Demokratik Cumhuriyetçilik, maalesef Alman gericiliği ve de demokratik cumhuriyetçilik yerine, ulusal devletlerin ırkçılıkla tanımlanmasıyla son bulur. 1800’lü yılların başlarında ortaya çıkan devlet veya cumhuriyetlerde aynı ırktan olma mecburiyeti yoktur. O ülke içinde barınan bütün etnik kültürlerin aynı ulustan olabileceği, farklılıkların ulus oluşturabileceği tanımlaması vardır. Daha sonraları ise artık bu, ırkçılığa ve kan birliğine dayandırılır (Alman Milliyetçiliği). Osmanlı İmpartatorluğu’nun son dönemlerinde Tevfik Fikret’in, Demokratik Cumhuriyetçiliği ve Demokratik Milliyetçiliği desteklediği, Fransız Devriminin etkisinde Osmanlıya muhalif olduğu biliniyor.

Bu devrimin ırkçılıkla sonlanmasıyla, Anadolu toprakları da içinde, dünyanın diğer bölgeleri de artık birbirlerinden ayrılır. Fakat aydınlanmanın bir etkisi olarak görülen Fransız Devrimi, 1917 devrimini de olumsuz yönde etkiler. Öncelikle çoğulculuk, oydaşma ve farklılıkların biraraya gelmesi fikriyle oluşan Bolşefizm de, 1926 yılından sonra dogmatizme bürünür , bürokrasi, sol hareketi gericileştirir, farklılıklar termine edilir, Bolşefik liderler bile Politbüro içinde ortadan kaldırılır. Devrime gönüllü olarak katılan Anarşistler, devrimin ilk aşamasında bürokratların elit ve gerici bir kast olarak baskıcı bir rejime doğru gittiklerini görünce, ilk başkaldıranlar olurlar ama binlercesi devrimden sonra katledilir. En son Kızıl Devrimin öncülerinden, Kızıl Ordu kurucusu Troçki de, Meksika’da sürgündeyken öldürülür. Geriye kalan Stalinizmin, ilk başlardaki Bolşefizm hareketi ve Marksizmle bir ilişiği yoktur. Türkiye’de etnik grupların tehciri, Türkiye’nin çağdaşlamasından tutun, sol mücadelesini de darbeler. Erzurum ve Urfa gibi şehirlerde, 1800’lü yıllardaki  ta ABD ile yapılan ticaret ilişkileri, evlerden çıkan keman sesleri ortadan kalkar. Ermenilerin tasfiyesiyle Batı kültürü de darbe yer. Uluslararası işçi dayanışmaları, her etnik kökenden oluşan sendikacılık artık ortadan silinmiştir. Önceleri İttihad ve Terakki içinde çeşitli etnik gruplardan üyeler olmasına rağmen, yavaş yavaş o da ortadan kalkar. Mustafa Kemal Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaşlaşma belgisiyle kurar ama ortadaki yenilenme hareketleri, gerici milliyetçilikler ve Osmanlıcılığın gerici elitleri tarafından, farklılıklara saygı zihniyeti olmadığı için, Batı’yı örnek alan reformlar akamete uğratılır. Türkiye’deki devrim veya yenilenme-değişim, sadece heykel dikmeye yönlendirilir. Türkiye’yi Batılılaştıracak uluslararası hukuk, oydaşmacılık, çoğulculuk anlayışları şimdi de çok iyi görüldüğü gibi olmaz, işlenmez ve geleceğe bırakılmaz.Türkiye’deki reformlar kurumlaşamaz, Cumhuriyetle birlikte devamlı olarak Batı’ya kapalı, olayları eleştirel düşünce ile görmeyen ve maalesef gittik sonra dinci ve gerici unsurlara taviz veren anlayışlar güç ve kuvvet kazanırlar. 1971 ve 1980 darbeleri de aslında gerici unsurları daha fazla kuvvetlendirmek, demokrat ve devrimci ve sol unsurları ezmek için kullanılır. Her darbeden sonra gericilik ve bilimsellikten uzaklaşma daha da güç kazanır. Köy Enistitüleri yerine İmam Hatipler Türkiye’de etkin kılınır, Türkiye halkı bu şekilde üretimden ve bilimsel eğitimden kopartılır.

1974 yılında, yeni bir döneme giren Kuzey Kıbrıs böyle bir bağlamda bir Türkiye bulur karşısında. Devamlı gericileşen, darbelerle her türlü çağdaş reformu geriye götürülen, Osmanlıcılığa yelken açan bir Türkiye var karşısında. Bu zihniyeti taşıyanların Kuzey Kıbrıs’ta da gerici ve de dünyaya ayak uyduramayan çağdaş olmayan düşünce yapılarını etkin kılacakları, layik ve çağdaş olan Kıbrıslıtürklere karşı cephe alacakları gerçekti. Öyle de oldu…FETÖ soruşturmaları bu bağlamda ele alınmalı. Her darbe sonrasında cemaat, gizli cemaat ve gerici unsurlar daha da devlet içine getirildi. Atatürkçü olduğu söylenen ve devamlı  medyada propaganda olarak kullanılan, Orduya güven ve anketlerin son AKP örneğinde, Recep Tayyip Erdoğan’ın başkanlık sisteminde adımlar atmasıyla, nasıl  fos çıktığı, ordunun bile gerici güçlere istediği zaman boyun bükerek pasifleştirildiği ortaya çıktı. Aslında son darbe ile Türkiye Cumhuriyeti devleti bir o kadar daha gericileştirildi. Gericileşirken de demokrasi, insan hakları, adalet, eşitlik, hukuk gibi kavramlar da ezdirildi. Yasama, Yürütme ve yargı tek bir kişinin elinde toplanarak Türkiye daha da sert, baskıcı ve despot bir yönetime kaydırıldı. 12 Eylül anayasasını değiştirmeyen AKP ve RTE, şu anda Derin Devlet denilen mekanizma ile içli ve dışlı biraraya gelerek, çok baskıcı gerici bir cumhuriyete dönüştü. Şu anda Türkiye’nin bir dostu yok. KKTC denilen ve hiçbir ülke tarafından tanınmayan kurum da daha fazla Türkiye’nin eline geçerek, o bağımsız denilen yapı şu anda kendi ordu mensuplarını da , sivil görevli birçok vatandaşını da hukuk kavramları tahrip edilerek koruyamamakta, 1974 sonrası perde arkasında bağımsız olmayan yapı, artık açıkça tüm dünya kamuoyu önünde balyozuyla, adeta Türkiye’nin bir vilayetiymiş gibi, hükümeti de edilgen bir şekilde hareket etmekte.

Eğer acil bir şekilde Türkiye bu tek adam diktatoryası ve faşizminden vazgeçmez, AB demokratik normları, İnsan hakları , hukuk, demokratik değerler, oydaşma ve çoğulculuk prensiplerini kabul etmezse,  çok hızlı bir şekilde parçalanmaya doğru gitmektedir. Kuzey Kıbrıs ise acil olarak uluslararası hukuk ve demokratik cumhuriyet temelleri çerçevesinde kurumlaşmalı , bir çözüme gitmek için masaya oturmalı.

Türkiye Cumhuriyeti’nin başında bulunan Recep Tayyip Erdoğan, yaptığı yanlışlardan geri dönüp, demokratik adımlar atmazsa, Türkiye’yi aynen Suriye gibi bir felaket beklemektedir. CHP bir muhalefet partisi olarak çılgınca ve de tarihsel olarak yanlışlarını tekrarlamamalı. Irkçı – şövenist mesajlar değil, bölge ve dünya barışına, Türkiye’nin hukuksal ve de demokratik ilerleyişine yardımcı olacak mücadele vermelidir.

Türkiye son hızla bir felakete doğru gidiyor. Bunu önlemek veya bunun tedbirini almak, akılcı bir şekilde Türkiye’yi acil olarak demokratik bir cumhuriyet haline getirmektir. Türkiye “Yurtta sulh, cihanda sulh” politikasıyla hukuk, demokrasi, insan hakları , adalet ve eşitlik değerlerini derhal uygulamalıdır…

-BİTTİ-